Kır Kurdu bu başarısı nedeniyle iyice kibirlendi ve Cahrocların gösterdiği nezaket ve iyilikle tatmin olmadı.
Göklerde dans etmek istiyordu. Kendine partner olarak parlak mavi bir yıldız seçti ve her gece birlikte dans etmek için onu yanına çağırdı. Sonunda yıldız, Kır Kurdu’nun kükremelerinden bıktı. Bir gece ona yamacın en yüksek noktasına gitmesini söyledi, kendisi de yanına inecek ve birlikte dans edeceklerdi.
Kır Kurdu bir süre epey eğlendi ama yıldız onu yükseğe kaldırdıkça üşümeye başladı. Öyle ki patileri uyuştu ve nihayet partnerinin elinden kayıp dünyanın kıyısında, yerle gök arasındaki büyük yarığa düştü. Her bir zerresi gözden kaybolana dek aşağı yuvarlandı, çünkü kır kurtlarının yıldızlarla dans etmesine izin verilemezdi.
Deli Buffalo’nun Gök Gürültüsü Kuşuyla Dövüşmesi
Çok ama çok uzun zaman önce Büyük Deniz’in etrafındaki bütün topraklar Kızılderililere aitti. Büyük Ruh, Kızıl Taş Ocağı’nda barış çubuğunu tüttürmüş ve tüm ulusları yanına çağırmıştı. Onun emri üzerine yüzlerindeki savaş boyalarını temizleyip sopa ve baltalarını gömdüler ve Büyük Ruh’un yaptığı tarzda kırmızı kum taşından pipolar yaptılar kendilerine. Onlar da barış çubuğu tüttürdüler. Böylece uluslar artık savaşmayı bırakmıştı ve her biri kendi nehir kıyısında yaşayıp geyik, kunduz, ayı veya bizon avlıyordu.
O mutlu günlerde, avcı yıldızının hemen altındaki Büyük Deniz’in kıyısında bütün ulusunun güvendiği bir Kızılderili yaşardı. Cesaret, bilgelik ve tedbirlilikte onun eline su dökebilecek kimse yoktu. Çocukluğundan beri ona büyük işler başaracak biri olarak bakılıyordu.
Bozayı ve kuvvetli buffaloyu dize getirmişti. Bir keresinde öyle güçlü bir buffalo yakalamıştı ki on iki okla bile hayvanı öldürememişlerdi. İşte o zamandan beri Deli Buffalo olarak tanınıyordu.
Bir defasında insanlara ilaç lazım oldu, onları iyileştirebilecek tek şey sihirli boynuzdu. İşte o zaman Deli Buffalo, Çiçek Dolunayı5’nda yola çıkıp, sihir değil akıl marifetiyle Büyük Boynuzlu Yılan’ın kafasından boynuzlarını kesip getirdi. Bu başarısı nedeniyle halkının büyük sevgisini kazandı, kabilenin en yaşlı ve bilge kimseleriyle bir araya gelip karşılıklı oturdular.
O günlerde en büyük sorunları gizemli Gök Gürültüsü Kuşu’ydu. Sık sık göklerde uçarken görülürdü. Ona hırpani bir görünüm veren kapkara kanatları vardı ve bu kanatlar geçtiği her yeri karanlığa gömüyordu. Ayışığıyla aydınlanan gecelerde kuşun kimseye zararı yoktu, fakat gündüz vakti ya da Ay Prensesi, ağabeyi Güneş Prensi’ni görmek üzere yola çıktığı ve parlak evinin, o güzel kızıl ışığının ardına saklandığı zamanlarda Gök Gürültüsü Kuşu, gölgesi altına düşmüş herkese fenalık ederdi.
Yuvasını herkes çok merak ediyordu ama hiç kimse onu takip etmeye cesaret edemiyordu. Hiçbir avcı bu kuşun saklanıyor olabileceği bir yer keşfedememişti. Kimi bir ağaç oyuğunda yaşadığını, kimi ise yuvasının kumtaşı mağaralarında olduğunu düşünüyordu ama yuvasını gören yoktu.
Bir kış günü, Deli Buffalo ailesine yiyecek aramak için yola çıktı. Büyük Deniz’in ötesinde, nehrin yukarısındaki kuzgunların evine yolculuk etmesi gerekiyordu. Şişmanca bir kuzgun yakalayıp omzuna attı ve dolunay, ağaç tepelerinin arasından yüzünü gösterdiği esnada evinin yolunu tuttu.
