Tarih ve İslâmî vakalar Buğu’nun oğluna Farsça Şir-i Kişver adını veriyordu ki Türkçe Ülke Arslanı’nın tam karşılığıdır. İl Aslan’ı göçmenleri geri getirdi. Bunlar geniş arazi sahibi yahut zengin kimselerdi. Buhara’da kalanlarsa aksine fakir ve her türlü geçim vesilesinden mahrum kimselerdi.
İlhan devlet kurdu. Öncekilerin dönüşü üzerine zâdegân sınıfını oluşturdu, diğerleri onlara itaat ve hizmet edeceklerdi. Buhara’ya dönenler arasında arazice zengin bir adam vardı ki kendisine Buhar-ı Huda unvanı verilirdi. Zira büyük bir aileye mensuptu.193 Huda kelimesi şüphesiz Hudavend tabirinin kısaltılmışı olup Buhar-ı Huda (Hudavend-i Buhara) yani Buhara beyi demektir. Türklerin himayesi altında yarı ruhanî, yarı cismanî bir devlet şekline sahip olan bu zat İran zâdegân sınıfının tanınmış reisi ve Hatun’un eşi idi. Arap istilasından az zaman önce memede bir çocuk bırakarak mevsimsiz vefat etmişti. “Hatun oğlu adına devleti idare ediyordu.194 Araplar bu çocuğu Tuğşad olarak adlandırıyorlardı ki bunun Türkçe karşılığı (doğma şad, şad çocuk, prens) demektir. Valide ve oğulun unvanları ispat ediyor ki her ikisi de Türkistan’da Pe-Lu ve kuzey askerî sınırda yerleşik bulunan siyasî ve askerî reis olan Türk hakandan egemenlik ve nüfuz hakkı elde ettikleri, Türk ise Çin Hükûmeti’nden kağanlık idarî hakları elde ettikleri ve bu sebeple Çin İmparatorluğu’nun tebai tabiîni oldukları anlaşılıyor.
Arapların istilası devrinde Maveraünnehir’de meskun ahali zengin ve fakir iki kısma ayrılmış, zengin kısmına mensup bir genç kadın bir kraliçe, Turanlı bir Türk; cins, lisan, belki mezhepçe ayrı olan bir yabancı nüfuzu vasıtasıyla İranlıların ve hatta koruyanlarının bile düşmanlık ve tahkirine hedef olan bir kimse ile avam güruhunun başına konulmuştu. Ülkeleri malikâne suretinde taksim ile fakirleri kullanım haklarından men eden eski İran kanunu yerine gelen İslâmîyet, herkesin kullanım hakkını güvence altına almış, fukara da çalıştığı kadar emeğinden faydalanacak bir hâle gelmişti. Yani fukara Allah’ın hükümleri sayesinde bir tür hürriyete kavuşmuştu. Bunun üzerine İslâm dininin İran’a girmesine gayret eden Arap orduları memleketteki fukarayı kendilerine yardımcı buluyorlardı. Zengin yerine fukara kesimini istihdam ediyorlardı. Araplar, Türklere karşı İranlıların yardım ve tiksinti damarlarını tahrik ettiler. Araplar bir an büyük bir korku içinde kaldılar. Bu hâl milâdî 706 yılında cereyan ediyordu. Maveraünnehir zâdegânı son bir gayret olmak üzere hissettikleri nefreti yenerek kendilerini Türklerin ayakları altına attılar. Pe-Lu’dan Türk süvarileri davet ederek memleketi onlara teslim ettiler. Kağanın bu zamanda göreceği çok işi vardı. İmparator Tang’la araları bozulduğu için Çinliler, Hıtay, Oğuz ve hücum eri olan Tangutlar -bunlar hakanı Araplardan çok meşgul ediyorlardı.– ile savaşıyordu. Fakat ünlü milletten başka birisi süvarilerini ücretle istihdam ederse onları şeref ve istifade yolunda koşmaktan mene güç yetiremeyecekti. Türk fırkaları, Yençü (Seyhun, Sirderya) Nehri’ni geçtiklerinde Araplar kendilerini mahvolmuş zannettiler. Buhara’nın etrafındaki memlekette sakin olan Türk ve İranlılar silaha sarılmışlardı. Soğd Beyi Tarhun195 Henek, Hüdavendi ve Verdan196 Hüdavendi ordularıyla beraber… Kendilerine kırk bin asker getiren Çin imparatorunun yeğeni Gour Neghanonn’u ücretle yanlarına almışlardı.197 760 yılında Emîr Kuteybe Buhara maiyetinden Beykent’in ele geçirilmesine azmetmiş ve ahalisi ile Soğd vesair Türk kabilelerinden yardım alarak kuvvet kazanmış idi. Bunlar boğazları, derbentleri, geçitleri zapt ederek Kuteybe, ordusunun geri dönüş hattını kesmişlerdi. İslâm orduları serdarı olan Emîr Kuteybe’nin dirayet ve şecaati Türklerin gayretine galip geldi. Türk ordusu bozuldu: “Ehl-i İslâm takip edip eriştiklerinin kimini katl ve kimini esir ettiklerinden sonra kılıç artıkları şehre çekilmeleriyle, Kuteybe yetişip şehri yıkmaya başlayınca çok mal verip anlaştılar. Kuteybe orada bir miktar adam bırakıp üzerlerine bir kişiyi vali atadı. Sonra beş konak ayrılıp gidince Türkler isyan edip şehre atanan valiyi katledip askerinin burunlarını kestiler. Bunun üzerine Kuteybe geriye dönüp kaleyi bir ay kuşattıktan sonra feth ve cenge güç yetirenlerini katletti ve etfali esir aldı… Ehl-i İslâm Beykent Kalesi’nde sonsuz mal ve değerli taşlarla süslü silahlar, gümüş ve altın tabaklar bulup hepsini yağmaladılar. Ve çok esir çıkardılar.198 Milâdî 708 yılında Emîr Kuteybe, Buhara’yı ele geçirdi.
