“Sakızınız var mı?” diye sordu sonunda kız.
Wallander hayır anlamında başını sallayıp Lötberg’e baktı, Lötberg de hayır anlamında başını salladı.
“Bakalım, daha sonra alırız belki,” dedi Wallander, kayıt cihazını çalıştırdı. “Önce biraz sohbet edeceğiz.”
“Tüm olan biteni zaten anlattım. Neden sakız vermiyorsunuz? Parasını öderim,” dedi kız ve meşe yaprağı şeklinde tokası olan siyah el çantasını kaldırdı. Wallander çantaya el konmamasına şaşırmıştı. “Sakızımı alana kadar ağzımı açmam.”
Wallander telefona uzanıp danışmayı aradı. Ebba halleder, diye düşündü. Ancak hatta tanımadığı bir ses çıkınca Ebba’nın artık emekli olduğunu hatırladı. Altı aydır yoktu ama Wallander yeni danışma görevlisine hâlâ alışamamıştı. Otuzlu yaşlarında, Irene adında bir kadındı. Önceden bir doktorun muayenehanesinde yönetici asistanıymış. Kısa sürede emniyette sevilen biri oldu. Ama Wallander, Ebba’yı özlüyordu.
“Bana sakız lazım,” dedi. “Kimde vardır biliyor musun?”
“Evet,” dedi Irene. “Bende var.”
Wallander telefonu kapatıp danışmaya yürüdü.
“Kız için mi?” diye sordu Irene.
“Çok zekisin.”
Wallander sorgu odasına döndü, Sonja Hökberg’e sakızı verdi ve tüm bunlar olurken kayıt cihazını kapatmayı unuttuğunu fark etti.
“Artık başlayalım,” dedi. “6 Ekim 1997, saat 16.15. Kurt Wallander Sonja Hökberg’i sorguluyor.”
“Yani her şeyi size en baştan mı anlatmak zorundayım?” dedi kız.
“Evet, net konuşmaya ve mikrofona doğru söylemeye çalış.”
“Hepsini çoktan anlattım zaten, neden tekrar olmak zorunda?”
“Benim başka sorularım olabilir.”
“En baştan hepsinin üstünden geçmek içimden gelmiyor.”
Wallander bir an için kızda kaygıdan eser olmayışına hayret etti.
“Maalesef iş birliği yapmak zorundasın,” dedi. “Çok ciddi bir suçla itham ediliyorsun ve suçunu da kabul ettin. Şu an nitelikli saldırı söz konusu, eğer taksicinin hâli daha kötüye giderse, senin durumun daha da fena olabilir.”
Lötberg, Wallander’e onaylamayan bir bakış attıysa da ağzını açmadı.
Wallander en baştan başladı. “Adın Sonja Hökberg ve 2 Şubat 1978 günü doğmuşsun.”
“Yani balık burcuyum. Senin burcun ne?”
“Şu anda bunun yeri değil. Buraya sorularımı cevaplamaya geldin, hepsi bu. Anladın mı?”
“Aptala benzer bir hâlim mi var?”
“Burada Ystad’da, Trastvägen 12 numarada anne babanla birlikte yaşıyorsun.”
“Evet.”
“Emil adında, 1982 doğumlu bir erkek kardeşin var.”
“Bu sandalyede oturması gereken o, ben değilim.”
Wallander kaşlarını kaldırdı.
“Neden öyle dedin?”
“Eşyalarımı karıştırmadan duramaz. Hep eli benim eşyalarımda. Çok kavga ederiz.”
“Eminim küçük kardeşinin olması zor bir durumdur ama şimdilik bu konuyu bir kenara koyalım.”
Kız hâlâ istifini bozmuyor, diye düşündü Wallander. Bu umursamazlığı sinirine dokunmaya başlıyordu.
“Geçen salı yaşanan olayları anlatmaya başlar mısın?”
“Aynı şeyin üstünden iki kere geçmek ne eziyet, çok sıkıcı.”
“Yapacak bir şey yok. Sen ve Eva Persson o akşam dışarı çıktınız?”
“Burada yapacak hiçbir şey yok. Keşke Moskova’da yaşasaydım.”
Wallander’in nutku tutulmuştu. Lötberg bile şaşırdı.
“Neden Moskova?”
“Bir yerlerde gördüm, orada hep heyecanlı şeyler oluyormuş. Hiç Moskova’ya gittiniz mi?”
“Hayır. Sadece sorularıma cevap ver. Evet, o gece dışarı çıktınız.”
“Biliyorsunuz zaten.”
“Eva ve sen yakın arkadaş mısınız?”
“Değilsek neden gece çıkalım? Sizce ben hoşlanmadığım insanlarla çıkıp gezecek bir tipe mi benziyorum?”
Wallander ilk kez kızın ses tonunda bir duygu yakalar gibi oldu. Sabırsız görünüyordu.
“Birbirinizi ne zamandır tanıyorsunuz?”
“Çok uzun değil.”
“Ne kadardır?”
“Birkaç yıl.”
“Senden beş yaş küçük.”
“Beni örnek alıyor.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Bana kendi söyledi. Beni örnek alıyormuş.”
“Neden peki?”
“Onu kendisine soracaksınız.”
Soracağım, diye düşündü Wallander. Ona soracak çok şeyim var. “Bana o gece olanları anlatır mısın?”
“Of Tanrım!”
“Anlatmalısın, istesen de istemesen de. Mecbur kalırsak burada böyle sabaha kadar otururuz.”
“Birer bira içtik.”
“Eva Persson daha 14 yaşında olmasına rağmen mi?”
“Daha büyük gösteriyor.”
“Sonra ne oldu?”
“Birer bira daha söyledik.”
“Ondan sonra?”
“Taksi çağırdık. Ama bunların hepsini zaten biliyorsunuz. Neden sorup duruyorsunuz?”
“Bu taksiciye saldırmaya mı karar verdiniz?”
“Para lazımdı.”
“Ne için?”
“Hiç, öylesine.”
“Dur bir bakalım, doğru anlamış mıyım: Paraya ihtiyacınız vardı ama herhangi bir şey için değil, öylesine.”
“Evet.”
Hayır, hiç de değil, diye düşündü Wallander. Kızın cevabında bir parça öz güvensizlik sezinlemişti. Dikkatini arttırdı. “Normalde insanlar paraya bir şeyler için ihtiyaç duyar.”
“Bizde öyle olmadı.”
Ah, evet, öyleydi, diye içinden geçirdi Wallander. Fakat şimdilik bu konunun üstüne gitmemeye karar verdi.
“Bir taksiciyi soyma fikri nasıl geldi aklınıza?”
“Konuştuk işte.”
“Restoranda mı?”
“Evet.”
“Yani daha önceden konuşmamıştınız?”
“Niye konuşalım ki?”
Lötberg ellerine bakıyordu.
“Yani