Özden Karataş, 4 Şubat 1998’de Ankara’da doğdu. 2016 yılında başladığı Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Dil öğrenmeye ve edebiyata karşı özel bir ilgisi olan Karataş, çeşitli yerlerde öğretmenlik ve çevirmenlik yaptı.
Ön Söz
Kitabın Yazarından Okuyucuya
Hayatın ciddi şeyleri arasında sürekli debelenip durmaktan hayal dünyasında kendini bir an için neşe ve eğlencenin kollarına bırakmaktan çekinen sizler, hayatın kimseye zararı olmayan masum kahkahalardan ibaret olmadığına inanan kişiler; bu sayfalar sizlere göre değil. Derhâl yaprakları kapayın ve bu sayfadan ötesine geçmeyin. Çünkü sizleri açık bir şekilde uyarıyorum ki tarihin gerçek figürlerini kendilerine takılan isimlerle kalıplar dışında tanıyamayacağınız kadar neşeli ve renkli hikâyeler arasında rol alırken görmek hayretler içerisine düşmenize sebep olabilir. Mesela II. Henry adıyla bilinen, çabuk öfkelenen ama buna rağmen içinde hiç de kötü niyet barındırmayan, iri yapılı, asabi adam. Bir de herkesin önünde saygıyla eğildiği, Kraliçe Eleanor adıyla bilinen güzel ve zarif hanımefendi. Burada gösterişli papaz cübbeleriyle süslenmiş şişman bir adam da var; herkes onu Hereford Başpiskoposu olarak bilir. Asık suratlı ve aksi bakışlarıyla Nottingham Şerif’i de burada. Ve hepsinden önemlisi burada; yeşil ormanlarda küçük sporlarla uğraşan, neşeli şenliklerde Şerif’in yanında yerini alan, Plantagenet Hanedanı’nın medarıiftiharı Aslan Yürekli Richard adında uzun boylu, iri cüsseli, muzip bir adam var. Bunların yanında pek çok şövalye, rahip, soylular, kasaba sakinleri, çiftçiler, toprak ağaları, dilenciler, yaverler, seyyar satıcılar ve daha neler neler… Üstelik hepsi de hayatların en neşelisini, en keyiflisini yaşıyor; hepsinin ağzında eski birkaç balat dizesi, (unutulmuş balat bölümlerinden kesilip kırpılıp toplanarak bir araya getirilen) bu neşeli insanları oradan oraya gezdirir, gezdikçe şarkılar söyletir.
Burada yüzlerce sıkıcı, kasvetli yürüyüş yolu bulacaksınız; hepsi de bir sürü çiçekle süslenmiş ve kimse onları bu süslü giysileri içinde tanıyamayacak. Ve burası, soğuk sislerin ruhumuza baskı yapmadığı, yağmurun yağmadığı ancak sırtımızdan nisan yağmurlarının zarif ördeklerin boynundan süzülürcesine süzüldüğü; ağaçların sonsuza dek çiçek açtığı, kuşların her zaman şarkı söylediği; herkesin yollarda seyahat ederken doyurucu bir av bulduğu, hiçbir aklı sarhoş etmeyen birayla şarabın bir deredeki su misali akmasıyla iyi bilinen bir ülkedir.
Bu ülke bir masal diyarı değil. Nedir peki burası? Burası düş ülkesidir ve öylesine baş döndürücü bir yerdir ki eğer ondan yorulursanız yalnızca çevirin! Bu kitabın yapraklarını birbirine çarparak çevirin ve yorgunluğunuz gitsin. Siz de böylece hiçbir zarar görmeden günlük hayata yeniden uyum sağlamaya hazır olabilirsiniz.
Ve şimdi, gerçek dünya ile hiç kimsenin diyarı arasındaki perdeyi kaldırıyorum. Benimle gelir misin sevgili okuyucu? Teşekkür ederim, uzat bana elini.
Robin Hood Nasıl Kanun Kaçağı Oldu?
Eski zamanların güzel İngilteresi’nde, Kral İkinci Henry’nin hüküm sürdüğü yıllarda, Nottingham kasabası yakınlarındaki Sherwood Ormanı’nın yemyeşil korularında, Robin Hood adında ünlü bir kanun kaçağı yaşardı. Daha önce ne onun kadar ustalıkla, hızlı ve uzun oklar atabilen kurnaz bir okçu yaşadı ne de onunla birlikte yeşil ağaçların gölgesinde dolaşan yüz kırk neşeli adamı kadar sadık dostlar görüldü. Robin Hood ve adamları, Sherwood Ormanı’nın derinliklerinde neşe içinde yaşıyorlardı. Ne bir şeyden kaygılanıyor ne de herhangi bir şeye istek duyuyorlardı. Tüm zamanlarını eğlenceli okçuluk ya da sopa yarışlarıyla geçiriyor, Kral’ın geyikleriyle besleniyor, ekim ayı birasıyla susuzluk dindiriyorlardı.
