Çin ve Rus imparatorlukları, yirminci yüzyılın ilk yıllarında yıkılan birçok imparatorluktan iki tanesiydi. 1914-1918 yılları arasında devam eden I. Dünya Savaşı sırasında, daha fazla sayıda imparatorluğu yok edecek bir güç giderek büyümekteydi. On dokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyılın başlarındaki nispeten barışçıl iklimde, vatanseverliğin aşırı bir şekli olan milliyetçilik, kendi ülkelerinin ekonomik, kültürel ve askeri üstünlüğüne güvenle inanan Avrupa ülkelerini birleştirmeye hizmet etmişti. Fakat aynı zamanda Avrupa güçleri arasında şiddetli bir rekabet ve çekişme yarattı. 1871’de Almanya’nın Fransa-Prusya Savaşı’ndan sonra birleşmesiyle kurulan Alman İmparatorluğu, dünyayı I. Dünya Savaşı’na sürükleyecek olan milliyetçi ve emperyal hırslara sahipti ve bu da sonuçta Alman İmparatorluğu’nun çökmesine neden oldu.
Aralarında, on dokuzuncu yüzyılda Avusturya ve Macaristan’ın birleşmesiyle kurulan ve hanedanlıkları Kutsal Roma İmparatorluğu’na kadar uzanan Habsburg Hanedanlığı tarafından yönetilen Orta Avrupa’daki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun da olduğu diğer imparatorluklar da Almanya ile birlikte düşecekti.
1299’da Anadolu’da (bugünkü Türkiye) kurulmuş olan Osmanlı İmparatorluğu, 1453’te Roma İmparatorluğu’nun doğu yarısı olan toprakları -Bizans İmparatorluğu’nun topraklarını- ele geçirdi. İmparatorluğun mutlak hükümdarı olan sultan, dünyadaki Müslümanlar tarafından İslam aleminin lideri olarak kabul ediliyordu. Osmanlıların, Avrupalı güçler tarafından alınan toprakları geri kazanmak amacıyla 1914’te Almanya ile yaptığı ittifak, gerilemekte olan bu Doğu Akdeniz gücünün sonunu getirecek olan kaderi mühürlemiş oldu.
2. Bölüm
TÜM SAVAŞLARI SONA ERDİREN SAVAŞ
1914 yılına gelindiğinde, Alman İmparatorluğu Avrupa’da egemen bir ekonomik güç haline gelmişti ve kimya endüstrisiyle dünya pazarında başı çekiyordu. Dünyanın en büyük ordusuna sahip olan Almanya, denizcilikte de İngiltere’nin ardından ikinci sıradaydı ve kıtayı I. Dünya Savaşı kaosuna sokmakta belirleyici bir rol oynayacaktı. Fakat Avrupa’nın her yerinde işin içinde demokratikleşme ve sosyalizm için baskılar, milliyetçilerin talepleri, zor kazanılmış imparatorlukların dağılma korkusu ve en önemlisi, diğer ulusların korkusu gibi başka faktörler vardı. Almanya, Fransa ve Rusya tarafından kuşatılmaktan korkuyordu; Rusya, Almanların Balkanlar ve Yakındoğu üzerinde bir kontrol kurma ihtimalinden endişeliydi; Fransa-Prusya Savaşı’ndaki (1870-71) yenilgisiyle ezilen Fransa, Almanya’nın artan gücü karşısında kendini tehdit altında hissediyordu ve İngiltere dünyadaki dominant konumunu kaybetme kaygısı içindeydi.
Korku, bu ulusları gerekli olduğuna inandıkları ve kendi özgürlüklerini güvence altına almak için haklı gördükleri bir savaşa itti. Bu savaşın kahramanca çarpışılan birkaç ay içinde sona ermesini ve tüm savaşlara son vermesini umuyorlardı. Oysa bu, sivilleri de kendi vatanlarında seferberlik içine sokacak olan yeni türde bir topyekûn savaşın, teknolojinin benzeri görülmemiş derecede önemli ve yıkıcı hale geldiği ve üstelik daha da fazla çatışmaya yol açacak olan bir savaşın başlangıcıydı.
I. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen olaydan önceki on yıl içinde, emperyalist Avrupa ülkeleri kendi ekonomik çıkarları için ticarette, pazarlarda ve bölgelerde rekabet içine girerek iktidar ve statü için didişmeye başlamışlardı. Almanya yükselirken, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları geriliyordu. İngiltere, halen dünyanın en büyük donanma filosuna sahipti ve kendi deniz üstünlüğünü korumak için HMS Dreadnought (1906) ve diğer savaş gemilerini inşa etmişti. Diğer ülkeler, özellikle Almanya, savaşa caydırıcı etki yapacağına inanarak ağır kalibreli silahlar yapma ve ordularını genişletme yarışına girdi.
