İçki yasağının peşindeki reformcular, 19. yüzyıldan beri bu uygulamanın hayata geçmesi için baskı yapıyorlardı. Kölelik karşıtları ve Susan B. Anthony (1820–1906) gibi pek çok feminist, yasağın arkasında duruyordu. Onlara göre yasak, kadınları sarhoş kocaların şerrinden koruyacak ve gecekondu semtlerindeki koşulların düzelmesine yardımcı olacaktı.
Beklenenin aksine yasak, 1920 ve 1930’larda büyük bir suç dalgasının ortaya çıkmasına neden oldu. İçki kaçakçılığı patlama yapmıştı. Al Capone (1899–1947) gibi gangsterler Kanada gibi ülkelerden içki getirmek ve bunu yasadışı içki satılan barlara dağıtmak için güçlü bir şebeke kurdular. Neredeyse her Amerikan şehrinde “speakeasy” adıyla anılan bu tip barlar açılmıştı. Al Capone’un silahlı adamlarının yedi rakibini öldürdüğü 1929 Sevgililer Günü Katliamı gibi olaylar Amerikalıları şok etti.
Buna ek olarak pek çok Amerikalı illegal yollardan kendi içkilerini üretmenin peşindeydi. Bu içkilerin üretimi son derece riskliydi. Kimileri ise kokain, marihuana ve afyon gibi maddeleri kullanmaya başladılar.
Zamanla yasa büyük ölçüde görmezden gelinmeye başlandı. Öyle ki söylendiğine göre Başkan Warren G. Harding (1865–1923) bile Beyaz Saray’daki poker partilerinde içki servisi yaptırıyordu. 1920’lerde yasanın kaldırılması için dile getirilen taleplerde büyük bir artış oldu. Kongre 18. ek maddedeki değişikliği 1933 yılında kaldırdı. Öte yandan kimi eyaletlerin, yasağı sürdürmelerine göz yumuluyordu. Bu imkandan pek az eyalet yöneticisi yararlanmak isteyecekti.
1- Tahminlere göre yasak döneminde üretilen içkilerin sertliği, yasağın öncesi ve sonrasına göre %150 daha fazladır.
2- 18. ek maddedeki değişiklik, Amerikalıların haklarına kısıtlama getiren yegane anayasa değişikliğidir. Aynı zamanda 1933 yılında 21. ek maddeyle ortadan kaldırılmasıyla, kaldırılan yegane anayasal düzenleme olmuştur.
3- F. Scott Fitzgerald’ın “The Great Gatsby” romanındaki Jay Gatsby karakteri geçimini yasadışı alkol ticaretinden sağlamaktadır.
Jesse Owens
1936 yılındaki Berlin Olimpiyat Oyunları, Alman diktatör Adolf Hitler için aryan ırkın üstünlüğünü dünyaya ispat etmenin bir vesilesiydi. Tam da bu nedenle eski bir kölenin torunu ve bir maraba çocuğu olan Afro-Amerikalı Jesse Owens’ın (1913–1980) atletizm dalında dört altın madalya kazanarak müsabakaların yıldızı haline gelmesi onun fazlasıyla canını sıkmıştı. Hitler’i yerin dibine sokan Owens, II. Dünya Savaşı öncesindeki küresel gerilim döneminde uluslararası bir kahraman haline gelmişti.
Owens ilk kez Ohio Üniversitesi’nde ikinci sınıf öğrencisiyken dikkatleri üzerine çekti. 1935 yılında Big Ten Şampiyonası’nda yarışıyordu. 45 dakika içerisinde dört yarışa katılmış ve hepsini kazanmıştı. Üç dünya rekoru kırmış, dördüncüye ise ramak kalmıştı.
Bir yıl sonraki olimpiyatlarda Owens, ulusal bir yıldızdan uluslararası politik bir sembole dönüşecekti. 100 metre ve 200 metre koşularda, yüksek atlamada ve 4x100 metre bayrak yarışlarında büyük başarı elde etmişti.
Owens başlangıçta bayrak yarışı takımında değildi. O ve bir başka Afro-Amerikalı yarışçı olan Ralph Metcalfe (1910–1978), Marty Glickman (1917–2001) ve Sam Stoller (1915–1983) isimli iki Yahudi atletin yerine sahaya çıktılar. Söylendiğine göre Nazi memurlar, ABD’lilerden rejimi kızdırmamak için Yahudi atletleri takımdan çıkarmalarını istemişlerdi. Öte yandan Hitler kendi adına siyah atletlerle el sıkışmayı reddetmişti.
