On dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyılın başlarındaki iyimserlik, hukuk kurallarının anlaşmazlıkları çözebileceği inancı da dahil olmak üzere, I. Dünya Savaşı gerçeği tarafından parçalanmıştı. Yalnızca orduları değil bütün halkları da içine dahil eden mücadelenin daha da umutsuz bir hale gelmesiyle birlikte, ahlak ve mutabakat sağlanan savaş zamanı sözleşmeleri, hayatta kalmak için verilen acımasız bir savaşın sonucu olarak bir tarafa atılmıştı.
3. Bölüm
TOZ DUMAN DAĞILINCA
Avrupa, I. Dünya Savaşı’nda çok derin bir yara almıştı. Toprak, sanayi gücü, kaynaklar ve pazarlar için rekabet eden ülkeler, tüm kıtada büyük tahribat yaratmıştı. Hayatta kalan ve medeniyetin vahşete dönüştüğüne tanık olanlar, Kasım 1918’deki ateşkesin ve Haziran 1919’daki Versay Barış Antlaşması’nın uzun süreli barış getireceğini umuyordu.
İflas eden Avrupa kendini yeniden inşa etmeye başlarken, savaş zamanı ticaretinden ekonomik açıdan güçlü olarak çıkan ABD ve Japonya, bu gücü sürdürmeye devam ettiler. Ancak, “Kükreyen Yirmili Yıllar” boyunca patlama yapan Amerikan ekonomisi 1929’da çökerek Büyük Depresyon’a yol açacak, uzun yıllar süren kitlesel işsizliğe ve dünyanın her yanında sosyal huzursuzluğa neden olacaktı.
Demokrasiye ve kapitalizme olan inancını kaybeden bazı ülkeler, totaliter devlet biçimlerine döndüler. Kökeni İtalya olan faşistler, liberal demokrasileri modası geçmiş olarak gördüler ve sosyalizm ya da komünizm gibi yeni fikirlere karşı çıktılar. Askeri diktatör Benito Mussolini liderliğindeki İtalyan faşist tek parti devleti, liberal değerlerin, demokrasinin ve bireysel hakların üzerinde yeni bir disiplin, ulusal görev, hukuk ve asayişe yönelik değerler sistemini uygulamaya koydu. Almanya, bireysel özgürlükleri reddederek, devletin yararına olacak ekonomik verimlilik esasına dayalı bir tür devlet sosyalizmi olan Nasyonel Sosyalizm ya da Nazizm’i öne çıkardı.
Ekonomik karanlığın ortasında, I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Demokratik Weimar Almanya Cumhuriyeti, savaş tazminatları, borçlar ve hiper enflasyon yükü altında başarısızlığa uğradı ve böylece Nazilere bir kapı açmış oldu. Liderleri Adolf Hitler, Almanya’yı bir kere daha genişletmeyi planlamaktaydı. İtalya’da kendine Mussolini gibi doğal bir müttefik bulacak ve dünyayı birinci savaştan çok daha geniş çaplı bir küresel çatışmanın içine sokacaktı.
Her iki savaş arasında geçen yılların ekonomik ve siyasal karmaşasına rağmen, bilimde büyük bir ilerleme kaydedildi. 1927’de ortaya atılan, evrenin milyarlarca yıl önce bir “Big Bang” veya Büyük Patlama sonucu ortaya çıktığını ve maddenin enerjiden yaratıldığını iddia eden önerme de dahil olmak üzere bilimde yepyeni düşünceler ortaya atıldı. Bu teori, arka plandaki kozmik mikrodalgalar gibi fenomenlerin en iyi açıklaması olmayı sürdürüyor. II. Dünya Savaşı’ndaki bilimsel çabaların çoğu silahları geliştirmeye odaklanmış olsa da, aynı zamanda tıbbi tedaviler konusunda gelişmelere de yöneltilmişti.
1918 yılının “on birinci ayının on birinci gününün on birinci saatinde” Batı Cephesi’ndeki silahlar ateş etmeyi durdurdu ve Büyük Savaş sona erdi. Savaş alanının suskun ortamında Müttefik bir onbaşı şunları söylemişti: “Almanlar siperlerinden çıktılar, başlarını eğerek selam verdiler ve sonra da gittiler. Hepsi bu kadardı. Kutlama yapmak için elimizdeki kurabiyeler dışında hiçbir şey yoktu.” Paris, Londra ve New York’ta kutlamalar bundan daha canlıydı. Dört yıllık kanlı çatışma bitmişti.