Artan silahlanma yarışının ışığında ve gittikçe büyüyen masraflarla boğuşan Rus Çarı II. Nikola, silahsızlanma konusunu müzakere etmek ve ülkeleri savaştan ziyade tahkime gitme yoluyla uluslararası anlaşmazlıkları çözmeye zorlamak amacıyla 1899’da Lahey’de bir barış konferansı başlattı. Ancak girişim, Almanya tarafından veto edildi. 1907’de ABD Başkanı Theodore Roosevelt tarafından başlatılan ikinci bir barış konferansı bazı savaş kuralları getirdi. Ancak Almanya’nın, silahlanmayı sınırlama girişimini, İngilizler tarafından Alman donanma filosunu kısıtlamaya yönelik bir hareket olarak görmesi nedeniyle, bu girişim devre dışı bırakıldı.
Liderler savaş olasılığı konusunda kayıtsız davranmaya başladılar. Sözleşmeye bağlanmış olan ittifaklar vasıtasıyla bir güç dengesi kurabileceklerine ve çatışmadan kendilerini koruyabileceklerine inanıyorlardı. Fakat bu ittifaklar Avrupa’yı, Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük nedeni haline gelen çok ağır potansiyel yükümlülükler ağının içine sokmuştu.
1907 yılına gelindiğinde aralarındaki rekabet Avrupa’daki güçleri iki gruba ayırmıştı: Bir tarafta Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya Üçlü İttifakı; diğer tarafta Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Üçlü İtilaf Devletleri. Bu bölünmenin nedeni kısmen Fransa ve Almanya’yı sertçe karşı karşıya getiren 1870-71 yılları arasındaki Fransa-Prusya Savaşı’ndan ve kısmen Balkan bölgesindeki rekabetlerden kaynaklanıyordu.
Bir zamanlar Ortodoks-Hıristiyan Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans İmparatorluğu) bir parçası ve Avrupa’nın çoklu bir etnik yapıya sahip güneydoğu yarımadası olan Balkanlar, ortaçağdan beri Müslüman Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altındaydı. İki yüzyıl boyunca Rusya, Ortodoks Hıristiyan Sırpların tarafını tutarak ve kriz içindeki Sırbistan’ın yardımına gideceği vaadiyle Osmanlı topraklarında yavaş yavaş güneye doğru ilerledi. Sırbistan ve Yunanistan on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı yönetiminden koptu ve 1877-78 Rus-Türk Savaşı sırasında Rusya, Hıristiyanlara yapılan ayrımcılığa son vermek için mücadele ederek, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir Doğu Ortodoks Balkan devletleri koalisyonu kurulmasına öncülük etti. Bu çabaları, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan’ın bir bölümüne bağımsızlık kazandırdı.
Yirminci yüzyılın başlarında Rusya, Balkan bağımsızlığını desteklemeyi sürdürdü ve özellikle 1908’de Bosna-Hersek’in Rusya’nın ezeli rakibi Avusturya-Macaristan tarafından Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılmasıyla bu destek daha da çok körüklendi.
Alman Şansölye ve Almanya’nın birleşmesinin mimarı Otto von Bismark, Fransa’nın Fransa-Prusya Savaşı’ndan sonra Almanya’ya bırakılan Alsas-Loren’i kurtarma girişiminde bulunmasını bekliyordu ve bu yüzden 1873’te Rusya ve Avusturya-Macaristan ile bir ittifak kurdu. Bu anlaşma, Rusya ile Avusturya-Macaristan arasında süregelen Bosna-Hersek gerginliği nedeniyle kısa ömürlü oldu. Aralarındaki rekabet, 1879’da Almanya ve Avusturya-Macaristan arasında ikinci bir ittifaka yol açtı ve 1882’de İtalya’nın da katılmasıyla Üçlü İttifak olan bu üyeler, başka bir büyük güç tarafından saldırıya uğramaları durumunda birbirlerine karşılıklı destek vaat ettiler. Bu güçlü Üçlü İttifak, 1894’te savunma amaçlı bir Fransız-Rus ittifakına zemin hazırladı.
Şansölye Bismark’ın, Alman İmparatoru Kayzer II. Wilhelm’le olan anlaşmazlıklar yüzünden istifasından sonra, karşılıklı savunma anlaşmalarının karmaşık şartları üzerinde uzlaşmak, 1890’lardaki Alman dış politikası için bir değişiklikti. Bismark’ın ayrılışı, Kayzer’in Avrupa güçlerinin ülkesini kuşatmak ve Almanya’nın genişlemesini durdurmak için gizli bir plan yaptıklarına dair inancından etkilenen imparatorluğu,