İnsanlığın yeme tarihi. Tom Standage. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Tom Standage
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-8068-79-5
Скачать книгу
onun avcı-toplayıcıların değişken ve konargöçer yaşam tarzlarının zor ve zahmetli yapısından çıkmasına yardımcı olmuştur. Şayet bugün tarım “icat edilmiş” olsaydı herhalde buna müsaade edilmezdi; yine de tarım tüm olumsuzluklarına rağmen uygarlığımızın altyapısını oluşturmaya devam etmektedir. Özetle, evcilleştirilmiş hayvan ve tarımsal ürüne dönüştürülmüş bitkiler bugün içinde yaşadığımız modern dünyanın temellerini atmıştır.

      2. BÖLÜM

      Besin ve Toplumsal Yapı

      3

      Besin, Zenginlik ve Güç

      Zenginliği elde etmek kolay değildir, ancak yoksulluk her daim yanı başımızdadır.

–MEZOPOTAMYA ATASÖZÜ, M.Ö. 2000

      Tamirci, Terzi, Asker ve Denizci

      Standart Meslekler Listesi uygarlığın doğuşundan günümüze miras kalan bir belgedir. Küçük kilden tabletler üzerine çivi yazısıyla işlenmiştir. Belgenin M.Ö. 3200’lere kadar giden en eski nüshaları, yazının ve şehirlerin ilk ortaya çıktığı bölge olan Mezopotamya’daki Uruk şehrinde (bugünkü Erek) bulunmuştur. Kâtipleri yetiştirmek için kullanılan standart bir metin olduğu için nüshaların çoğu uzun süre varlığını korumuştur. Liste, en önemli meslekler yukarıda olacak şekilde sıraya göre yazılmış 129 meslekten oluşmaktadır. Tabletlere işlenen ve bugün çoğunun ismini bilmediğimiz meslekler arasında şunlar vardır: “yüksek yargıç”, “belediye başkanı”, “bilge”, hükümdarın maiyetinde bulunan “nedim” ve “ulak nezaretçisi”. Liste, o zamanlar muhtemelen dünyadaki en büyük şehir olan Uruk’un nüfusunun (kimilerinin diğerlerine göre daha önemli sayıldığı) farklı mesleklere bölünmüş tabakalı bir yapıda olduğunu göstermektedir. Bu, bize yaklaşık beş bin yıl önce bölgede ortaya çıkan çiftçi köylerinden tamamıyla farklı bir tablo sunmaktadır. İşte besin, bu dönüşümün temelini oluşturur.

      Küçük eşitlikçi köy topluluklarından büyük, tabakalı şehir toplumlarına geçiş, nüfusun bir kısmının kendi ihtiyacının ötesinde bir besin üretimini gerçekleştirmesi, diğer bir deyişle tarımın daha yoğun bir şekilde yapılması sayesinde mümkün olabilmiştir. Elde edilen bu fazla besin (artı ürün) de nüfusun diğer bölümünü geçindirmek için kullanılabildiğinden, herkesin doğrudan doğruya tarımsal faaliyette bulunması gereği de ortadan kalmıştır. Uruk şehrinde nüfusun yalnızca yüzde seksenlik bir bölümü tarımla uğraşmaktaydı. İnsanlar, on millik bir yarıçapa sahip devasa bir çember içerisinde şehri çepeçevre saran tarlalarda çalışıyorlardı ve ürettikleri artı ürünlere, toplumun tepesindeki yönetici seçkinlerce el konuluyordu. El konulan artı ürünün bir kısmı yeniden dağıtılıyor, geri kalanı ise yönetici seçkinlerin kişisel tüketimlerine gidiyordu. Toplumdaki bu tabakalaşmayı mümkün kılan tarımsal artı üründür ve bu yalnızca Mezopotamya’da değil, dünyada tarımın yapıldığı hemen her köşede böyle olmuştur. İnsani varoluşun doğasını değiştirmedeki işlevi göz önüne alındığında besinin insanlık tarihinde oynadığı ikinci önemli rol budur. Tarıma geçmeyle insanlar yerleşik yaşama adım attılar. Tarımsal üretimdeki artış da beraberinde insanların zengin ve yoksul, yöneticiler ve çiftçiler diye ayrılmasını mümkün kıldı.

      İnsanların farklı işleri ve meslekleri olduğuna ve kimilerinin diğerlerine göre daha zengin olduğuna dair görüş, bugüne kadar doğal bir durum olarak kabul edilmiştir. Gelgelelim insani varoluşun büyük bir bölümü için böylesi bir durum geçerli değildir. Gerek avcı-toplayıcıların gerekse de ilk çiftçilerin büyük ölçüde eşit derecede servetleri vardı ve günlerini de topluluk içindeki diğer insanlar gibi benzer işlerle uğraşarak geçirirlerdi. Bizler besini ya bir masa etrafında toplanmada ya da mecazi olarak ortak bir yöresel ya da kültürel mutfağı paylaşıyor olmaktan dolayı, insanları bir araya getiren bir şey olarak düşünürüz. Oysa besin “ayırmaya” ve “bölmeye” yol açar. Antik dünyada besin zenginlik demekti. Besinin kontrolünü elde tutmak ise iktidarı elde tutmakla eş anlamlıydı.

