Bunun üzerine bütün ormancılar öfkeyle doldular; ilk konuşan ve dolayısıyla bahsi kaybeden kişi hepsinden daha öfkeliydi.
“Hayır.” diye bağırdı. “Üç yüz paunt falan yok ve hemen git buradan; yoksa cennetin tüm melekleri üzerine yemin ederim ki yürüyemeyecek hâle gelene kadar sopalarım seni.”
“Yoksa bilmiyor musun?” dedi bir başka adam. “Az önce Kral’ın geyiklerinden birini öldürdün. Şimdi yüce efendimiz ve hükümdarımız olan Kral Harry’nin yasalarına göre kulaklarının tıraş edilmesi gerekir.”
“Yakalayın şunu!” diye bağırdı bir üçüncü adam.
“Hayır.” dedi dördüncü adam. “Bırakın gitsin, yaşı çok küçük.”
Robin Hood tek kelime etmedi ama asık bir suratla ormancılara baktı; sonra topuklarına vura vura orman geçidi üzerinde onlardan uzaklaştı. Ama yüreği hırslı bir öfkeyle doluydu çünkü gençti, kanı hızlı akıyordu ve kaynamaya meyilliydi.
Bahse girip ilk konuşan kişi Robin Hood’u kendi hâline bıraksaydı onun için iyi olurdu; ama öfkesi, hem genç ondan daha iyi atış yaptığı için hem de içtiği sert biranın etkisi yüzünden tazeydi. Birdenbire, hiçbir uyarıda bulunmadan ayağa fırladı ve yayını kavrayıp bir ok taktı. “Evet.” diye bağırdı. “Ben seni hızlandırmasını bilirim.” Ok, havada ıslık çalarak Robin’in peşinden fırladı.
Ormancının başının bira etkisiyle dönüyor olması Robin Hood için iyi olmuştu yoksa bir adım daha atamazdı. Ormancının attığı ok Robin’in başının beş santim yakınından süzülerek geçti. Bunun üzerine Robin geri dönüp hızla kendi yayını çekti ve ormancıya karşılık bir ok gönderdi.
“Okçu olmadığımı söylemiştin.” diye bağırdı yüksek sesle. “Şimdi bir daha düşün!”
Ok dümdüz uçtu; okçu bir ağıtla öne düştü ve yüzüstü yere yattı. Robin’in sadağından çıkan oklar etrafından hızla düşüyordu. Sonunda Robin’in gri okunun ucu ormancının kalbinin kanıyla ıslanmıştı. Diğer adamlar daha akıllarını başlarına toplayamadan Robin Hood yeşil ormanın derinliklerine doğru gitti. Bazıları onun peşinden gitmeye kalkıştı ama buna pek cesaretleri yoktu çünkü arkadaşlarının ölümü yüzünden hepsinin gözü korkmuştu. Bu yüzden kısa süre içinde geri geldiler ve ölü adamı kaldırıp Nottingham kasabasına götürdüler.
O sırada Robin Hood yeşil ormana doğru iyice ilerlemişti. Onun için etrafındaki her şeyin neşesi ve parlaklığı sönmüştü çünkü bir adam öldürdüğü gerçeği ruhunun derinliklerine saplanmıştı, yüreği hiç rahat değildi.
“Eyvah!” diye bağırdı. “Öyle bir okçuyla yolum kesişti ki bunun sorumluluğu başımı yakacak! Keşke bana tek bir söz söylememiş olsaydı ya da yollarından hiç geçmemiş olsaydım. Keşke bu olay yaşanmadan önce sağ işaret parmağım kesilmiş olsaydı! Acele içinde bir karar verdim ama şimdi çok pişmanım!” Sonra sıkıntısı hâlâ içinde olmasına rağmen, “Olmuşla ölmüşe çare yok; kırık bir yumurta birleştirilemez.” sözünü hatırladı.
Ve böylece, bir daha asla güzel Locksley kasabasının genç delikanlıları ve güzel kızlarıyla birlikte mutlu günler görememek üzere, uzun yıllar boyunca yuvası olacak olan yeşil ormanda yaşamaya başladı. Çünkü yalnızca bir adam öldürdüğü için değil aynı zamanda Kral’ın geyiklerini kaçak bir şekilde avladığı için de kanun kaçağı ilan edilmişti ve Kral, Robin’i sarayına getirecek olan kişiye ödül olarak iki yüz paunt vereceğini duyurmuştu.
Nottingham Şerifi bu haydut Robin Hood’u adalete teslim edeceğine dair yemin etti. Bunu yapmak için iki geçerli nedeni vardı: Birincisi, iki yüz paundu çok istiyordu; ikincisi de Robin Hood’un öldürdüğü ormancı, Şerif’in akrabası idi.