Fakat pek çok savaş yorgunu ve yetersiz beslenmiş asker, savaş alanlarına yayılan, birliklere ve daha geniş nüfusa bulaşan ölümcül bir virüs yüzünden evlerine hiçbir zaman ulaşamayacaktı. 1918-1920 yılları arasındaki iki yılda her yanı saran grip salgını, dünya nüfusunun yüzde 5’inin yani I. Dünya Savaşı’nda öldürülenlerin sayısından pek çok kat fazlası olan tahmini 50 ila 100 milyon kişinin yaşamına son verdi. Tarafsız ülke İspanya’da salgının sonuçları, başka yerlerde siyasallaşmış olan savaş bildirimlerinin aksine, doğru sayılarla ilan ediliyordu ve bu da salgının “İspanyol Gribi” lakabıyla adlandırılmasına yol açmıştı. Bu salgın, modern tarihin en yıkıcı salgınıydı.
1918’de yayımlanan bir Amerikan tıp dergisi, tıp biliminin kendini dört buçuk yıl boyunca insanları ateş hattına koymaya adadığına ve şimdi tüm gücünü “öncekilerin hepsinden daha büyük bir düşman olan bulaşıcı hastalıkla mücadele”ye yöneltmesi gerektiğine dikkat çekti. Mikrop teorisi, antiseptikler ve aşılardaki gelişmelerle birlikte halkın seyahat kısıtlamalarını kabul etmesi, virüsün durdurulmasına yardımcı oldu.
Kasım 1918’de yapılan ateşkesle Almanya, ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın adil bir barış için temel olacak şartlarını kabul etti: Bu “On Dört Nokta”, ulusların kendi farklılıklarını savaşla değil müzakereler yoluyla ve ABD müdahalesine ihtiyaç duymadan kendi aralarında çözümledikleri ve aynı milliyetten vatandaşların kendilerini yönetmek için özerkliğe sahip oldukları bir dünyayı öngörüyordu. Hiçbir imparatorluk yapılanması olmayacak, silahlar ve kuvvetler azaltılacak, gizli antlaşmalar yapılmayacak ve dünya barışını korumak için uluslararası bir Milletler Cemiyeti kurulacaktı.
Woodrow Wilson, İngiliz Başbakanı David Lloyd George ve Fransız Başbakanı Georges Clemenceau tarafından temsil edilen Müttefikler, bu idealleri göz önünde bulundurarak, Almanya’ya sunacakları resmi barış şartları üzerinde sekiz ay çalıştılar. Bu şartlar Versay Antlaşması içinde düzenlendi ve 28 Haziran 1919’da Paris yakınlarındaki Versay Sarayı’nın Aynalı Salon’unda Alman Weimar Cumhuriyeti (Alman İmparatorluğu’nun halefi) tarafından imzalandı.
Versay Antlaşması, diğer antlaşmalarla birlikte, yıkılan Merkezi Güçler’in topraklarını -Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorlukları- parçalara böldü. Savaşı başlatma suçu doğrudan Almanya’nın omuzlarına yüklendi ve Almanya bu yüzden, savaştan zarar gören ülkelere maddi tazminat ödemek zorunda bırakıldı. Alsas-Loren Fransa’ya geri verildi, diğer Alman toprakları İngiltere, Belçika, Danimarka, Çekoslovakya, Polonya ve Rusya mandasına girecekti ve Doğu Avrupa devletleri olan Estonya, Litvanya ve Letonya yaratılacaktı. Alman ordusu 100.000 kişiye, deniz kuvvetleri altı gemiye indirildi ve tek bir denizaltı bırakılmadı. Ayrıca Alman hava kuvvetleri diye bir şey olmayacaktı. Hayati bir sanayi bölgesi olan Rhineland’ın (Ren Vadisi) batısı (Batı Almanya), üzerinde on beş yıl boyunca Müttefik işgal ordusunun bulunacağı askerden arındırılmış bir bölge haline geldi. Almanya’nın Avusturya ile tekrar birleşmesi yasaklandı.
Clemenceau ve Fransızlar bu antlaşmanın sadece Almanya’ya bir ceza olarak yapıldığını düşünüyorlardı; ancak Fransız Mareşal Ferdinand Foch, yeni nesil Almanların uğradıkları yenilginin intikamını almak isteyeceklerini öngörerek bu şartları çok yumuşak buluyordu. “Bu bir barış değil,” diyordu Foch “yirmi yıl sürecek bir ateşkes.” Woodrow Wilson ve Lloyd George, Almanya’yı komünizmin yayılmasına karşı bir kale gibi hazır olarak yanlarında tutmayı bir avantaj görerek antlaşmanın çok sert olduğunu düşünüyordu (bkz. sayfa 62).
Alman halkı bu antlaşmadan nefret ediyordu. Bir Alman gazetesi Deutsche Zeitung “Hak ettiğimizi geri alıncaya kadar asla durmayacağız,” yorumunu yaptı. Ekonomik olarak bu antlaşma, Almanya’nın boynundaki bir zincirdi.
Wilson’ın hırslı Milletler Cemiyeti gerçek oldu, ancak ABD egemenliğinin kaybolmasından korkan ve Avrupa meselelerinden uzak durmak isteyen ABD Kongresi, sonuçta