Merkezî idare, devletin idari, mali, askerî, sosyal, mimari, eğitim gibi değişik alanlarında görevlendirilmiş vezirlerden oluşan bugünkü Bakanlar Kurulu’nun statüsünde olan vezirlerden meydana geliyordu.
Abbasi şehirlerinde asayiş hizmetlerini şurta teşkilatı yürütüyordu. Bu teşkilat ilk başlarda adalet hizmetleri ile asayiş hizmetlerini birlikte yürütüyordu. Daha sonra asayiş hizmetleri ile adli hizmetler birbirinden ayrıldı. Şurta teşkilatının başında nüfuzlu ailelerden sahibü’ş şurta denilen kişiler bulunurdu. Valiler tarafından atanan sahibü’ş şurtanın yanında her şehirde güvenlik hizmetini yürüten bir askerî birlik bulunurdu.
Saray çevresinde örgütlenen merkez teşkilatında en önemli görevlerden biri haciplik idi. Bugünkü koruma hizmetini yürüten ha-cipler, halifenin yakın korumalığını yapıyorlardı.
Abbasiler’in son dönemlerinde kurulan bir kurum da emîr-ül ümeralık idi. 936 yılında kurulan kurum, hanedan içi iktidar mücadelesine son vermeyi amaçlamıştı. Emîr-ül ümera geniş yetkilere sahip olup adı hutbe ve sikkelerde halifenin isminden sonra geçmekteydi. Büveyhoğulları Bağdat’ı işgal ettikleri zaman, onlara da emîr-ül ümera unvanı verilmiştir.
Devlet Zayıflayınca Eyaletler Bağımsızlaştı
Abbasi Devleti kurulduğunda başlıca eyaletler şunlardı:
– İfrîkıye (Tunus)
– Mısır
– Suriye
– Filistin
– Hicaz
– Yemame
– Basra – Sevad (Irak)
– El Cezire
– Azerbaycan
– Irâk-ı Acem (Cibal)
– Huzistan
– Fars
– Kirman
– Mukran
– Sicistan (Sistan)
– Kûhistan
– Kumis
– Taberistan
– Cürcan
– Horasan
– Harezm
– Fergana
– Şâş (Taşkent)
– Soğd (Buhara. Semerkant)
Bu eyaletlerin uzakta olanlarına genellikle hanedana mensup kişiler vali veya komutan olarak atanırdı. Ancak bu komutanlar zamanla kendileri Samarra’da oturup görevlerini yardımcıları eliyle yürütmeye başladılar. Merkezî otoritenin zayıflaması üzerine bu valiler veya yardımcıları bağımsızlıklarını ilan ettiler. Tunus’ta Ağlebîler, Kuzey Afrika’da Tolunoğulları ve İhşîdîler, Azerbaycan’da Sacoğulları, Horasan’da Tahirîler, Maveraünnehir’de Samaniler bu şekilde kurulmuşlardır.
Askerler Maaşlı İdi
Abbasi ordusu, daimî statüdeki muvazzaf askerler ile ücretli anlamına gelen murtazıka denilen askerlerden oluşmaktaydı. Yaptıkları hizmet karşılığında maaş alan bu askerlerin yanında, ganimetten pay almak için savaşa gönüllü katılan askerler de vardı. Bunlara mutatavvıa (gönüllü) denilirdi. Gönüllüler arasında bedeviler olduğu gibi köy, kasaba ve şehir halkı da vardı.
Abbasi ordusu beş gruptan oluşuyordu:
– Bağdat’ta bulunan ve doğrudan halifeye bağlı olan muhafız birliği.
– Büyük devlet adamlarının emrinde görev yapan birlikler.
– Vilayetlerde bulunan kuvvetler.
– Avasım ve suğur adı verilen sınır garnizonlarındaki birlikler.
– Yardımcı kuvvetler.
Türkler Ordu Sistemini Değiştirdi
836 yılında kendileri için Samarra şehrini kurduran Türklerin, Abbasi ordusuna girişiyle birlikte Abbasi ordu düzeninde değişikliğe gidildi ve Türklerdeki onlu sistem esas alındı. Buna göre orduda en küçük birlik 10 kişiden oluşmak üzere, 50, 100, 1000, 10.000 kişilik birlikler meydana getirildi.