Yalnızca Robin değil, tüm çete üyeleri birer kanun kaçağıydı ve diğer insanlardan uzakta yaşarlardı; yine de civardaki köylerin halkı onları severdi çünkü ihtiyacı olduğunda neşeli Robin’den yardım isteyip eli boş dönen kimse olmazdı.
Ve şimdi Robin Hood’un nasıl yasalara aykırı düştüğünü anlatacağım.
Robin henüz on sekiz yaşında, güçlü kuvvetli ve cesur bir gençken, Nottingham Şerifi bir atış müsabakası ilan ederek Nottinghamshire’da en iyi atışı yapacak olan kişiye bir fıçı bira ödül vereceğini ilan etti. “Şimdi.” dedi Robin. “Ben de oraya gideceğim çünkü sevgilimin güzel gözleri için yayımı çekmeyi ve iyi bir ekim birası içmeyi çok isterim.” Böylece kalktı, porsuk ağacından yapılmış kuvvetli yayını ve birkaç okunu yanına alarak Locksley kasabasından çıkıp Sherwood Ormanı üzerinden Nottingham’a doğru yola koyuldu.
Çalılıkların yeşillendiği ve çiçeklerin çayırları süslediği; güzel papatyaların, sarı guguk kuşlarının, güzel çuha çiçeklerinin fundalıkları kapladığı; elma tomurcuklarının çiçek açtığı, sevimli kuşların ötüştüğü, gün doğumuyla ardıç kuşlarıyla horozun uyandığı; genç delikanlılarla güzel kızların birbirlerine tatlı cilvelerle baktıkları; meşgul ev hanımlarının çamaşırlarını parlak yeşil çimenlerin üzerinde kuruttukları, neşeli mayıs ayının şafak vaktiydi. Yürüdüğü yollar boyunca etrafını saran yemyeşil ağaçlar oldukça güzeldi ve küçük kuşların tüm gücüyle şarkılar söylemek için narince kondukları hışırdayan yapraklar parlak yeşildi. Robin, Marian’ı ve onun parlak gözlerini düşünerek yürürken neşe içinde ıslık çalıyordu, çünkü böyle neşeli bahar zamanlarında bir gencin düşünceleri genellikle hoş bir şekilde sevdiği kızı düşünmeye yönelir.
Böylelikle hızlı adımlar ve neşeli bir ıslıkla yürürken Robin, aniden büyük bir meşe ağacının altında oturan ormancılara rastladı. Toplam on beş kişiydiler ve kocaman bir etli böreğin etrafında oturmuş ziyafet çekip içki içerek eğleniyorlardı. Her biri kendi midesini düşünüyor, ellerini iştahla böreğin içine sokuyor ve yediklerini yakında duran bir fıçıdan köpürerek çıkan büyük bira boynuzlarıyla ıslatıyorlardı. Adamların hepsi asker yeşili giysiler içindeydi ve o güzel ağacın yayılan dalları altındaki çayırda oturarak keyifli bir ziyafet çekiyorlardı.
Sonra içlerinden biri, ağzı yemekle tıka basa dolu bir şekilde Robin’e seslendi: “Hey, üç kuruşluk yayın ve beş para etmez oklarınla nereye gidiyorsun küçük delikanlı?”
Bunları duyan Robin sinirlendi çünkü hiçbir genç, en güzel çağlarıyla alay edilmesinden hoşlanmazdı.
“Öncelikle.” dedi. “Yayım ve oklarım gayet iyi ve ışıl ışıldır; üstelik şu an Nottinghamshire Şerifi’miz tarafından ilan edilen Nottingham kasabasındaki atış müsabakasına gidiyorum. Orada diğer cesur yiğitlerle birlikte atış yarışına gireceğim, ödül olarak da iyi bir ekim birası sunuluyor.”
Sonra elinde bira borusu tutanlardan biri: “Bakın şu delikanlıya hele! Oğlum daha dudaklarındaki ananın sütü kurumamış, iki başlı bir yayın tek telini bile çekemezken Nottingham’da güçlü kuvvetli adamlarla boy ölçüşmeye kalkıyorsun.” dedi.
“İçinizden en iyisine yirmi mark1 veririm.” dedi cesur Robin. “Meryem Ana’mızın kutsal yardımıyla altmış kulaçlık bir hedefi bile tam ortasından vururum.”
Bunun üzerine herkes yüksek sesle güldü ve biri şöyle dedi: “Ne de güzel övünüyorsun, seni güzel palavracı bebek! Ve aslında sen de iyi biliyorsun ki bahsini gerçekleştireceğin bir hedef yok.”
Bir diğeri: “Bir dahaki sefere sütüyle birlikte bira da içer.” diye bağırdı.
Bunun üzerine Robin, hırsından deliye döndü. “Dinleyin.”