Sayılarla dünya tarihi. Emma Marriott. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Emma Marriott
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-8068-77-1
Скачать книгу
322’ye geldiğimizde ise Sur şehri yağmalanacak ve Fenike, Büyük İskender’in Yunan dünyasının bir parçası haline gelecekti. (bk. sayfa 35-36)

      100.000 Kehanet Kemiği

      Çin’in bilinen ilk hanedanı olan Shang Hanedanı ile ilgili sahip olduğumuz bilgilerin çoğu, MÖ 1.500 yıllarında buldukları gelişmiş bir piktografik yazı sisteminden gelmektedir. İki binin üzerinde sembolden oluşan bu yazı, bugün Pekin’in güneybatısında yer alan Shang başkenti Anyang’daki 100.000 kehanet kemiğinin üzerine işlenmiştir. Bu kemikler çoğunlukla kaplumbağa kabuğu veya öküz kürekkemiğidir.

      Shang kralları geleceği görmek adına bir kemiğin üzerine sorular yazar, sonra da kızgın bir maşayla bu kemiği ezerek onu birtakım parçalara ayırırlardı. Bu parçalar bir kâhin tarafından yorumlanır ve cevaplar bir kemiğin üstüne işlenirdi. Soruların büyük bir kısmı hava, ekinler, avcılık veya savaşla ilgiliydi; fakat kralın diş ağrısının nasıl giderileceği gibi daha özel sorular da yok değildi.

      Geleneksel olarak Shang Hanedanı’nın ortaya çıktığı yıl olarak kabul edilen MÖ 1.766 tarihinden önce, yazılı kayıtların yokluğu nedeniyle, Çin’de hayatın nasıl olduğuyla ilgili pek az şey bilinmektedir. Aşağı yukarı 13.000 sene önce Çin’de, insanların Yangtze Nehri yakınlarında toplandıkları ve pirinç yedikleri tahmin edilmektedir. Ayrıca Kuzey Çin’de, MÖ 5.000 yılı civarında Sarı Nehir bölgesindeki taşkın yataklarında tarım yapıldığına dair bulgular vardır. Taş aletlerin ve bronz ocaklarının varlığının keşfedilmesi sebebiyle bazı tarihçiler, Sarı Nehir vadisinde MÖ 2.100 yıllarında ortaya çıkmış, Xia isminde, Shang Hanedanı’ndan daha eski bir hanedanın bulunduğunu düşünmektedirler. Başka tarihçilere göre ise bu bir efsaneden ibarettir.

      Zodyak’ın 12 İşareti

      Babillilerin kaderlerini anlamak arzusuyla yıldızları incelemesi, bilim ve astronomi alanlarında yeni gelişmelere yol açmıştır. MÖ 1.000 yılına gelindiğinde ay tutulmaları tahmin edilebilmekteydi. Üstelik birtakım gezegenlerin takip ettikleri yörüngeler de şaşırtıcı bir doğrulukla haritaya aktarılmıştı. Milattan önceki ilk bin yılın içinde Babilli gökbilimciler, dünyanın yörüngesinin düzlemini ve güneşin gökyüzünde görünürde kat ettiği yıllık mesafeyi 12 eşit dilime ayırmışlardı. Her biri 30 derece olan bu dilimler, toplanınca 360 derece yapmaktaydı. Mısır, Hint ve Yunan düşüncelerine ve pek çok başka alana giren Zodyak adlı bu sistemin sembolleri, Mezopotamya’dakilerle inanılmaz derecede benzerdir. Mesela, Cennetin Boğası olan “Gu Anna” Boğa burcuna, Koca İkizler olan “Mastabba Bagal” İkizler burcuna, Akrep olan “Gitab” ise Akrep burcuna denktir.

      İsrail’in 10 Kayıp Kabilesi

      MÖ 722 yılı civarında Asurlular İsrailli 12 kabileden 10 tanesini antik Kuzey İsrail Krallığı’ndan sürmüşlerdir. Zamanla başka halklar tarafından asimile edilen ve tarihte kaybolan bu kabileler “İsrail’in 10 Kayıp Kabilesi” olarak anılırlar. Bazı dindar gruplar uzun zamandır kayıp olan bu kabilelerin gelecekte Mesih gibi geri dönecekleriyle ilgili umutlar beslerlerken, diğer bazı gruplar, bu kabilelerden geldiklerini iddia etmektedirler. Birçok kişi ise bu hikâyenin tamamen hayal ürünü olduğunu düşünmektedir.

      Bu efsanenin kökleri Asur Kralı II. Sargon’un (MÖ 722 – MÖ 705) İsrail’i ele geçirerek bir Asur eyaletine dönüştürmesinden ve 30.000 Yahudi’yi sürgün etmesine dayanır. MÖ 14. yüzyılda Babil yönetimden kopan Asurlular, hem azılı savaşçılardı hem de silah yapımı konusunda son derece yaratıcılardı. MÖ 7. yüzyıla gelindiğinde, esas yurtları Kuzey Mezopotamya’nın çok daha ötesine uzanmış, bir tarafta İran Körfezi’ne dayanan bir tarafta ise Mısır’ı kapsayan devasa bir imparatorluk kurmuşlardır. Büyük Asur krallarının sonuncularından Ashurbanipal (MÖ 668 – MÖ 627) başkent Ninova’da Orta Doğu’nun binlerce kil tablet içeren ilk organize kütüphanesini kurmuştur. Bu çivi yazılı tabletlerin 20.720 tanesi Londra’daki British Museum’da yer almaktadır.