İlk başta etnik bir koalisyon şeklinde olan Abbasi ordusunda zamanla Arapların etkisi azaldı ve Halife Memun devrinden itibaren ordudaki üstünlük yavaş yavaş Türklerin eline geçti. Bu durum Şia mezhebine mensup İran kökenli Büveyhoğulları’nın Bağdat’ı işgallerine kadar devam etti.
Abbasiler Dönemi’nde ordunun deniz gücü de kuvvetlendirilmeye çalışıldı. Bu amaçla kurulan tersanelerde, dönemin en güçlü donanmasına sahip Bizans’tan alınan ilhamla, daha büyük gemiler inşa edildi. Donanma komutanlarına emîrü’l-bahr denilirdi. Batı dillerindeki “amiral” kelimesinin kökeni de “emîrü’l”dür.
Kadıları Valiler Tayin Ediyordu
Abbasi halifeleri yargı yetkilerini fıkıh âlimleri arasından seçilen kadılar vasıtasıyla icra ederlerdi. Eyaletlerdeki kadılar, ilk başlarda valiler tarafından atanıyordu. Daha sonra halifeler yargı erkini valilerden bağımsızlaştırarak doğrudan kendileri atamaya başladılar. Harun Reşid döneminden itibaren de başkadılık teşkilatı kuruldu. Bu teşkilatın ilk başkadısı da İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin öğrencisi İmam Ebu Yusuf oldu. İmam Yusuf’tan sonra da kadılar Bağdat’ta oturan başkadı anlamına gelen kâdılkudât tarafından tayin edilmeye başlandı.
Abbasi Devleti’nin ilk dönemlerde her vilayette bir kadı bulunurdu. Kadılar halkın mensup olduğu fıkıh ekolüne göre fetva verirdi. Irak kadısı Hanefi mezhebine, Suriye ve Kuzey Afrika kadısı Maliki mezhebine, Mısır’daki kadı da Şafii mezhebine göre hüküm verirdi. Daha sonra her vilayete dört mezhebi temsilen kadılar tayin edildi.
Zaman zaman halifelerin kadıları kendi çıkarları doğrultusunda fetva vermeye zorlamaları sebebiyle bazı fıkıh âlimleri görev kabul etmemişlerdir. Bu nedenle de hayatlarını hapislerde geçirmişlerdir. Nitekim İmam-ı Azam Ebu Hanife, bütün zorlamalara rağmen Eme-vi ve Abbasi halifelerinin siyasi isteklerini yerine getirmemiş, yönetim anlayışını onaylamadığı Abbasi Devleti’nin ikinci halifesi Ebu Cafer El Mansur, onu Bağdat’ta hapsettirip işkence ettirmiş ve zehirleterek öldürtmüştür.
Abbasiler’in ilk dönemlerinde mahkemeler mescitte kuruluyordu. Kadılar duruşma sırasında siyah cübbe giyer, uzun bir başlık üzerine siyah sarık sararlardı. 9. yüzyılın sonlarında Halife Mutazıd Billah döneminde mahkemelerin mescitte kurulması uygulamasına son verilerek mahkemeler için ayrı binalar yapıldı.
Abbasiler’de Mezalim Mahkemeleri denilen kurumlar da vardı. Bu mahkemelerin başındakilere kâdı’l mezalim denirdi. Mezalim Mahkemeleri, nüfuz sahibi kişilerin zulüm ve haksızlıklarına mâni olmak amacıyla kurulmuştu. Nüfuzlu kişilerin davalarına kadılar bakmakta güçlük çekerdi. Mezalim Mahkemelerindeki duruşmalarda muhafızlar, kadılar, fıkıh bilginleri, kâtipler ve şahitlerden oluşan beş gruptan görevliler mutlaka bulunurdu.
İlk Yükseköğrenim Nizamiye Medreselerinde Yapıldı
İslam tarihinde camilerin, eğitim hizmetlerinin yürütülmesinde önemli bir fonksiyonu