Ama Robin Hood bir yıl boyunca Sherwood Ormanı’nda saklandı ve bu süre içinde, etrafında kendisi gibi türlü nedenlerle halktan dışlanmış birçok kişi toplandı. Bazıları kışın, açlıktan başka yiyecek bulamayınca geyik vurmuş ve bu sırada ormancılar tarafından görülmüş ama kaçarak kulaklarını kurtarmış kişilerdi. Bazıları, çiftlikleri Kral’ın Sherwood Ormanı’ndaki topraklarına eklensin diye miraslarından mahrum bırakılmış kişilerdi; bazıları da büyük bir iş adamı, zengin bir başrahip ya da güçlü bir toprak ağası tarafından yağmalanmıştı. Hepsi de şu veya bu sebeplerle Sherwood Ormanı’na, adaletsizliğe uğramaktan ve zulümden kaçmak için gelmişti.
Böylece bütün yıl boyunca, beş yüz ya da daha fazla cesur yürekli adam Robin Hood’un etrafında toplandı; onu liderleri ve başları olarak seçtiler. Daha sonra kendileri nasıl yağmalanmışlarsa; iş adamı, başrahip, şövalye ya da toprak ağası olsun, kendilerini ezen herkesi yağmalayacaklarına; haksız vergiler, toprak kiraları ya da adaletsiz para cezalarıyla fakir halktan koparılan her şeyi her birinden tek tek alacaklarına yemin ettiler. Ancak yoksul halka ihtiyaç ve sıkıntılarında yardım eli uzatacaklar, haksız yere ellerinden alınanları onlara geri vereceklerdi. Bunun yanı sıra hiçbir çocuğa zarar vermeyeceklerine; genç kız, eş ya da dul olsun hiçbir kadına bir yanlış yapmayacaklarına yemin ettiler. Böylece bir süre sonra insanlar kendilerine zarar verilmediğini hatta yokluk zamanında birçok fakir aileye para ya da yiyecek yardımı geldiğini görmeye başladıklarında Robin’den ve neşeli adamlarından övgüyle söz etmeye başladılar. Onun ve Sherwood Ormanı’nda yaptıklarının hikâyesi ağızdan ağıza dolaştı. Çünkü halk artık onu kendilerinden biri olarak görüyordu.
Bütün kuşların yapraklar arasında neşeyle ötüştüğü, keyif veren bir sabah, Robin Hood ve bütün neşeli adamları kalkmıştı. Her biri kayalıktan kayalığa neşe içinde sıçrayan buz gibi kahverengi derede yüzünü ve ellerini yıkıyordu. Sonra Robin, adamlarına dönüp dedi ki: “On dört gündür pek eğlenemedik, bu yüzden şimdi macera aramak için ormandan dışarı çıkacağım. Ama siz benim neşeli çetem, burada, yeşil ağaçlar arasında kalmaya devam edin; yalnızca size yapacağım çağrımı iyi dinleyin. Gerektiğinde borazanımı üç kez çalacağım; çabucak gelin çünkü yardımınıza ihtiyacım var demektir.”
Böyle söyledikten sonra Sherwood’un sınırına gelene kadar yeşil yapraklı orman yollarında ilerledi. Uzun bir süre hem ana orman yollarında hem de ara patikalarda, küçük vadicikler ve çalılık eteklerinde dolaştı. Ağaçların gölgelediği bir patikada güzel ve alımlı bir genç kızla karşılaştı, her ikisi de birbirlerini nazik sözlerle selamlayarak yollarına devam ettiler. Daha sonra bir atın üzerinde güzel bir hanımefendi gördü, şapkasını çıkardı, hanımefendi de genç delikanlıyı sakin bir şekilde selamladı. Saman yüklü bir eşeğe binmiş şişman bir keşiş gördü; sonra mızrağı, kalkanı ve güneş ışığında parıldayan zırhıyla cesur bir şövalye; sonra kıpkırmızı kıyafetler içinde bir uşak ve şimdi de ciddi adımlarla ilerleyen, güzel Nottingham kasabasından şişman bir kasaba sakini. Tüm bunlarla karşılaştı ama kendisi için bir macera bulamadı. Sonunda ormanın kenarındaki bir yola saptı; bu yol, üzerinde bir ağaç kütüğünden yapılmış dar bir köprünün bulunduğu geniş, çakıllı bir dereye doğru iniyordu. Köprüye yaklaştığı sırada derenin diğer tarafından uzun boylu bir yabancının geldiğini gördü. Bunun üzerine Robin adımlarını hızlandırdı, yabancı da hızlandırdı; her ikisi de karşıya önce geçmeyi düşünüyordu.
“Geri çekil bakalım.” dedi Robin. “Bırak, üstün olan önce geçsin.”
“Hayır.” diye cevap verdi yabancı.