      Tarıma geçişle birlikte besin üretimindeki değişimler ile sosyal yapıda buna bağlı olarak gerçekleşen dönüşümler eş zamanlı olduğu gibi bunlar, birbiriyle iç içe geçen süreçlerdi. Ne toplumun yönetici seçkin tabakası, aniden ortaya çıkıp insanları tarlalarda ölesiye çalıştırmaya zorladı, ne de üretimdeki artış, hemen akabinde bir artı ürünü açığa çıkarıp, kazananın başına taç takıp kral olduğu bir savaşın başlamasına yol açtı. Buna karşılık, avcı-toplayıcı yaşam tarzının terk edilmesi, daha önce kişilerin mal biriktirip saygınlık elde etmede (her ikisi de avcı-toplayıcıların onaylamadığı şeylerdi) önlerindeki engellerin artık kalkması anlamına geliyordu. Yine de gelişmiş toplumların ortaya çıkması belli bir zaman aldı. Mezopotamya’da basit köy topluluklarından gelişmiş şehirlere olan geçiş yaklaşık beş bin yıl sürdü. Benzer şekilde bu geçiş Çin’de ve Amerika kıtasında binlerce yılı buldu.

      Besinin kontrolü güç demekti, çünkü insanların ve hayvanların beslenmesini mümkün kıldığı ölçüde besin diğer her şeyin sürekliliğini sağladı. Çiftçilerin ürettiği artı ürüne el koymak, toplumun yönetici seçkinlerine kendi kâtiplerini, askerlerini ve zanaatkârlarını beslemede gerekli imkânı yaratmıştı. Toprağın ekilip biçilmesi işiyle uğraşan çiftçiler herkese yeten besin üretimini gerçekleştirmekteydi; bu da ister istemez beraberinde nüfusun belirli bir bölümünün inşaat işleri gibi hizmetlere kaymasını sağladı. Sonuç olarak elde biriken artı ürün yepyeni şeyler oluşturmada, bu artı ürünü elinde tutan kişiye bir güç verdi. Bununla savaşlar finanse edildi; tapınaklar ve piramitler inşa edildi; özel heykeltıraşlar, dokumacılar ve metal işçilerince üretilen görkemli sanat eserlerinin üretimine destek olundu. Besinin insanlara sağladığı bu gücün kökenlerine inmek için işe avcı toplayıcı toplulukların yapısını incelemekle başlamak ve insanların eskiden, besin ve güç birikimini niçin bu derece tehlikeli ve istikrarsızlaştırıcı bir şey olarak kabul ettikleri –ve bunun niçin değiştiği– sorusunu sormak burada anlam kazanmaktadır.

      Antik Eşitlikçiler

      Avcı-toplayıcılar, karınlarını doyurmak için besin elde etmede aşağı yukarı haftada iki günlerini harcamış olsalar da besinin yaşamları üzerinde bir hâkimiyeti yoktu. Avcı-toplayıcı grupları, konargöçer bir yaşam sürdürmek; geçici olarak konakladıkları kamp alanı etrafındaki besin kaynaklarının azalmasıyla birlikte birkaç hafta geçmeden başka yerlere göçmek ve göç etmeye başladıkları zaman da her şeylerini yanlarına almak durumundaydılar. Tabii her şeyi taşımak zorunda kalmak, mal biriktirmelerini engelliyordu. Örneğin, Afrikalı bir avcı-toplayıcı ailesi üzerine araştırma yürüten antropologların çıkardıkları bir envantere göre avcı-toplayıcı bir ailenin, herkesin ortak kullandığı bıçak, mızrak, yay ve oklar, bileklik, ağ, sepetler, keser, düdük, flüt, kastanyet, tarak, kemer, çekiç ve şapka gibi araç ve gereçlere sahip olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bugün gelişmiş dünyada yaşayan sadece birkaç aile sahip olduğu şeyleri böyle tek bir cümle içerisinde listeleyebilir. Ayrıca bu araç ve gereçler, ortak mal olduğu için herkes tarafından da serbestçe kullanılmaktaydı. Herkesin kendi bıçağını ya da mızrağını taşımasındansa, bunların paylaştırılması daha mantıklıdır; çünkü grup içindeki kişiler bir başka seferde ağ ya da yay gibi diğer aletleri taşıyabilirler. Araç ve gereçlerin ortak kullanıldığı gruplar, bunların bireylerce kıskanç bir şekilde korunduğu ya da saklandığı gruplara göre daha esnek olabildikleri gibi hayatta kalmada başarı şansları da bir o kadar fazladır. Özetle, eşyaların ortak kullanımına yönelik