Nihayetinde cılız bir ışık huzmesi görülürdü, bu ışık hızla parlak bir hal alırdı. Sonrasında son büyük kapı da aniden açılır, Milyonlarca Yıllık Kayık yukarıdaki tanrıların ve ruhların zafer şarkıları eşliğinde gün ışığına çıkardı. Güneş Tanrısı aydınlığını dünyaya bahşederken, kayığındaki ruh topluluğu hep bir ağızdan methiyeler düzmeye başlardı. Bu methiye ilahileri, Huzur Tarlaları’na kabul edildikleri sırada gökkubbenin her bir yanında şiddetle yankılanırdı.
5. BÖLÜM
Ra ve İsis’in Hikâyesi
Tarihin başlangıcından önceki o eski günlerde Mısır’da, İsis adlı çok bilge bir kadının yaşadığı söylenir. İsis her türlü sanatta ve büyüde çok yetenekliydi, bilgeliği ve ilmi tanrılarınkine eşitti. Kendi türündeki kişilere olan bu üstünlüğü, onun daha fazla güç ve şeref sahibi olmasını sağladı. Kendi kendine şöyle dedi: “Neden tüm dünyanın hanımı olmayayım ki? Cennetteki bir tanrıça haline gelebilirim. Eğer Ra’nın gizli ismini öğrenebilirsem, bunu sahiden de başarabilirim.”
Tanrıların en yücesi Ra yaratıldığında, babası ona gizli bir isim vermişti. Bu isim o denli dehşetliydi ki hiçbir insan onu aramaya cüret edememişti, ayrıca öylesine büyük bir güç taşıyordu ki diğer tanrıların hepsi bu adı öğrenmeyi ve ona sahip olmayı arzuluyordu. Bu ismi büyülerle ve efsunlarla bulmaları mümkün değildi, zira isim bizzat Güneş Tanrısı’nın bedeninde saklıydı. İsis, insanların cüret edemediğine, tanrıların ise başaramadığına ulaşmak için kararlıydı.
Ra, her sabah karanlığın topraklarından çıkıyor, Milyonlarca Yıllık Kayık isimli saltanat kayığında gökyüzünü dolaşıyordu. İsis, bu yolculuk esnasında onun ağzından su döküldüğünü fark etmişti. Böylece bu suyun birazını ve suyun üzerine düştüğü toprağı alıp birleştirdi, bu çamura kutsal bir yılan şekli verdi. Bu yılan, bir tanrının salyasından yapıldığı için, İsis’in dile getirdiği büyüler aracılığıyla hayat buldu. Ardından İsis, bu yılanı Ra’nın yoluna dikkatle yerleştirdi; öyle ki Ra bu yılanı göremeyecek, ancak yine de onun üstünden geçmek zorunda kalacaktı. Öyle de oldu. Bir sonraki yolculuğunda Ra, yılanın saklı olduğu yerden geçerken sürüngen tarafından ısırıldı. Acısı büyüktü, şiddetle haykırdı. Yanındaki tanrılar “Ne oldu?” diye sordular. “Neden büyük bir acı içindeymişsin gibi haykırıyorsun?” Fakat Ra hangi kelimelerle cevap vereceğini seçemedi. Her zerresi titriyor, dişleri zangırdıyordu, yüzü soluklaşmıştı ve bedeni zehir karşısında yenik düşüyordu.
Nihayetinde Güneş Tanrısı, beraberindekileri yanına çağırdı. “Buraya gelin, ey tanrılar,” diye haykırdı. “Gelin de başıma gelene bir bakın. Ölümcül bir yaratık beni ısırdı. Onu göremedim, ama onu bizzat yaratmadığımı biliyorum, benim canlılarımdan biri değil. Daha önce bu kadar fena bir acı hissetmemiştim. Ben Tanrı’yım, Tanrı’nın oğluyum! Topraklarımı ve insanlarımı izlemek için seyahat ediyordum ki, bu yaratık yoluma çıktı ve başıma bu belayı sardı. Çabuk diğer tanrılara koşun, bu acıyı dindirebilecek büyü ve efsunları bilenleri buraya getirin.”
Çok geçmeden tanrılardan, bilhassa da efsunlu sözcükler konusunda maharetli tanrılardan oluşan bir grup, Ra’nın kayığı etrafında toplandı. İsis adındaki kadın da onlarla birlikte gelmişti. Ra’nın dostları tılsımlarını kullandılar, büyülü sözlerini söylediler ama nafile. Zehir onun içini yakmaya devam ediyordu. O sırada İsis öne çıktı. “Yüce Ra, bu da nedir? Hiç şüphesiz sizi bir yılan sokmuş, canlılarınızdan biri kendisini yaratan ellere baş kaldırma cüretini göstermiş. Size yalvarıyorum, bana adınızı söyleyin, bana gizli adınızı söyleyin ki, onun gücüyle bu zehri bedeninizden atayım ve sizi tekrar sağlığınıza kavuşturayım.”