Olimpiyatlardan sonra Owens profesyonel bir atlet olmak için okulu bıraktı. Siyahi olimpiyat kahramanı için herhangi bir destekten yararlanma şansı olmadı. Öyle ki, ekmeğini taştan çıkarmak durumundaydı. Ailesine destek olmak adına, köpeklerden atlara kadar her türden rakibe karşı yarışarak hayatını kazanmak zorunda kaldı. 1950’lere gelindiğinde ise kendi halkla ilişkiler firmasını kurmuş ve başarılı bir eğitmen olmuştu. Altmış altı yaşında akciğer kanserinden öldü.
1- Asıl adı James Cleveland Owens’tı. Alabama’da doğmuş ve dokuz yaşındayken Cleveland’a göç etmişti. Okuldaki ilk gününde öğretmeni adını sorduğunda, “J.C” dedi. Öğretmen yanıtın “Jesse” olduğunu sanmış ve böylece adı Jesse olarak kalmıştı.
2- Owens tek olimpiyatta dört altın madalya birden kazanan ilk Amerikalıydı.
3- 1976 yılında Başkan Gerald Ford (1913–2006) Owens’a, Amerika’nın en büyük sivil onur madalyası olan Özgürlük Nişanı’nı taktı.
4- Owens, 1936 Olimpiyatları’ndaki ilk iki girişiminde yüksek atlama finaline katılmayı başaramadı. Üçüncü ve son denemesinden önce Hitler’in aryan ırkının tipik bir simgesi olan uzun boylu ve sarışın Luz Long (1913–1943) Owens’a sıçramasını basma tahtasının birkaç santim gerisinden yapmasını önermişti. Owens, Alman’ın önerisini dinledi ve finallere katılacak dereceyi kolaylıkla elde etti. Devamında ise Owens altın, Luz gümüş madalya kazandı. Maçtan sonra birbirlerine sarıldılar. Luz II. Dünya Savaşı sırasında öldü. Owens, Luz’un ailesi ile irtibatını hiç kesmedi.
Betty Boop
Bir animasyon karakteri olarak kısa ömürlü olmasına rağmen cilveli ve balık etli Betty Boop, animasyonun çocuk eğlencesinden öteye geçebileceğini ispat etmişti. Seksi bir vodvil şarkıcısının animasyonu olan Betty Boop, 1930–1939 yılları arasında Paramount Pictures tarafından yetişkinler için çekilen bir dizi animasyonda boy gösterdi.
Betty Boop 1920’lerin şarkıcısı Helen Kane’den (1910–1966) esinlenilerek yaratılmıştı. Boop’un, Kane’le pek çok ortak özelliği vardı. Kısa saçları, tiz sesi ve kick-line dansları (Ayrıca meşhur bir nidası vardı: Boop-Oop-A-Doop!).
Kane’i model alan film yapımcısı Max Fleischer (1883–1972), kısa animasyonlar için başlarda Kane’e kısmen benzeyen bir Betty Boop karakteri yaratmıştı. Betty, 1930’larda ilk kez ortaya çıktığında bir Fransız kanişiydi. 2 Ocak 1932 tarihinden itibaren Any Rags filmiyle birlikte, bilinen insan tiplemesiyle resmedilmişti. Bir yıl kadar önce ses sanatçısı Mae Questel (1908–1998) Betty’i seslendirmeye başlamıştı. 1939 yılında yapılan son Boop çizgi filmi olan Yip Yip Yippy’e kadar bu görevi sürdürecekti.
1930’ların büyük animasyon projeleri genellikle Fleischer Studios ve Walt Disney tarafından yapılıyordu. İki stüdyo arasında önemli farklar vardı. Disney’in genellikle çocuklara hitap eden yaklaşımına karşılık Fleischer animasyonlarında yetişkinlere uygun içeriklere de yer verilebiliyordu. Betty Boop sıkça açık giysiler giyiyordu. Şarkıları ve dansı, belirgin bir erotizmi barındırıyordu.
Stüdyo, sonunda Boop’u yumuşatmak zorunda kaldı. Zira 1934 yılında Sinema Üreticiler ve Dağıtıcıları Derneği, Hays Code adı ile bilinen bir dizi sektör kuralını uygulamaya koymuştu. Bunların arasında animasyonlarda dahi olsa kadınlar için uyulması gereken bir dizi kıyafet kuralı bulunuyordu. Yasanın çıkmasının ardından Betty Boop