1. Platon’un daha ileri bilgi yöntemine yalnızca kısa bir bakış atmış bulunduk. Ne burada ne Phaidros’ta veya Sempozyum’da ne de Philebus ya da Sofist’te ne demek istediğiyle ilgili net bir açıklama yapar. Muhtemelen yöntemini, bütünden parçalara varan ve düzenli adımlarla evrensel bilgi sistemine ilerlediği şeklinde açıklardı. Bu ideal mantığı kendisi, adalet arayışında veya ruhun parçalarını incelerken kullanmamıştır. Burada, Aristo’nun Nikomakhos’a Etik’te yaptığı gibi, deneyim ve dilin genel kullanımı üzerine tartışır. Fakat altıncı kitabın sonunda, bütün fikirlerin yalnızca fikirlerin adımları, aşamaları veya kritik anlar, kendine yeten ve bağlantılı bir bütün yapan ve gerçeği tutarlılıkla sınayan başka ve daha kusursuz bir yöntemden bahseder. Süreci bize detaylarıyla anlatmaz. Hem eski hem modern zamanlardaki diğer bazı düşünürler gibi onun zihni de varlığını fark etmediği bir boşlukla doludur. Varlıklarından bile anca söz edilebilirken bir devirdeki bilimlerin doğal bir düzeni ve bir irtibatı olduğunu varsaymaktadır. Ona başlamadan bile “düşünsel dünyanın sonu”na doğru acele etmektedir.
Modern zamanlarda bilgi edinme sürecinin mutlak bilgi tasarısıyla karıştırıldığının hatırlatılmasına gerek duymayız. Bütün bilimlerde önsel ve sonsal gerçekler çeşitli oranlarda birbirine karışmaktadır. Önsel kısım, insanların evrensel deneyimlerinin büyük kısmından ya da onlar tarafından evrensel olarak kabul edilenden türemiştir. Sonsal olan ise daha genel prensipler etrafında gelişir ve onlarla birlikte algılanamaz olur. Ama Platon, sentezin analizden ayrılabileceğini ve bilim yönteminin bilimi öngörebileceğini düşünerek hata yapar. Önsel bilginin böyle bir görüntüsünü eğlendirmede yeteri kadar makuldür ya da en azından söylemek istediği şey Descartes, Kant, Hegel ve hatta Bacon’ın kendisinin benzer girişimleriyle modern felsefede yeterince açıklanmıştır. İnsanı ve doğayı ilgilendiren öngörüleri, kehanetleri ya da gerçeklerin kehanet gibi işaretleri, eski felsefeye, hipotezlerin modern tümevarımsal bilimde kaldığı aynı bağlantıda bulunuyor gibi görünür. Bu “gerçek tahminleri” rastgele yapılmamıştır. Benzerliklerin yüzeysel etkilerinden ve dünya ile cennetin yayılmasını inceleyen Yunan dâhilerinin uzaktan fark ediyor göründükleri doğanın ilk prensiplerinden çıkmıştır. Eğer felsefe tecrübelerin sonucuna kesin suretle hapsolmuş olsaydı, ne eski zamanlarda bilginin hareketsiz durması gerektiğini ne de insan zihninin düşünce araçlarından mahrum olduğunu savunabilirdik.
2. Platon, tabletin üstü boşaltıldığında sanatçının ideal devletle dolduracağını sanıyor. Bu, cennette var olan bir düzen mi ya da mükemmel gözle bakış atılması gereken bir boşluk mu? Cevap şudur: Bu şekildeki idealler kısmen belirli özelliklerin ihmaliyle kısmen deneyimin sağladığı biçimi kusursuzlaştıran hayal gücü ile şekillendirilir. (Phaedo) Platon bu idealleri başka bir dünyaya aitmiş gibi yansıtır ve modern zamanlarda bu fikir devam ediyor gibi diğer zamanlarda sanatçının eli ile iş birliği yapıyor gibi görünür. Bilimde ve yaratıcı sanatta olduğu gibi yanaşık ve analitik yöntem vardır. Bir insan bir işe başlamadan önce bütün aklına gelecektir; başka birinde de zihnin ve elin süreçleri eş zamanlı olacaktır.
3. Platon’un bilgi bölümlerininin başlangıçta, bütün Sokrates öncesi felsefeyi kaplayan mantığa uygun ve düşünsel olanın temel antitezine dayalı olduğunu görmek zor değildir. Bu antitez aynı zamanda kalıcı ve geçici olanın, evrensel ile özelin zıtlığını da içerir. Fakat onun yaşadığı felsefe dönemi daha ileri bir ayrım gerektiriyor gibi görünüyordu. Sayılar ve şekiller fikirlerden ayrılmaya başlıyordu. Dünya artık adaleti bir küp olarak görmüyor ve kusursuz olmasa da duyuların soyut terimlerinin zihninkilerden ayrı olduğunu görmeyi öğreniyordu. Eleacı varlık veya öz ile fenomenlerin gölgeleri arasında, Pisagorcu sayı prensibi kendine bir yer buldu ve Aristo’nun belirttiğine göre, birinden diğerine iletimde bulunan bir araçtı. Böylece Platon, felsefe şemasına girmemiş üçüncü bir terim sunmak durumunda kaldı. Eğitimde matematik kullanımını gözlemlemişti; imgeseller için en iyi hazırlıktı. (Metaph) Çünkü metafizik ve ahlak felsefesinin matematik ile hiç akrabalığı yoktu. Sayı ve şekil, zaman ve mekânın soyut kavramlarıdır, saf düşünsel düşüncelerin ifadeleri değil. Metafordan çıkarıldığında, düz bir çizgi veya bir karenin adalet ve gerçek ile eğri büğrü bir çizgiden daha fazla işi kalmaz. Sembolik birlik gerçeğiyle karıştırılmıştır ve bu yüzden daha sonra üç tane daha Platonsal oran bölümü ortaya atılmıştır.
