Böylece Kır Kurdu’nun yanına gittiler. Yuvası, dağlarla çöllerin ortasındaydı. Burada yavşan otlarının ardına sinmiş, avcıların döktüğü kanla yere attığı etleri ya da yakalayabileceği kadar küçük ve güçsüz hayvanları gözlüyordu. Kır Kurdu daima aç kalacaktı çünkü hayvanlar yeryüzüne bırakılıp da her biri kendi avlayacağı hayvana yöneldiğinde Kır Kurdu, kendisine verilmiş olan dağ koyununu elinden kaçırmıştı. İşte bu, o zamandan beri kır kurtlarının avlanmada başarısız olmalarının nedenidir.
Cahroclar Kır Kurdu’nu, avcının yerde bıraktığı izi koklarken buldular. Onu görmeye geldiklerini öğrenince gururu okşandı ama bunu belli etmeyecek kadar kurnazdı. Ziyaret nedenlerini açıkladılar fakat Kır Kurdu hiçbir vaatte bulunmadı. Ona verdikleri yiyecekleri aldı. Biraz köpek etiyle sığır bifteği ve ayı böbreği, kısacası Cahrocların saygıdeğer misafirlerine sundukları şeylerdi bunlar. Bunun üzerine memnu niyetini daha fazla gizleyemedi, ondan istedikleri şeyi yapmayı da reddedemedi.
O akşam ava çıkmasına gerek yoktu. Bu yüzden güzelce yerinde kıvrıldı, patilerini burnunun üzerine koydu, ayaklarını ısıtmak için kuyruğunu savurdu. Ömründe ilk kez kendini rahat hissediyordu. Çok geçmeden uykuya daldı ama Cahroclar için elinden geleni yapmasının iyi olacağına çoktan karar vermişti. Çölde avlanmaktan çok daha iyiydi böylesi.
Ertesi sabah diğer hayvanlardan yardım istemek için erkenden yola çıktı, çünkü bu görevi tek başına yapamazdı. Küçük hayvanlar yardım isteğini reddetmeye cesaret edemedi, büyük hayvanlar ise zavallıcığın haline acıdıklarından ona yardım eli uzatmayı kabul ettiler.
Kır Kurdu, Cahrocların kampına en yakın yere bir kurbağa, sonra belli aralıklarla sırasıyla bir sincap, yarasa, ayı ve panter yerleştirdi. Bu hayvanları güçlerine ve yolun zorluğuna göre sıraladı. Son olarak bir Cahroc, yaşlı cadıların yaşadığı kulübenin yakınlarındaki çalılıklarda saklanacaktı.
Ardından Kır Kurdu, yavaşça ilerleyip içeri girmek için kapıyı tırmaladı. Kız kardeşlerden biri, kapıyı açıp onu içeri aldı. Sefil bir kır kurdundan hiç korkuları yoktu. Hayvan, yorgun bir halde odanın ortasına yürüdü ve sanki bitap düşmüş gibi yere yığıldı. Zangır zangır titrediğinden çadırın direği sallandı.
Ateş başında oturmuş alabalık pişirmekte olan iki yaşlı cadı dönüp ona baktı. Cadılardan biri, “Çok üşüyorsan, ateşe yaklaş,” dedi. Sonra alevlerin tam karşısında Kır Kurdu’na yer açtı.
Kır kurdu ateşe yanaşıp başını patilerinin arasına alarak uzandı. İyice ısınıp artık sıcaktan rahatsız olunca, kesik kesik bağırarak dışarıda onu bekleyen adama iki kez işaret verdi.
Yaşlı cadılar, sıcak pek hoşuna gittiği için bağırdığını sandılar. “Ha! Ha!” diye güldüler, “Cahroclar onun yerinde olmayı nasıl da isterdi!”
Tam o sırada korkunç bir gürültü duyuldu, eve çekiçler vurulup taşlar atılıyordu. Yaşlı kadınlar düşmanı uzaklaştırmak için dışarı çıktılar.
Kır Kurdu yarısı yanmakta olan bir odun parçası kaptı hemen, bir kuyrukluyıldız gibi göz açıp kapayıncaya değin patikayı aştı. Cadılar peşinden koştular ama onların çığlıklarını işitince hayvan daha da hızlı koşturdu.
İyiden iyiye yaklaşmışlardı ona, neredeyse Kır Kurdu’nu yakalayacaklardı, hayvanın gücü de tükenmek üzereydi. Kadınlar onu yakalamak üzere ellerini uzatmışlardı ki Kır Kurdu var gücüyle ucu yanmakta olan odunu sıradaki ilk hayvana fırlattı.
Panter odunu alıp uzun sıçrayışlarla dönemeçli yol boyunca ilerledi. Cadılar onu takip ettiler ama yetişmek ne mümkün? Panter, ateşi hiç güçlük çekmeden Ayı’ya devretti.
