Bu tür deneyleri önemli kılan, bizi daha mutlu edecek şeyleri tahmin etmekte pek başarılı olmadığımızı ortaya çıkarmalarıdır. Örneğin konu para harcamak olduğunda insanların büyük bölümü, 20 doları kendilerine harcamanın, parayı başkasına harcamaktan daha mutluluk verici olduğunu söyler.12 Ama hepimizin gördüğü üzere, bu hipotezi test etmek için bir deney yapıldığında aksinin doğru olduğu ortaya çıkmıştır. Bunlar istisnai örnekler değildir. Banliyöde büyük bir evin hayalini kurarız ama işe gitmek için her gün teptiğimiz yolun uzamasının bizi genel anlamda daha mutsuz edeceğinin farkına varamayız. Hayatımızı daha iyi hale getirir umuduyla bir şeyler satın alırız. Ancak aslında bir tatile ya da dışarıda geçirilecek bir güne harcanan paranın genel refahımızı daha yüksek oranda artıracağı kanıtlanmıştır. Çoğumuz bilgisayar ya da televizyon ekranına bakarak saatler geçiririz ama aslında kanıtlar zamanımızı sosyal bağlantılara ya da ilişkilere adamanın bizim için daha iyi olduğunu göstermektedir.
Bu sebeple, hedef belirlemeden önce durup bizi ve başkalarını neyin mutlu edeceğini düşünmek gerçekten önemlidir. Mutluluk ve “öznel refah” üzerine yapılan araştırmalardan elde edilen kanıtlar her geçen gün çoğalmakta ve dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerin ilgisini çekmektedir. Hatta Birleşik Krallık hükümeti, rutin olarak refahla ilgili veriler toplayıp bunları yayımlamaktadır. Bu araştırmanın inceliklerini ve geniş çerçevesini göz önünde bulundurarak, bu kitapta kapsamlı bir tanıtım sunmaya teşebbüs etmeyeceğiz (mutluluk ve refahla ilgili araştırmaları daha yakından incelemek isterseniz Ed Diener, Lord Richard Layard, Martin Seligman, Dan Gilbert ve David Halpern’ın13 öncü çalışmalarını önerebiliriz). Bu kitapta kişinin mutluluğunu ve refahını doğrudan etkileyen ve kontrolümüzde olan hedefleri belirlerken göz önünde bulundurması gereken verileri özetleyeceğiz.
İlk fark edeceğiniz şeylerden biri, paranın bu listede yer almadığı olacaktır. Deneyler aracılığıyla da görüldüğü üzere kazanç ve refah arasında bir ilişki olsa da, (zenginler genelde yoksullara oranla daha mutludur) refah seviyesini artıran şey sadece para değil14, kazancın sağladığı olanaklardır. Yoksulluk içinde yaşayan çoğu insan için, kazancını (ve özellikle de birikimlerini) artırmanın, ortak ve önemli bir hedef olması anlaşılabilir. Ancak yoksulluk içinde yaşamayacak kadar şanslı olanlarımız için, gelirimizi artırmaya öncelik vermek yerine, zamanımızı ve paramızı nasıl harcadığımıza odaklanmak daha faydalı olacaktır. Diğer bir deyişle “para sizi mutlu etmiyorsa, muhtemelen nasıl harcayacağınızı bilmiyorsunuzdur.” Bu nedenle hedefinizi, refah seviyesini artırdığı bilinen bu beş etmene göre belirlemenizi öneriyoruz. Sözü geçen beş etmen şunlardır:
• Sosyal ilişkileri güçlendirmek
• Sağlıklı ve aktif bir yaşam biçimi benimsemek
• Yeni bir şey öğrenmek
• Daha meraklı olmak
• Cömert olmak
Birçoğumuz sosyal ilişkilerin öneminin farkında olsak da, sosyal ilişkilerin refah seviyemiz üzerinde ne kadar büyük bir etkiye sahip olduğu kısa süre önce kanıtlanmıştır. Özetlemek gerekirse, birçok sosyal bağlantısı olan insanların, az sosyal bağlantı kuranlara göre mutlu olma ihtimallerinin çok daha yüksek olduğu görülmüştür. Düzenli olarak birileriyle görüşüyorsanız, uzun süreli bir ilişkiniz varsa ya da anlamlı bir grubun (dini bir topluluk ya da bir spor takımı gibi) parçasıysanız, mutluluk seviyenizde artış olma ihtimali de yükselir15. Bu durum, işsizliğin refahımıza neden bu derece hasar verdiğini