Amerikan Yerlileri arasında, aynen diğer eşitlikçi toplumlarda olduğu gibi, cömertlik ahlaki bir zorunluluk, her türlü hırs ve bencillik ise suç olarak kabul ediliyordu. Kabile şefleri “sosyal güvenlik” görevlileri gibi çalışıyor, hasta ve muhtaç durumdakilere ya kendi birikimlerinden ya da başkalarının katkı ve bağışlarından kaynak aktarıyorlardı.215 Bu yüzden şefler, kabilenin diğer üyelerinden daha zengin olamıyordu; hatta fakir olmaları daha makbuldü. Örneğin Asiniboyin Yerlileri şeflerine cömert oldukları ölçüde değer veriyor, sorumluluklarını suistimal edenler görevden alınıyordu.216
Hatta birçok örneğe dayanarak, eşitlikçiliğin yerlilerin ideolojisi olduğu sonucuna bile varabiliriz. Pek çok Amerikan Yerlisi bizim “bireysel haklar” dediğimiz kavramın fazlasıyla bilincindeydi. Colin Taylor’ın da belirttiği gibi, İrokualar ve Algonkinlerin en temel ilkelerinden biri “bireysel hakları vurguluyor ve tanımlıyordu, böylece bireylerin kendi kararını vermesi ve toplu kararların bütün katılımcıların mutabakata varması koşuluyla alınması sağlanıyordu.”217 Jean Briggs ise Utku Eskimoları hakkında şunları söylüyor:
Utkuların -aynen diğer Eskimo kabileleri gibi- yetkisi tek bir bireyinkini aşan resmî liderleri yok. Ayrıca düşünce ve eylem özgürlüğünü doğal bir hak olarak gördükleri için onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyen her kim olursa olsun ona şüpheyle yaklaşmaya başlıyorlar.218
Pek çok insan demokrasinin Antik Yunan’da doğduğuna inanır. Ancak Yunanlılar demokrasi hakkında çok “istisnai” bir fikre sahip olsalar da -kölelik ve kadınların acımasızca baskı altında tutulması gibi-Batı demokrasisinin aslında Amerikan Yerlilerinden geldiğini söylemek daha doğru olur. Amerikan anayasasında görülen herkesin eşit haklara sahip olduğu hiyerarşik olmayan bir toplum öngörüsü, büyük oranda Amerikan Yerlilerinden esinlenmişti; ne de olsa böyle bir anlayış o dönemde Avrupa’ya çok yabancıydı. Nitekim Amerika’nın kurucu babaları -özellikle de Thomas Jefferson ve Benjamin Franklin- hatıratlarında İrokuaların kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiş ve seçilmiş temsilcilerden oluşan demokratik yönetim biçimlerinden etkilendiklerini itiraf etmişti.219 Federal sistem de büyük oranda İrokuaların Yerli Halkları Ligi’nden ilham alınarak düzenlendi -altı farklı kabilenin lideri, 1744’te Benjamin Franklin’in de hazır bulunduğu sırada bir antlaşma imzalarken bu fikri Avrupalılara tavsiye etmişti.220 Lig’in titizlikle kazırlanmış anayasa ve kanunları vardı. Liderler bu kuralları özümsüyor ve sözlü olarak nesilden nesile aktarıyordu. Amerika’nın kurucuları bu gelenekten fazlasıyla yararlandı. (Ancak M. A. Jaimes Guerrero’nun da belirttiği gibi, atladıkları çok önemli bir nokta vardı: kabilelerin kadın üyelerinin sahip olduğu yetki ve liderlik.221 Aslında, Amerika’nın demokrasi anlayışı da aynen Antik Yunan’ınki gibi oldukça “istisnaiydi.” “Her insana” bahşedilen eşitlik ve özgürlük, sadece toprak sahibi beyaz erkeklere mahsustu -kadınlar, Afrika kökenli köleler, yerliler ve toprak sahibi olmayan beyaz erkekler bu haklardan muaftı.)