Ayı pek beceriksiz olduğundan odunu birkaç kez yere düşürdü. Böyle olunca yaşlı kadınlar ona yetişmeyi başardılar. Eğer hiç beklenmedik bir anda Yarasa yetişip de yarısı yanan odunla birlikte havaya yükselmeseydi, Cahroclar sonsuza dek ateşten mahrum kalacaktı. Yaşlı Ayı’ya gelince, bitkin düşmüş bir halde ağaca doğru yuvarlandı.
Yarasa, ağaçların üzerinden dolanarak yaşlı kadınları peşinden sürüklüyor, bir yükselip bir alçalarak başlarına değecek gibi yapıyordu. Sonunda kadınlar neredeyse pes edeceklerdi.
Yarasa’nın yüksek bir yerden odunu bıraktığını ve odunu Sincap’ın kaptığını görünce cesaretlendiler. “Sincap’ı kolayca yakalarız,” diye düşündüler ve eteklerini kaldırıp son hızla takibe devam ettiler.
Bütün bu zaman boyunca odun yanmaktaydı. Artık ateş uç kısma öyle yaklaşmıştı ki Sincap zar zor tutabiliyordu. Ama çok cesur bir arkadaştı, ağaçların arasından hoplaya zıplaya ilerledi. Gerçi kuyruğu fena halde yanmış, omuzlarının üzerinden kıvrılmıştı. Yanık izleri, o gün bugündür bedenindedir.
Tam ateşi düşürmek üzereydi ki Kurbağa’yı gördü. Odun iyice küçülmüştü. Kurbağa ateşi zar zor alabildi Sincap’ın elinden, sonra hiç zaman kaybetmeden koşturdu. Ateşin dumanı gözlerini bulandırdı ve nefesini kesti, bu nedenle yavaşlamaya başladı. Böylelikle yaşlı cadılar çok geçmeden ona yetiştiler. O sonuncu hayvandı ve Cahrocların köyüyle arasında sadece bir gölet vardı. Kalbi göğsünden çıkacak gibi atıyordu. Kurbağa, suya atlamadan evvel derin bir nefes alabilmek için elindeki ateşi yere bıraktı. Yaşlı cadılar, hayvancağızın üstüne atlamak üzereydiler.
Tabii Kurbağa çok hızlı davranmıştı. Cadıların elinden kurtuldu, odunu yuttu ve göle atladı. Kadınlar da ardından atladılar ama çabaları boşunaydı, çünkü yüzme bilmiyorlardı. Böylece kurbağa kurtuldu. Cadılar ise nehrin ağzındaki kulübelerine geri dönmeye mecbur kaldılar.
Cahroclar göletin hemen kenarında beklemekteydi. Kurbağa gözükünce, sevinç çığlıklarıyla onu karşıladılar. Peki ama ateş neredeydi? Ağzındaki alevleri tükürerek bu sorunun cevabını hiç zaman yitirmeden vermiş oldu. Ne var ki Kurbağa kuyruğunu kaybetmişti, yerine bir yenisi de çıkmadı. İribaşların hâlâ kuyruğu vardır ama yetişkin kurbağa haline geldiklerinde, Klamath ülkesindeki bataklıklarda yaşayan tüm hayvanların kralı olan cesur atalarına saygıları nedeniyle kuyruklarını atarlar.
Ateşi getirmekteki başarısının ardından Kır Kurdu, Cahrocların sevgisini kazandı ve kampa getirilen en leziz yiyeceklerle beslendi.
Artık et ve mısır pişirebildikleri halde memnun değillerdi. Kır Kurdu’nu şimdi de alabalığı getirmesi için kandırmaları gerekiyordu. Bu büyük ve parlak balıkların nehrin ağzındaki büyük bir su bendinde bulunduğunu, anahtarın da ateşi çaldığı yaşlı cadıların elinde olduğunu anlattılar.
Kır Kurdu bu işe gönüllüydü gönüllü olmasına ama tedbiri de elden bırakmak istemiyordu, “Kürküm değişene kadar biraz bekleyin, böylece cadılar beni tanımazlar,” dedi.
Kır kurdunun kürkü incelip rengi açılıncaya kadar beklediler. Hayvan hazır olunca şarkılar söyleyerek köyün çıkışına kadar ona eşlik ettiler.
Günler boyu Klamath ülkesinin güneyine doğru yol aldı, sonunda nehrin ağzına ulaştı ve yaşlı cadıların evini gördü. Kapıyı tıklattı. Kadınlar ateşin başında uyumaktaydı ama biri gürültüden uyanıp “İçeri gir,” diye homurdandı.
Ateşi çalmaya geldiğindeki gibi başını büküp kuyruğunu düşürmek ve yorgun gözükmek yerine, Kır Kurdu bu defa başını dik tuttu, kuyruğunu salladı ve sırıttı. Artık