Ardından Paul özgeçmişini geliştirmek, iş ilanlarına başvurmak ya da bu alanda çalışan arkadaşlarından patronlarıyla konuşmalarını istemek ve aradığı inşaat işinde kullanılacak alet edevatı almak gibi adımlar atarak hedefini bölümlere ayırmaya teşvik edildi. Bu adımların her birine odaklanmak, nihai hedefin, yani işe girmenin göze çok da uzak gelmemesine yarıyordu. Böylece süreç içerisinde aşama kaydettiğini hissedip motivasyonunu yükseltebilecekti.
Sonrasında, her on beş günde bir Melissa’yla gerçekleştirdikleri görüşmeler sırasında Paul, yapacağı belli başlı işler ve bu işleri ne zaman yapacağı konusunda düşünmeye teşvik edildi. Bu görevlerin her birini not alıp günlük rutinine yerleştirdi. Örneğin, pazartesi sabahı kahvaltıdan sonra üç iş başvurusu yapacaktı. Böylece haftalık ve günlük rutiniyle hedefe ulaşmak için yapılması gerekenler arasında zihinsel bir bağ kurabiliyordu. Ayrıca her bir adımın altına imzasını attı. Böylece Melissa’nın gözü önünde, birlikte kararlaştırdıkları ve iş bulmasına yarayacak adımları atmak üzere aktif bir yükümlülük altına giriyordu.
Hem Melissa hem de Paul yeni bir başlangıç yapmış gibi hissediyorlardı. Melissa artık insanlara bir sürü idari form doldurtmakla uğraşmıyor, Paul da kontrolü yeniden kazanmış gibi hissediyordu. Kolay değildi. Paul başarısızlıkla sonuçlanan birçok başvuru yaptı. Ama Melissa’nın cesaretlendirmesi sayesinde başvurulara devam etti ve üç ay içinde bir inşaat alanında iş buldu. Paul daha sonra Melissa’ya yardımları sayesinde hayata bakışının değiştiğini, eşiyle ilişkisinin düzeldiğini ve küçük kızına bakabilecek imkânlara sahip olduğunu söyledi.
İş bulma kurumlarının insanların iş bulmalarına yardım etme yöntemleri üzerinde yaptığımız değişiklikler şimdilerde tüm İngiltere’ye yayıldı ve her yıl dokuz milyon insana daha hızlı iş bulmaları konusunda fayda sağlıyor. Tüm bu uygulamalar “davranışsal kavrayışlar”, yani davranış bilimleri araştırmalarından alınma fikirler üzerine kurulu. Bu araştırmaların bütününe ait en önemli fikirlerin çoğunu kitap içerisinde işleyeceğiz. Daha fazla ilerlemeden önce, üzerinde durulmayı fazlasıyla hak eden ve kitapta sözü geçen birçok meselenin temelini oluşturan bir teoriden bahsetmek gerekiyor. Bu teori, insanların iki tip karar verme ve algılama yöntemine sahip olmasıyla ilgilidir.
Sözü geçen “çift süreç teorisi”nin ele alındığı en bilinen eser, Nobel ödüllü psikolog Daniel Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünme5 kitabıdır. “Hızlı” sistem, otomatik olarak, yani bir çaba ya da istemli kontrol olmadan işler. Biri “Çimen ne renktir?” ya da “1+1 kaç eder?” diye sorduğunda ona başvururuz. İstesek de istemesek de yeşil renk ve 2 sayısı birden kafamızda belirir. “Yavaş” sistem ise aksine, aktif dikkat gerektirir. Biri “12 x 19 kaç eder?” diye sorduğunda ya da yolda yürürken alışkın olduğumuzdan daha hızlı şekilde yürümemizi6 istediğinde ona başvururuz. İleri düzey bir matematikçi ya da yürüme hızını değiştirmeye gayet alışkın biri olmadığımız sürece bu aktiviteler çaba ve aktif dikkat gerektirir.
Hızlı ve yavaş sistemler yalnızca renkleri deşifre etmemize, matematik problemlerini çözmemize ya da alışılmadık yürüyüş egzersizleri yapmamıza yaramazlar. Karar almaya her yeltendiğimizde devreye girerler. Buna hayatta kendimize hedefler koymak ve bu hedeflerin peşinden nasıl koşacağımıza karar vermek de dahildir. Sorun ise, çoğumuzun yavaş ve hızlı sistemlerin göreceli zayıflıkları, güçleri ve birbirleriyle nasıl bir etkileşim halinde oldukları konusunda hiçbir fikrimizin olmamasıdır. Çoğu zaman, kendimize bir hedef belirlediğimizde daha yavaş olan yansıtıcı düşünme sistemimizi kullanarak hedefe dikkatle odaklanacağımızı varsayarız.