de açıklar niteliktedir. İşsizlik sosyal bağlantı kaybıyla sonuçlanır16. Bir işiniz olduğunda bile, refah düzeyleri arasındaki farkı anlamlandırabilmek adına sosyal ilişkiler hâlâ önem taşır. Örneğin, patronunuzla ilişkinizi değerlendirirken, birle on arasında bir ölçekte yaptığınız her bir puan artışı, istatistiksel olarak yüzde otuz17 oranında zamma eşdeğerdir. Özel ve profesyonel hayatımızda sahip olduğumuz güçlü sosyal bağlar yalnızca zihinsel sağlığımıza faydalı olmakla kalmaz, fiziksel sağlığımızı da tahmin edilenin çok üzerinde etkiler. 300.000’i aşkın insan üzerinde yapılan 148 ayrı araştırmanın sonuçlarından elde edilen bu bulgunun ünlü bir değerlendirmesinde, yeterli derecede sosyal desteğe sahip olan insanların, yetersiz desteğe sahip insanlara oranla hayatta kalma ihtimallerinin yüzde elli daha fazla olduğu saptanmıştır18. Başka bir deyişle, sosyal soyutlanmanın, insan üzerindeki etkileri günde on beş sigara içmekle benzerdir. Bu demek oluyor ki, sosyal ilişkilerinizi genişletmeye ya da derinleştirmeye odaklanmak oldukça faydalıdır.
Çoğumuz hayatımızın bir noktasında daha sağlıklı yaşamayı kendimize hedef edinmişizdir ve elbette bunun sağlam bir nedeni vardır. Araştırmalar, sağlık ve refah arasındaki güçlü ilişkiye işaret etmektedir19. Sağlığınızın ne kadar iyi olduğunu düşünüyorsanız, hayat memnuniyetinizi de o kadar yüksek puanlandırırsınız20. Mutlu insanlar genelde sağlıklı da olurlar. Tıbbi literatür düşük refah seviyesiyle kalp hastalığı, felç, hatta yaşam süresi arasında bir bağ olduğunu göstermiştir. Hayata bakış açınız ne kadar pozitifse, soğuk algınlığına yakalanma riskiniz de o kadar düşük olur ve soğuk algınlığına yakalansanız bile iyileşme süreniz kısalır. Sağlıklı ve mutlu çalışanların işine daha bağlı ve daha verimli oldukları görülmüştür. İşyeri sağlık girişimlerinin her geçen gün biraz daha popüler hale gelmesinin sebeplerinden biri de budur21. Yani bu demek oluyor ki, kendinize sağlıkla ilgili bir hedef koymanız (özellikle de sağlığınız iyi durumda değilse) iyi bir fikirdir.
Çoğumuz, daha aktif olmayı daha sağlıklı yaşamakla ilişkilendiririz. Düzenli fiziksel aktivitenin daha yüksek refah ve daha düşük endişe seviyesiyle bağlantısı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, aktif bir yaşam biçimi Birleşik Krallık’ta doktorlar tarafından önerilmekte, özellikle de hafif ve orta derecede depresyondan mustarip kişilere faydası olduğu düşünülmektedir22. Görünüşe bakılırsa, bu durumu açıklayan bir dizi karmaşık etmen vardır. Bunlar arasında egzersize verilen biyofiziksel tepkiler (örneğin endorfin hormonu salgısının artması) bulunsa da, egzersizin “öz yeterliliği” ve bir görevi başarıyla tamamlama becerimizi geliştirdiği görülmüştür. Bundan faydalanmak, fiziksel aktivitemizi makul seviyelerde de olsa artırmakla mümkün kılınabilir. Yani görüldüğü üzere, önemli olan kendimizi ve başkalarını daha sağlıklı ve daha mutlu kılacak hedefler bulmaktır.
Refah seviyesini artırmakla ilgili olarak daha az bilinen yöntemlerden biri de öğrenmektir. Genelde bir şeyler öğrenmeyi faydalı bir gereç olarak görürüz. Bir konuda daha iyi hale gelebilmek için, sınavı geçmek için ya da işte terfi almak için öğreniriz. Ancak bulgular öğrenmenin refah seviyemiz üzerinde hayat boyu süren bir etkisi olduğunu da göstermektedir. Öğrenimin küçük çocukların algısal ve sosyal gelişimlerinde hayati bir rolü olduğu bilinmektedir ve çoğu ebeveyn çocuklukta öğrenimi aktif olarak desteklese de çoğunlukla bu yaklaşım yaş ilerledikçe unutulur. Ancak ilerleyen yaşlarda