“Ben gökyüzünün ve toprağın yaratıcısıyım,” diye cevap verdi Ra. “Ben olmasam, şu an var olan hiçbir şey var olmazdı. İşte! Ben gözlerimi açtığımda ışıklar saçılır, gözlerimi kapattığımda karanlık hüküm sürer. Nil Nehri, tek sözümle Mısır topraklarını sele boğar. Saatleri, günleri ve yıllık festivalleri yaratan benim. Ben geçmişte, şu an ve her zaman olacak olanım.”
“Hiç şüphesiz bana kim olduğunuzu söylediniz,” dedi İsis. “Ancak hâlâ gizli isminizi paylaşmadınız. Eğer derman bulmak istiyorsanız, bu sırrı bana söylemelisiniz; o gizli kelamın gücü ve bilgeliğim sayesinde başınıza gelen bu kötülüğü alt edebilirim.”
Bu sırada zehir, Ra’nın tüm bedenini sarıyor, onu hepten güçten düşürüyordu. Unutmayın ki o yılan büyülü bir yılandı, ayrıca Ra’nın eliyle yaratılmamıştı. İşte bu sebeplerden dolayı, tanrıların en yücesi olmasına rağmen Ra, yılanın zehrinin etkilerini yok edemiyordu. Ateş tüm bedenini sararken bir an sıcaktan yanıyor, sonraki an âdeta buz kesiyordu. Artık dayanamaz hale gelmişti, kayığına uzandı.
İsis’i yanına çağırdı. “Rıza gösteriyorum,” dedi etrafındakilere. “İsis’in bedenimi incelemesine rıza gösteriyorum, ismimi ona teslim ediyorum.” Böylece Ra ile İsis, toplanan tanrılar gizli adı duyamasınlar diye oradan ayrıldılar ve Ra, kadının büyük bir arzuyla bilmek istediği ismi aşikâr kıldı.
İsis, arzusuna kavuşur kavuşmaz büyülerini dile getirmeye başladı, bu kez o antik bilgeliğini yararlı bir iş için kullanacaktı. Şiddetle haykırdı: “Dışarı çık ey zehir, Ra’nın bedenini terk et. Bırak Ra yaşasın! İzin ver, Ra yaşasın! Ey zehir, Ra’nın bedenini terk et.” Bu sözler Ra üzerinde etki göstermeye başladı. Artık biraz sonra ölecekmiş gibi görünmüyordu. Gücü hızla yerine gelmişti, çok geçmeden tüm sağlığına kavuştu, Milyonlarca Yıllık Kayık’taki yolculuğuna devam etmek için hazırdı. Zekâsı sayesinde ne bir insanın ne de bir tanrının bildiği şeyi öğrenen İsis ise arzuladıklarını elde etmişti, bundan böyle “Tanrıların Hanımı” olarak bilinecekti.
Gizli ismin ne olduğunu mu merak ediyorsunuz? Ah! Bunu size söyleyemem. Tüm bilge insanların binlerce yıldır aradığı şey bu. Bazıları bunu öğrenmeyi başardı, ancak tuhaftır ki hiçbiri bir başkasına söylemedi. Bilen kişi, arayıştaki kimselerin yolculuğuna yardımcı olabilir, ama en fazla bu kadarını yapabilir. Üstelik insanlar, bu isim kulaklarına fısıldandığında onu genellikle duymazdan geliyorlar. Geçip gitmesine, rüzgârın kanatlarıyla birlikte taşınmasına izin veriyorlar ve bu fırsat ellerine bir daha geçmiyor. Bu gizli ismi öğrenenler için ise her şey kâfi, daha fazlasına ihtiyaç duymuyorlar. Ne de olsa bu isim, gökyüzünün veya toprağın bahşedebileceği en büyük hediye.
İSİS VE OSİRİS’İN HİKÂYESİ
6. BÖLÜM
Osiris’in Hükümdarlığı
I- Tanrı’nın Doğumu
Bir zamanlar Nil Nehri’nin çok yukarısında, su kıyısındaki verimli toprak parçasında büyük Thebes şehri yükseliyordu. Harabeleri bugün bile büyük bir alanı kaplıyor; öyle ki burası, görkeminin doruk noktasındayken, dünyanın en muhteşem şehriydi. Yine de hikâyemizin geçtiği zamanlarda hâlâ büyümekte olan bir yerdi, henüz o muhteşem tapınakları inşa edilmemişti. İnsanları ibadet ediyordu, bu doğru, ancak taptıkları tanrı, Cennetin Tanrısı değildi. Amon’u tanımıyor Ra’nın yüceliğini ise anlayamıyorlardı. İnandıkları tanrılar ahşaptan ve taştan yapılma putlar