Bu nedenle Amerikan Yerlilerinin kısmen Fransız Devrimi’nden de sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Fransız devrimciler Amerika’nın demokratik ilkelerinden ilham almıştı (örneğin Jean-Jacques Rousseau -Fransız devrimcileri büyük oranda etkileyen- Toplumsal Sözleşme adlı kitabını Amerika ve Güney Pasifik Yerlileri hakkında yazılan raporlardan esinlenerek kaleme almıştı).222 İşin ilginç yanı, İrokualar modern kapitalist demokrasinin fikir babaları olmanın yanı sıra komünist ideolojinin ortaya çıkmasından da kısmen sorumluydular. 1851’de yayınlanan Lewis Henry Morgan’ın League of the Iroquois (İrokua Ligi) adlı kitabını hem Karl Marx hem de Friedrich Engels okumuştu. Her ikisi de ütopik sosyalist bir toplumun örneği olarak gördükleri İrokualardan oldukça etkilenmişti. Engels, Marx’a yazdığı bir mektupta şöyle diyor: “Özenle hazırlanmış bu anayasa harika bir fikir! Fakirlere ve muhtaçlara yer yok… Herkes özgür ve eşit -hatta kadınlar bile.”223
Amerikan Yerlilerinin büyük çoğunluğu ataerkil değildi. Anasoylu ve anayersel topluluklar oldukça yaygındı ve kadınlar genellikle söz sahibiydi. Aslında siyasi meseleler söz konusu olduğunda erkeklerden daha etkili oldukları bile söylenebilir. Yeni şef adaylarını belirleyen onlardı. Avrupalılarla anlaşmaya varıldığında imza yetkisine sahip olanlar da. Erkeklerin imzasının geçerliliği yoktu. Kadınlar, erkeklerden daha aşağı görülmüyor, dolayısıyla baskı altında tutulmuyor ya da istismar edilmiyordu. Service’in Tierra del Fuego’da yaşayan Yahgan halkı hakkında yazdığı gibi,
Kadınlar özellikle yüksek mevkiye sahipler… Ailenin reisi sözde erkek de olsa, gözlemciler kadınların farklı düşündükleri zaman eşleriyle tartışmaya girmekten çekinmediklerini söylüyor. Kadınlardan toplum içinde sessiz ya da erkeklere kıyasla daha yumuşak başlı olmaları beklenmiyor.224
Örneğin, Kanada’nın kuzeyinde yaşayan Bakır Eskimolarının kadınları ve erkekleri o kadar eşitler ki oynadıkları toplumsal rolleri kolayca değiş tokuş edebiliyorlar.225 Üstelik yaygın bir erkek egemen kültürde yaşayan ve kocaları onları evden kovduğunda açlıktan ölmeye mahkûm olsalar bile boşanma hakkına sahip olmayan Sahra-Asyalıları hemcinslerinin aksine, Amerikan Yerlisi kadınlar genellikle istedikleri zaman boşanabiliyordu. Örneğin Pueblo kültüründe de, bir kadın kocasının eşyalarını kapının dışına koyarak ondan boşanabilmesi söz konusuydu. Erkeğin bu durumda annesinin evine dönmekten başka çaresi kalmıyordu.
Afrika söz konusu olduğunda, kıtanın kuzeyini Sahra Çölü’nün güneyinde kalan kısmından ayrı tutmak gerekiyor. Kuzey Afrika, kayıtlı tarih boyunca fazlasıyla atacıl bir bölge oldu. Daha önce de gördüğümüz gibi -Mısır medeniyetinin kurucuları da dahil olmak üzereSahra-Asyalılar, Arabistan yaklaşık MÖ 4000’de çölleşmeye başladığı zaman buraya göç ettiler. O sıralarda Kuzey Afrika hâlâ verimli topraklara sahipti. Ancak MÖ 3000 civarında burası da kurumaya başladı ve Sahra Çölü ortaya çıktı. Fakat göçler devam etti. MÖ 800’de Antik Dünya’nın en vahşi halklarından biri olan Fenikeliler -günümüzdeki Suriye ve Filistin topraklarında yaşamış Sami bir topluluk- bölgeye hâkim olmaya başladı. Onlardan sonra sırasıyla Asurlular, Persler, Yunanlılar ve Romalılar geldi. Roma İmparatorluğu gücünü yitirmeye başladığında Hıristiyanlığın etkisi arttı, ta ki MS 7. yüzyılda Müslümanlar bölgeye varıp günümüze kadar varlığını sürdüren İslami kültürleri yerleştirene dek.
Sahra Çölü’nün güneyinde ise durum tamamen farklıydı. Çöl, Sahra-Asyalıların güneye inmesini engelleyen bir bariyer görevi görüyordu. Dolayısıyla Orta ve Güney Afrika’da yaşayan yerli halklar kuzeydekilerin aksine hiçbir zaman fethedilmedi. Ancak Sahra-Asyalılar kıtanın tamamına hiçbir zaman hâkim olamasalar bile yerli halkla değişik zamanlarda temasa geçerek kültürel gelişimlerini etkilediler. Sahra Çölü’nün güneyinde, Avustralya ve Amerika’da gördüğümüz anacıl kültürlerle karşılaşıyoruz. Aradaki tek fark, Afrika’da oluşan atacıl kültür “öbeklerinin” biraz daha fazla ve büyük olması; bununla bağlantılı olarak tamamen anacıl kalmış bölgeler de daha az, çünkü atacıl kültürle olan etkileşimleri çok daha fazlaydı.