Rusya İmparatorluğu, sanayileşme konusunda rakibi olan İngiltere, Fransa ve Almanya imparatorluklarına kıyasla yavaştı; fakat 1892’den itibaren Trans-Sibirya ve Çin Doğu Demiryolları’nı da içine alan altyapı gelişti. Yeni fabrikalar kurmak üzere ülkeye yabancı sermaye girişi başladı ve yirminci yüzyılın başında Rusya dünyanın en büyük dördüncü çelik üreticisi ve en büyük ikinci petrol kaynağına sahip ülkesi haline geldi.
Hızlı sanayileşme binlerce topraksız köylüyü şehirlere çekti ve yeni bir sanayi işçi sınıfı ortaya çıkardı. Sert koşullarda yaşayan ve çalışan köylülerin (günde ortalama on bir saatlik çalışma) hayatlarını iyileştirecek hiçbir şeyleri yoktu: Sendikalar yasa dışıydı, grev yasaktı ve Rus ordusu huzursuzluğu zor kullanarak bastırıyordu. Bu arada, çalışan nüfus arasında devrimci fikirler giderek yayılıyordu.
1894’ten sonra imparatorluğu Çar II. Nikola yönetti. Marksist devrimci ve teorisyen Ukraynalı Leon Troçki (o zamanlar Ukrayna, Rus İmparatorluğu’na bağlıydı) bir keresinde şöyle demişti: “Nikola atalarından sadece dev bir imparatorluk değil, aynı zamanda bir devrim miras aldı. Ama ona bir imparatorluğu, hatta bir ülkeyi yönetebilecek çapta bir özellik miras kalmadı.”
2. Emperyal Rakipler: Rusya ve Japonya.
Çar, İçişleri Bakanı Vyacheslav Plehve’ye reformcuları ve devrimcileri bastırma görevi verdi. Plehve, Rusya’daki devrimcilerin yüzde 90’ının Yahudi olduğunu iddia ederek çeteleri onlara karşı (Yahudi Kıyımı olarak bilinen) şiddetli saldırılar yapmaları için kışkırttı ve pek çok Yahudi’nin Rusya’yı terk ederek Amerika’ya gitmesine neden oldu.
Plehve ve Çar, Japonya’nın Çin-Japonya Savaşı’nda (1894-95) Çin’i yenilgiye uğratmasından sonra hızla gerilemekte olan Çin İmparatorluğu’nda kendileri için bir genişleme fırsatı gördüler. Hedeflerinde Liaodong eyaletinde yıl boyunca faaliyete hazır Port Arthur da dahil olmak üzere Mançurya vardı ve Kore, rakip Japonya İmparatorluğu’nu, yirminci yüzyılın ilk büyük savaşı olan Rus-Japon Savaşı’nda (1904-5) misilleme yapmak için kışkırttı. Çar II. Nikola Rusya’nın yenilgiye uğramasından sorumlu tutulurken, Japonya’nın kesin zaferi, onun güçlü bir sanayi ulusu olarak ortaya çıkmasını onaylamış oldu. Rus devrimciler, özellikle sürgündeki Vladimir Lenin’in 1905’teki “Rusya’nın köylüleri ve işçileri, yalnız değilsiniz! Eğer feodal despotları, polis destekli toprak ağalarını ve Çarlık Rusya’sını devirmeyi, ezmeyi ve yok etmeyi başarabilirseniz, bu zaferiniz sermayenin zulmüne karşı mücadele veren dünya için bir işaret görevi yapacaktır,” sözlerinin ardından harekete geçme kararı aldılar.
Rus fabrikalarındaki sert koşullardan ve reform eksikliğinden memnun olmayan radikal bir rahip olan Peder Georgy Gapon 1903’te bir Rus İşçileri Meclisi kurdu. Bir yıl sonra, meclisin dört üyesinin bir demir fabrikasında görevden alınması üzerine Gapon 100 bin işçi ile birlikte Çar’a, sekiz saatlik mesai süresi, daha yüksek ücret, iyileştirilmiş koşullar ve evrensel kapsamlı oy verme çağrısı yapan imzalı bir dilekçe sunmak için St. Petersburg’da bir yürüyüş düzenledi.