Serilerin, başka bir yerde sözü geçmeyen ve sistemin başka hiçbir parçasına atıfı bulunmayan ilk terimlerine nasıl vardığını anlamakta biraz daha güçlük vardır. Gölgelerin nesnelerle ilişkisi de sayıların fikirlere olan bağlantısına denk düşmez. Muhtemelen, alt katmanın iki bölümünde de algılanan terimleri, eşit şekilde duyuların terimleri olmalarına rağmen, üç nesne yerine dört yapmak için benzetim sevgisi (Timaeus) Platon’a yol göstermiştir. Aynı zamanda, huyu olduğu için, yedinci kitabın başında görüntülerin gölgelerine, onuncu kitaptaki taklidin taklidine hazırlık yapıyordur. Çizgi birlikten sonsuzluğa erişiyor ve önce iki eşit olmayan parçaya, sonrasında iki parçaya daha bölünmüş kabul edilebilir. Her alt katman devamındakinin çoğalmasıdır. Dört özelliğimizde ise, alt bölümdeki inanç, gölgeler (Yunan) düşüncesinin belirsizliği ile anlayışın (Yunan) ve mantığın (Yunan) yüksek kesinliğine eşit miktarda zıt, orta bir konuma sahiptir. (cp. inanç veya iman kelimesinin kullanımı için (Yunan), Timaeus)
Anlayış ile zihin veya mantık (Yunan) arasındaki fark, bilgiyi parçalar hâlinde ve bütün hâlinde edinme arasındaki farka paraleldir. Gerçek bilgi bir bütündür ve hareketsiz hâldedir. Tutarlılık ve evrensellik de gerçeğin deneyidir. Bütünün bu kendini belli eden bilgisi ile zihin becerileri uyumlu olmak durumundadır. Fakat tam olmayan ve sürekli hareket hâlinde olan bir anlayış bilgisi vardır çünkü küçük fikirlerde duramaz. Bu fikirlere hem görüntüler hem hipotezler denmiştir. Görüntü denmiştir çünkü duyu ile giyinmişlerdir. Hipotez denmiştir çünkü iyi düşüncesi ile ilgisi olana kadar yalnızca tahmindirler.
Paragrafın genel anlamı; “Öyleyse asil, görüşü birleştiren bağdır… Ve bu türden anlaşılır olarak bahsedeceğim…” bir dereceye kadar içinde bulunan düşüncenin modern felsefe terimlerine çevrilmesini kabul ettiğidir. Şu şekilde tanımlanabilir ya da açıklanabilir: Bir gerçek vardır, tektir ve kendi kendine vardır. Ona bir merdiven yardımıyla insan zekâsı erişebilir. Bu birlik cennetteki güneş gibidir, her şeyi gösteren ışık, her şeyin yaratıldığı ve sürdürüldüğü varlık. İşte bu, iyi “idea”sıdır. Ve merdivenin en yükseğe ya da evrensel varlığa çıkan basamakları matematiksel bilimlerdir ki onlar aynı zamanda evrensel olandan da bir parça bulundururlar. Bunları da iyi ideasıyla birleştirdiğimiz bir şekilde görürüz. Daha sonra hipotez ve görüntü olmayı bırakırlar ve bir zamanlar onların ilk ilkesi ve son nedeni olan yüksek gerçeğin bir parçası oluverirler.
Bu dikkate değer paragrafa daha kesin bir anlam yükleyemeyiz fakat onda düşüncenin bazı bizimle ve Platon’la ortak olan ön bilgileri veya işaretlerini görebiliriz. Mesela; (1) Platon’un zamanında ayrılmamış oldukları için bilimlerin ya da bilimin, birlikleri ve ilintileri; (2) ilahi gücün, veya yaşamın, mantığın, henüz düşünülmemiş veya artık Timaeus’ta veya başka yerde insan formunda olmayan varlığı; (3) matematiksel bilimlerin hipotetik ve koşullu karakterinin her bilimde, diğerlerinden ayrıldığında belirli bir ölçüde tanınması; (4) görünen dünyadan ziyade ancak düşünsel olana yayılan doğanın kanunu olmasına rağmen, bir gerçeğin görünmez ve bir yasaya dayanan kanısı.
Sokrates’in yöntemi duraksamalı ve deneyseldir. İyi ideasının ve diyalektiğin doğasının daha içi dolu