Gölü geçtiği, çadırı görüş açısına girdiği anda büyük bir gölge yanından geçerek etrafı karanlığa boğdu. Gölge kaybolunca Deli Buffalo, etrafına bakıp bu duruma neyin neden olduğunu anlamaya çalıştı. Gökyüzü açıktı, ay o kadar parlaktı ki onun yanında avcı yıldızı pek görünmüyordu. Deli Buffalo çevresindeki nesneleri sanki gündüzmüş gibi açık seçik görebiliyordu.
İlk başta hiçbir şey göremedi çünkü Gök Gürültüsü Kuşu hemen başının üzerindeydi. Ancak kuş, başının üzerinde daire çizmeye başlayınca onu görebildi. Gök Gürültüsü Kuşu aşağı doğru hızla hareket etti, genç adamın üzerine atılarak onu, avladığı kuzgunla beraber havaya kaldırdı.
Ayakları yerden kesilip gökyüzüne çıkana dek yavaş yavaş yükseldiğini hissetti ama o kadar da yükselmemişti, çünkü köyünü hâlâ görebiliyordu. Hatta kendi çadırını ve kapı eşiğindeki çocuklarını bile seçebiliyordu. Çocuklar, babalarını görünce çok korkmuşlardı. Anneleri bile onları yatıştıramadı, çünkü Gök Gürültüsü Kuşu hakkında anlatılan korkunç hikâyelerin hepsini ezbere biliyorlardı. Sık sık tırmandıkları güzel huş ağacının kökünden sökülüp cansız bir halde ormanın karanlığına gömüldüğüne bizzat şahit olmuşlardı. Savaşçıların etrafında toplandığı meşe ağacı da bu korkunç yaratık tarafından parçalanmıştı. Büyük Deniz’in üzerinde yol almak için kullandıkları kanonun yapımında, dallarını kullandıkları sarı sedir ağacı, Gök Gürültüsü Kuşu tarafından ateşe verilmişti.
Deli Buffalo, cesaretini koruyordu. Mızrağını sıkıca tutup canavarla dövüşme ânının gelmesini beklemeye başladı. Hızla kuzeye ilerlediler, Büyük Deniz’i aşıp daha da yükseldiler.
Nihayet tek bir ağacın bile yetişmediği büyük bir dağa ulaştılar. Dağın tepesi çıplak ve engebeliydi ama sağlam bir kayalıktı. Kenarları ise yer yer kaba çim tutamları ve birkaç bodur karaçalıyla kaplı yumru taşlardan ibaretti. Gök Gürültüsü Kuşu’nun yuvası, suyun üzerine sarkan yüksek bir kaya yarığındaydı. Yuvası insan kemiklerinden yapılmıştı. Kafatasları ve onların yaşarken kafalarına taktıkları tüylerle süslenmişti.
Yine de Deli Buffalo hiç korkmuyordu. Kuş yuvasına yaklaşınca ötüp mırıldanmaya başladı. Sesi, kulakları sağır edercesine yankılandı durdu. Daha da kötüsü hayvan, Deli Buffalo’yu kayalara doğru fırlatıp kanatlarıyla iterek kayalıklara doğru sürmeye çalıştı. Hayvanın kanatları genç adamın canını fena acıtıyor, sanki kızgın kömür parçalarına dokunuyormuş gibi tenini yakıyordu.
Deli Buffalo, kendini var gücüyle çekip mızrağını dengeleyerek yara almadan kaçmayı başardı. Sonunda güçlü bir darbeyle kuş, genç adamı yuvasına sokmayı başardı. Ardından kanatlanıp gözden kayboldu.
Deli Buffalo sarsılmıştı ama yalnızca bir an sürdü bu hali. Kendine gelince Gök Gürültüsü Kuşu’nun çatırtılı sesini duydu. O an, vahşi ve aç gök gürültüsü yavrularının merhametine bırakıldığını anladı. Muhtemelen onlara yiyecek olarak getirilmişti. Yavrular hemen adamın başını gagalamaya başladılar. Yaşlı kuş gibi ötüyorlardı ama onun kadar yüksek sesli değillerdi. Gerçi sayıca fazla olduklarından çıkardıkları sesler daha ürkütücüydü.
Bunların henüz yavru olduğunu gören Deli Buffalo, güçsüz olduklarını düşündü ve yaşlı kuş gözden kaybolunca yavrularla dövüşmeye kalkıştı. Gücü yettiğince yükselerek içlerinden birine mızrağıyla vurdu. Bunun üzerine bütün yavrular, Deli Buffalo’nun üstüne atlayıp kanatlarıyla ona vurmaya ve kırpıştırdıkları büyük ve kısık kan kırmızısı gözlerini ona yönelterek ellerini ve yüzünü yakan yıldırımlar fırlatmaya başladılar. Çektiği acıya rağmen genç adam yiğitçe mücadele etti. Keskin kanatlarıyla ona vurduklarında sanki zehirli bir ok onu vurmuş