Sınırsız bir algılama kapasitesine sahip olsaydık, bu durum herhangi bir sorun teşkil etmezdi. Fakat sahip değiliz. Aktivitelere ayırabileceğimiz sınırlı bir dikkat bütçemiz var ve Daniel Kahneman’ın da savunduğu üzere bütçe aşılırsa başarısız olunur7. 12 çarpı 19’un kaç ettiğini hesaplarken aynı anda bir sonraki paragrafı da okumaya çalışırsanız ne demek istediğimizi anlarsınız. Daha geçerli bir örnek vermek gerekirse, kilo vermeye çalışacak olursanız bir iki günle kalmayan, haftalar süren kalori kısıtlamalı bir diyet yapmanın ne kadar zor olduğunu görebilirsiniz. Bu durumda ihtiyaç duyulacak bilişsel çaba tahmin edilenden çok daha fazladır. Bir diğer deyişle, biz alt tarafı insanız. Klasik ekonomi ders kitaplarında sözü geçen Albert Einstein’ın zihinsel kıvraklığına ve Gandhi’nin8 irade gücüne sahip ekonomistler değiliz. Sınırlı bir bilişsel “dalgaboyu”na9 sahip olmamız, daha yavaş olan sistemimizden yararlanma becerimizi sınırlandırmaktadır.
Birçok insan yavaş sistemin beynin “akıllı” kısmı olduğu, sonucunu düşünmeden kanıya varan, “aptal” hızlı sistemle durmaksızın boğuştuğu yanılgısına düşer. Atfedilen özelliklere göre, yavaş sistem kalorileri hesaplamak ister ama hızlı sistem Mars marka bir çikolata gördüğü yerde üzerine atlar. Ama bu düşünce, hızlı sistemin izlediği karmaşık yolların ve daha da karmaşık bir dünyada geçen yaşantımıza nasıl katkıda bulunduğunun yanlış bir temsilidir. İlk kez araba kullanmaya çalıştığınızda nasıl hissettiğinizi düşünün. Çabalamanızı, sürekli yoğun dikkat göstermenizi gerektirir. Yavaş sisteminiz tam kapasite çalışıyordur. Şimdi de hızlı sistem görevi devraldığında çaba gerektirmeden, kendiliğinden araba kullandığınızı ve bunun nasıl hissettirdiğini bir düşünün. Yani hızlı sistem aklımızı çelse de (çok yemek, emeklilik için birikim yapamamak, işyerinden bekledikleri o raporu asla tamamlayamamak) bizi hedeflere ulaştıracak yolun anahtarını elinde bulundurur.
Yani bu kitap, dikkatinizi hedeflerinize ulaşmanıza yardımcı olacak şekilde yönlendirmenize yarayacak davranış bilimi alanındaki en güncel araştırmaları önünüze sermektedir. Yavaş sisteminizi, hızlı sisteminizin en çok ihtiyaç duyduğunuz anlarda devreye girmesine olanak tanıyacak akıllıca yöntemlerle kullanmanıza yardımcı olacak basit bir yapı iskelesi sunacaktır. Bu büyük oranda, yansıtıcı sisteminizi bugün kullanarak, eylemi gerçekleştirecek olan gelecek benliğinizin etrafına davranışsal yapı iskelenizi örmeniz anlamına gelecektir. Böylece size küçük detayların tahmin ettiğinizden daha önemli olduğunu hatırlatacağız. Büyük hedeflere ulaşmak için basit düşünmeniz gerekiyor.
Bu kitabın kalbinde yatan fikirler yalnızca son elli yılın akademik araştırmalarına bakılarak ortaya atılmamıştır. David Cameron’ın 2010 yılında başbakan seçildikten kısa süre sonra kurduğu Davranışsal Kavrayış Ekibi (Sıklıkla Dürtme Ekibi olarak anılır), bu araştırmaları alıp son altı yıldır geliştirdiği programlar aracılığıyla test etmiştir. Davranışsal Kavrayış Ekibi’nin o zamanlardaki hedefi şimdikiyle aynıdır: davranış bilimi alanındaki araştırmalardan elde edilen fikirleri, insanların kendileri için daha iyi seçimler yapabilmelerine yardım edebilmek üzere gerçek hayatta uygulamak. 2010 yılında birçok kişi bunun işe yaramayacağını düşünmüştü. Basın konuya şüpheyle yaklaşmıştı ve birçok gazeteci bunun hükümetin ciddi ve yenilikçi bir girişimi değil de uyduruk bir saçmalık olduğuna inanmıştı. Çoğu hükümet yetkilisi de bu girişime, hükümetin öncelikli ilgi alanının yüksek bütçeli programlar, yeni