H. 92 yılında Emîr Kuteybe Nahşeb, Nesef ve Faryab gibi şehirleri feth ve Faryab ahalisi itaatten kaçındıkları için şehri ateşe verdi. Ötede beride daha bir hayli savaşlardan sonra Soğd Beyi Tarhun ile erkek kardeşi Kürhan arasındaki nefis yarışından istifade ile Tarhun üzerine yürüdü. Ve onu dört bin nefer maiyeti ile esir ettikten sonra kendisini kardeşine teslim etti ve: Düşmanların kalplerine korku salmak için o esirlerin binini önünde, binini arkasında ve biner tanesini dahi sağ ve solunda boyunlarını vurdurdu.199
Emîr Kuteybe artık kendisine Acemlerden yardımcı asker bulmaya başlamıştı. Hatta Semerkant kuşatmasında Arap ordusunda hayli Türk bulunuyordu. 92’de Semerkant’ı feth ve içinde bir cami-i şerif bina eyledikten sonra biraderi Abdullah bin Müslim tarafından vali tayin eyledi ve şu tembihi yaptı: “Bir müşrik Semerkant’a girmek istediğinde elini çamur ile arıtıp o çamur kuruyunca şehirde eğlenmesine izin ver. Eğer kuruduktan sonra eğlenirse imansızı katleyle ve bir kâfir üzerinde bir bıçak veya bir demir aleti bulursa kendisini o alet ile katleyle.”200
Milâdî 706 yılında Kutluk Han’ın oğlu Bilge Han’ın silah taşıyan adamları yirmi binden çok değildi.201 Ve amcası Büyük Han’ın kızı ancak 77 yılında Çin veliahdıyla evlendi. Gur Nagan’ın ismi bazı yazarlarda Kurıkan şeklinde değiştirilmiştir. Taberî zikredilen ismi tamamıyla yazıyor: Kurıgan’un. Kül Tigin süvarilerini daha sonra milâdî 724 senesinde Soğdaklar üzerine sevk edip Sûret-i İbn-i Bahrü’d Darimî kumandasında bulunan yirmi bin Müslüman askerini Semerkant yakınında mağlup etti. Bu savaşta adı geçen kumandan şehit oldu.202
Araplar Türklerin mukadderatını sınırsız büyütmüş ise de kayıplar da önemsenmeyecek derecede değildi. Hatta Arapların silahları dahi yoktu. Muhtemelen İran zâdegânı ayaklanmadan önce Arapların silahlarını tamamen satın almışlardı. “Müslüman ordusunda bir mızrak elli dirhem, bir alkan elli veya altmış ve bir zırh yedi yüz dirheme satılıyordu.203 Kuteybe istihkâma çekilip savaştan vazgeçti. Harp hilesine başvurdu. Saflarının arkasında fırsat bekleyerek işini görmek ve İran zâdegânıyla şehirleri haraca kesmek ve açık memleketleri yağma etmekten çekinmeyeceği şüphesiz olan Türkler arasındaki geçimi ayrışma ve fesat mayasıyla zehirlemek için zaman kazandı. Mevsim ilerlediği ve memleket iki tarafın yaptığı ufak tefek savaşlarla iyice şirazeden çıktığı gibi Emîr Kuteybe, “milliyetçilik fikri”ni ortaya attı. Maveraünnehir’de toplanan Türklerle, Çin sınırında meskûn ve doymak bilmez yardımcıları arasında haset ve rekabet ateşi yakıp bir taraftan da ufalmakta devam etti ki bu da orduları idareye memur olan zatta bulunması gereken zekâ ve malumata Hazret-i Emir’in tamamıyla sahip olduğunu gösterir. Kuteybe’nin âmillerinden birisi olan Hayyanü’n Nebtî (yani Ârâmî, Mûsevî veya Îsevî olması muhtemel) Yezîd bin Muhalleb204 Tarhan’dan gizli görüşme talep edip bu sebeple idare-i