Neşeli tenekeci, “Ben de güzel Banbury kasabasından geliyorum.” diye söze girdi. “Nottingham ya da Sherwood civarından hiç kimse benim gibi sopa tutamaz. Beyler, o çılgın serseri Elyli Simon ile Hertford kasabasındaki meşhur festivalde karşılaşıp onu oradaki ringde Leslieli Sör Robert ve eşinin önünde yenmedim mi? Adını daha önce hiç duymadığım bu Robin Hood çok neşeli ve çevik bir herif olabilir ama o güçlüyse ben ondan da güçlü değil miyim? O kurnazsa, ben daha kurnaz değil miyim? Şimdi Kutsal Meryem’in parlak gözleri adına, kendi annemin öz evladı olan benim şanlı adım hatırına, ben, Wat o’ the Crabstaff, bu kuvvetli haydutla karşılaşacağım ve eğer bu herif, şanlı hükümdarımız Kral Harry’nin ve Nottinghamshire’ın iyi Şerif’inin emrini umursamazsa, onun kellesini öyle bir ezeceğim, vuracağım ve hırpalayacağım ki bir daha asla parmaklarını bile hareket ettiremeyecek! Herkes duydu, değil mi beyler?”
Haberci: “İşte benim aradığım ödül avcısı yiğit sensin.” diye bağırdı. “Ve benimle birlikte Nottingham kasabasına geliyorsun.”
“Hayır.” dedi tenekeci, başını yavaşça iki yana sallayarak. “Kendi isteğimle olmadığı sürece kimseyle bir yere gitmem.”
“Hayır, hayır.” dedi haberci. “Nottinghamshire’da kimse seni kendi isteğin dışında bir şey yapmaya zorlayamaz, sen cesur bir adamsın.”
“Evet, bu doğru, cesurumdur.” dedi tenekeci.
“Evet, hadi bakalım.” dedi haberci. “Sen cesur bir delikanlısın ama vefalı Şerif’imiz, Robin Hood’a emri uygulatacak kişiye seksen altın teklif etti; gerçi pek de bir şey etmiyor ama.”
“Peki, o zaman seninle geliyorum delikanlı. Bekle de çantamı, çekicimi ve sopamı alayım. Şu Robin Hood’la bir karşılaşalım bakalım, Kral’ın emrine aldırış ediyor mu etmiyor mu?” Böylece haberci, hancıya hesaplarını ödedikten sonra tenekeciyi de yanına alarak tekrar Nottingham’a doğru yola koyuldu.
Bundan kısa bir süre sonra güzel bir sabah Robin Hood, Nottingham kasabasına doğru yola çıktı. Orada ne olup bittiğini öğrenmek için papatyalarla dolu çimenlerin uzandığı yolun kenarında neşeyle etrafı seyrediyor, düşünceler içinde yürüyordu. Borazanı belinde, yayı ve okları sırtındaydı; elinde ise yürürken parmakları arasında döndürdüğü sağlam bir meşe sopa bulunuyordu.
Ağaçların gölgelediği bir yoldan geçtiği sırada neşeli bir şarkı söyleyerek kendisine doğru gelen bir tenekeci gördü. Sırtında çantası ve çekici, elinde de bir metre uzunluğunda sağlam bir yengeçten sopası vardı ve bir şarkı mırıldanıyordu:
Hasat zamanında, boynuzlanacak tazı
Geyiğin öldürülmesine kulak verir
Ve mısır koçanlı küçük çocuklar
Hayvanları tarlalarda otlatırlar.
“Merhaba dostum!” diye bağırdı Robin.
Biraz çilek toplamaya gidiyorum.
“Heey!” diye bağırdı tekrar Robin.
Ağaçların ve çalılıkların orada bir sürü var.
“Heey! Sağır mısın be adam? Dostum dedim!”
“Sen kim oluyorsun da böylesi güzel bir şarkıyı kesiyorsun?” dedi tenekeci, şarkı söylemeyi bırakarak. “Sana da merhaba, her ne kadar iyi misin değil misin bilmesem de. Ancak şunu belirteyim yiğit delikanlı, eğer iyi bir dostsan bu ikimiz için de iyi olur; fakat iyi bir dost olmazsan bu senin için pek iyi olmaz.”