      7 Nehrin Ülkesi

      Hint el yazmalarının en eskisi olan Rigveda, “Yedi Nehrin Ülkesi” denen ve Hindistan’da İndus vadisinin kuzey kesiminde yer alan coğrafi bölgeye ismini vermiştir. MÖ 1.400 – MÖ 1.000 yılları arasında oluşturulan Rigveda, “Veda” (bilgi) ismindeki bir Hint ilahileri ve kutsal metinleri koleksiyonunun ilk kısmını oluşturmaktadır. Bu ilahiler ve kutsal metinler, ileride birkaç modern dile birden evrilecek olan Sanskritçeyle yazılmışlardır.

      “Veda” tarzındaki inanışlar Hinduizm’in habercisi sayılır. Şiir ve ilahileriyle “Veda”, ateşin simgesi Agni, yağmurun simgesi Indra, dostluğun simgesi Mitra ve dilin simgesi Vach gibi çok sayıda tanrıyı över. “Veda” inancının merkezinde kurban etme ayinleri ve soma bitkisinin halüsinojenik özsuyunun kullanılması vardır. “Veda” ilahileri cenaze törenlerinde, geleneksel düğünlerde veya tapınak ayinlerinde okunmaya devam etse de, “Veda” yazıları modern Hinduizm’de diğer kutsal metinlere göre daha az önemlidir.

      1.8 Milyon Kelime

      Sanskritçe yazılmış destansı şiir Mahabharata dünya edebiyatındaki en uzun metindir. Tarihi milattan önce bin yılına kadar uzanan bu metin, son halini 400 yılı civarında almıştır. Birçok mitolojik ve ahlaki öyküden oluşmaktadır ve esasen iki asil kuzen arasındaki bir kavganın çevresinde şekillenmiştir. 18 parvana (kısma) ayrılan ve neredeyse 100.000 beyit ve 1,8 milyon kelime içeren bu eser, Homeros’un İlyada ve Odysseia eserlerinin toplam uzunluğunun 8 katı uzunluktadır. Mahabharata, Hinduizm’in gelişimi üzerine çok önemli bir kaynak olarak değerlendirilmekle beraber Hindular tarafından bir “dharma” (Hint ahlak yasası) metni olarak görülmektedir.

      40 Tonluk Dev Başlar

      Amerika kıtasının bilinen ilk medeniyetini yaratan Olmekler olağanüstü sanatçılardı. Geride bıraktıkları en önemli mirasları kafa şeklinde devasa heykellerdi. Bu heykellerden tespit edilmiş olan on yedisi Meksika Körfezi kıyısında çeşitli yerlerde bulunmaktadır. Üzerlerinde miğfer veya baş süsü taşıyan bu kafaların her biri farklı bir görünüşe ve kişiliğe sahiptir. Dolayısıyla bu heykellerin farklı hükümdarları temsil ettikleri düşünülmektedir. En büyükleri 3 metre yüksekliğindedir ve La Cobata’da keşfedilmiştir.

      Bu büyüklükteki diğer antik eserler gibi bu dev yapıların da yaratılması ve taşınması hatırı sayılır becerilerdir. Kafaların oyulması için kullanılan büyük bazalt parçaları 80 kilometre uzaklıktan nehir vasıtasıyla getirilmiştir. Bu parçaların taşınması sırasında sallar, kızaklar ve kaldıraçlar kullanılmıştır. Oymacılar, metal aletler bilinmediğinden, basit taş çekiçler kullanmışlardır.

      Bu kafalar genellikle büyük toprak piramitlerin yanında bulunan geniş tören alanlarının içinde yer almaktadır. MÖ 1.500 yılı civarında ortaya çıkan Olmekler kendilerinden sonra gelen Orta Amerika kültürlerini etkilemişlerdir. Bu kültürlerden bir tanesi, MÖ 400 yıllarında onların yerini alacak olan Mayalardır. (bk. sayfa 57-58)

      Roma’nın 7 Tepesi

      Antik Roma’nın yedi tepe üzerine kurulmuş olduğu söylenir. Bu tepeler şunlardır: Merkezdeki Platine, Aventine, Capitol, aslında bir volkanik yükseltinin uçurumları olan Kuirinal, Viminal, Eskuiline ve Caelian. Bu tepelere ve çevrelerindeki bölgeye ilk yerleşenler Latinler, Etrüskler ve Sabinlerdir. Milattan önce 7. ve. 8. yüzyıllarda İtalya’ya egemen olan Etrüsklerin sanat ve mimari bakımından Roma üzerinde izleri vardır.

      Roma geleneğine göre MÖ 753 yılında kurulduğu kabul edilen Roma şehrinin ilk kralı ve kurucusu Romulus’tur. Roma’nın kuruluşuyla ilgili mitlerde, Romulus’un