Çar’ın askerleri kalabalığa saldırarak 100’den fazla kişiyi öldürüp 300 kişiyi yaraladı. Bu olay, Rusya’daki 1905 Devrimi’ni tetikledi. Potemkin Zırhlısı’nda bir isyan çıktı, işçi grevleri başladı, St. Petersburg’da ve diğer şehirlerde Sovyet adı verilen meclisler -ya da işçileri temsil eden seçilmiş organlar- kuruldu. Orta sınıf meslek sahipleri de bir sendikalar birliği kurarak ve bir kurucu meclis talebinde bulunarak bu eylemlere katıldı. Baskılara boyun eğen Çar II. Nikola, konuşma, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü tanıyan, yargılanmadan hapse atılmayı önleyen reformlara yönelik olarak çalışmak üzere seçilmiş bir yasama organı olan Duma’nın (Rus Parlamentosu) kurulmasına izin veren Ekim Bildirgesi’ni yayınladı.
Çar, 1906’da ilk devrimin başarısız olduğunu ileri sürerek sözünden döndü ve Duma’yı feshetti, fakat gelecekteki isyanın ve Rus İmparatorluğu’nun çöküşünün tohumları artık ekilmişti (bkz. sayfa 62).
Yozlaşmış otokratik hükümdarlara, baskıcı rejimlere ve eşitsizliklere karşı duyulan hoşnutsuzluklar dünyanın her yanında devrimcileri harekete geçirdi.
Otuz yıldır hükümette olan diktatör Başkan Porfirio Díaz’ı deviren Meksika Devrimi (1910-20), Diaz’ın bir seçim yapma kararı sonucu patlak verdi. Meksika’nın tarımla uğraşan nüfusu yoksulluk içinde yaşıyor ve ülkeyi yıllarca şiddet ve siyasi istikrarsızlık içine sokacak bir isyan dışında herhangi bir seçenek göremiyordu.
Müsrif ve aciz Muzaffereddin Şah tarafından yönetilen çökmüş Acem İmparatorluğu (bugünün İran toprakları) 1905-1907 yılları arasında bir devrim yaşadı. Bu devrim, yeni bir anayasaya, Şah’ın tahttan el çekmesine ve İran’da bir parlamentonun kurulmasına yol açtı. Ancak 1907’de İngiltere ve Rusya’nın, Anglo-Rus Antlaşması’nı bitirip, Büyük Oyun diye bilinen -İngiltere’nin Rusya’yı, sömürgesi Hindistan’a karşı tehdit olarak gördüğü- Orta Asya’daki yıllar süren rekabeti sona erdirerek İran’ı kendi aralarında paylaşmaları sonucu, İran İmparatorluğu özerkliğini kaybetti. Devletleri yok etmeyi ve onların yerine devletsiz toplumlar getirmeyi hedefleyen anarşistler de çeşitli ülkelerde faaliyete geçmişlerdi ve 1900 yılında İtalya Kralı I. Umberto ile 1901’de Amerika Başkanı William McKinney’in öldürüldüğü suikastlar da dahil, birçok bireysel terör eylemi gerçekleştirdiler. Anarşistler, halk muhalefet güçlerine şiddeti ve radikalizmi getirdiler.
Sanayi Devrimi’nin sonucu olarak ortaya çıkan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, sanatçıları yaşamın her yönünü tekrar gözden geçirmeye teşvik etti. Yeni bir akım olan modernizm, yeni üretim yöntemlerine ve burjuva değerlerine geçişin etkilerine karşı romantizmin on dokuzuncu yüzyıldaki isyanı olarak ortaya çıktı. Modernist sanatçı, sanatın gelişmeyi engellediğine inanılan geleneksel formlarından kaçınan bir devrimciydi. Fransa’da çalışan İspanyol avangard ressam Pablo Picasso, geleneksel perspektifi reddetti ve onun resim deneyleri, nesnelerin analiz edilip soyut biçimde yeniden birleştirilmesini kapsayan kübizm, fütürizm ve sürrealizm gibi diğer farklı sanat akımlarına yol açtı. Alman ekspresyonist ressamlar Paul Klee ve Wassily Kandinsky ile Çek romancı Franz Kafka, kentsel sanayileşmenin insanları makineleştiren etkilerine tepki gösterdiler ve sanatta gerçekçilikten uzaklaştılar.
Müzikteki modernizm akımı, Avusturyalı-Amerikalı besteci Schönberg’in, belirli bir anahtarı kullanmanın getirdiği kısıtlamayı önleyen ve modern besteciler arasında geniş ölçüde etkili olan on iki ton tekniğini kullanarak geleneksel ses armonisi üzerinde denemeler yapmasına yol açtı. Mimarlıkta, İsviçreli-Fransız Modernist Le Corbusier, geleneksel mimari tarzları reddetti ve binaları “içinde yaşanacak makineler” olarak yeni baştan şekillendirdi.
Bilim, yirminci yüzyılın başlarında insanlığın ufuklarını genişletmeye devam etti. Röntgen ışınları 1895 yılında Wilhelm Röntgen tarafından