“Peki, söyle bakalım nereden geliyorsun, benim haşin dostum?” diye sordu Robin.
“Banbury’den geliyorum.” diye yanıtladı tenekeci.
“Eyvah!” dedi Robin. “Bu neşeli sabahta orası ile ilgili üzücü haberler olduğunu duydum.”
“Ha! Gerçekten öyle mi?” diye bağırdı tenekeci merakla. “Lütfen çabuk söyle, çünkü gördüğün gibi ben ticaretle geçinen bir tenekeciyim ve mesleğim gereği, bir rahibin paraya olan açgözlülüğü gibi olan biten şeyleri öğrenmeye karşı fazlasıyla açgözlüyüm.”
“Peki, o zaman.” dedi Robin. “Haberi söyleyeceğim ama metanetli davran çünkü haberler üzücü. İşte söylüyorum, duyduğuma göre iki tenekeci bira içtikleri için hapse girmiş!”
“Lanet gelsin böyle habere, seni aşağılık köpek.” dedi tenekeci. “İyi insanlar hakkında kötü haberler veriyorsun. Ama bu gerçekten de üzücü bir haber, iki cesur yürekli adamın hapiste olması.”
“Hayır.” dedi Robin. “Sen asıl konuyu kaçırdın ve yanlış mesele için ağlamaktan başka bir şey yapmıyorsun. Haberin üzücü yanı hapse yalnızca iki kişinin girmiş olması, diğerleri kasabada serbestçe dolaşıyor.”
“Aziz Dunstan’ın kalaylı tepsisi adına!” diye bağırdı tenekeci. “Bu kötü şakan için senin derini yüzmek istiyorum. Ama tenekeci adamlar bira içtikleri için hapse atılırlarsa senin de kendi payını alacağından şüphen yoktur herhâlde.”
Robin yüksek sesle güldü ve bağırdı: “İşte şimdi anladın, tenekeci, iyi anladın! Senin sinirlerin de tıpkı bira gibi ekşidiği zaman köpürüyor! Ama haklısın dostum çünkü ben de birayı çok severim. Bu yüzden hemen şimdi benimle Mavi Domuz Hanı’na gel ve eğer cüssen gibi içiyorsan, ki görünüşünün aldatıcı olacağını düşünüyorum, Nottinghamshire’ın en iyi ev yapımı birasıyla boğazımız ıslansın biraz.”
“Harbiden.” dedi tenekeci. “Bu iğrenç şakalarına rağmen sen çok iyi bir arkadaşmışsın. Seni sevdim güzel dostum ve şimdi seninle Mavi Domuz’a gelmezsem bana yabani diyebilirsin.”
“Mesele nedir anlat dostum, merak ediyorum.” dedi Robin, birlikte ilerlerken. “Çünkü tenekecilerin hepsinin bir kaz yumurtası kadar haberlerle dolu olduğunu biliyorum.”
“Seni kardeşim gibi sevdim yiğit dostum.” dedi tenekeci. “Yoksa sana bu bilgileri vermezdim çünkü ben oldukça kurnaz bir adamımdır ve elimde, bütün aklımı vermem gereken ciddi bir görev var. Buralara insanların Robin Hood dedikleri cesur bir kanun kaçağını bulmaya geldim. Kesemde parşömen kâğıt üzerine yazılmış bir arama emri var, üstelik yasal olduğunu belli eden büyük, kırmızı bir mühürle. Şu Robin Hood’la bir karşılaşsaydım, bunu onun nazik bedenine servis ederdim ve eğer umursamazsa onu, her kaburgasını Amin diye bağırtana kadar döverdim. Sen buralarda yaşıyorsun, belki de Robin Hood’u tanıyorsundur dostum.”
“Evet, dostum, onu biraz tanırım.” dedi Robin. “Hatta onu bu sabah gördüm.