Wallander sustu. Kimsenin sorusu yoktu. Svedberg esnedi. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Şu anda yatağında uyuyor olması gerekirdi ama ona ihtiyaçları olduğunu da herkes biliyordu.
“Holger Eriksson hakkında fazla bir şey bilmiyoruz,” diye sürdürdü konuşmasını Wallander. “Eski bir galerici. Varlıklı, hiç evlenmemiş ve çocuğu yok. Hem şair hem de kuşlarla yakından ilgili biri.”
“Bundan biraz daha fazlasını biliyoruz,” diye araya girdi Hansson. “Eriksson bu bölgede özellikle on ya da yirmi yıl önce çok iyi tanınan biriymiş. Hem araba hem de at ticaretiyle ün salmış o günlerde. Sıkı bir pazarlıkçıymış. Sendikalara asla hoşgörüyle yaklaşmazmış. Alabildiğine cimri olduğundan parasını çarçur etmemiş. Vergi kaçırma gibi bazı yasa dışı işlere adı karışmış ama eğer yanlış hatırlamıyorsam hiç yakalanmamış.”
“O zaman bazı düşmanları olması gerek,” dedi Wallander.
“Böyle düşünmek rahatlatıcı olabilir ama bu, söz konusu düşmanların onu öldürmek istediği anlamına da gelmez. Özellikle bu şekilde.”
Wallander uçları sivriltilmiş bambu kazıklarla köprü konusunu tartışmak için biraz daha beklemeye karar verdi. Öncelikle kafasındaki düşünceleri bir düzene koymak istiyordu. Bu, Rydberg’in sürekli ona söylediği şeylerden biriydi. Bir cinayet soruşturması inşaat alanına benzer, derdi. Her şeyin sırayla ve belli bir düzen içerisinde yapılması gerekir, aksi hâlde bina yıkılır.
“Yapmamız gereken ilk şey Eriksson’un yaşamını ayrıntılarıyla ortaya çıkarmak olmalı,” dedi Wallander. “Ama bunu yapmadan önce cinayetin kronolojisiyle ilgili izlenimlerimi anlatmaya çalışacağım.”
Büyük mutfak masasının etrafında oturuyorlardı. Polis kordonu altına alınan cinayet yeriyle rüzgârda uçuşan beyaz muşambayı pencereden görüyorlardı. Üstü başı çamur içinde olan Nyberg bostan korkuluğuna benziyordu. Wallander onun insanı tedirgin edici sesini duyar gibi oldu ama onun çok yetenekli ve kılı kırk yaran biri olduğunu da biliyordu. Eğer elini sallıyorsa bunun mutlaka bir nedeni olmalıydı.
Wallander dikkatinin artmaya başladığını hissetti. Bunu daha önce de defalarca yapmıştı ve soruşturma ekibinin katilin izini sürmeye başlayacağı ânı yakaladığını yüreğinde hissediyordu.
“Bence olay şöyle gelişti,” diye başladı Wallander ağır ağır konuşarak. “Çarşamba akşamı saat ondan sonra ya da perşembe sabahı erkenden Holger Eriksson evinden çıktı. Dışarıda uzun kalmayacağı için de kapıyı kilitlemedi. Yanına gece görüşü olan dürbününü de almıştı. Köprüye doğru uzanan yolda, hendeğe doğru yürümeye başladı. Büyük olasılıkla kuleye çıkacaktı. Kuşlarla yakından ilgileniyordu. Eylül ve ekim aylarında göçmen kuşlar güneye gider. Kuşlar konusunda fazla bir bilgim yok ama birçoğunun bu yolculuğu gece karanlıkta yaptıklarını biliyorum. Bu da bize Eriksson’un neden geç bir saatte evinden çıktığını açıklıyor. Köprüye adımını attığında kalaslar testereyle kesildiğinden hendeğe düşüyor ve kazıklar bedenine giriyor. Ölüm yeri hendek. Yardım için bağırmış olsa bile çevrede kimse yoktu. Çiftliğe boşuna ‘İnziva’ adını vermediği de ortada.”
Sözlerini sürdürmeden önce masadaki termostan fincanına kahve koydu.
“Bence olaylar bu şekilde gelişti,” dedi. “Elimizde yanıtlardan çok soru var ama işe bu noktadan başlamalıyız. İşini çok iyi planlamış bir katille karşı karşıyayız. Acımasız ve tüyler ürpertici. Elimizde şimdilik herhangi bir ipucu ya da delil yok.”
Bir süre kimse konuşmadı. Wallander masanın çevresinde oturan arkadaşlarına baktı. Sonunda Höglund sessizliği bozdu.
“Önemli olan bir şey daha var,” dedi. “O da bu cinayeti her kim işlemişse davranış biçimini gizlemeye hiç de niyetli olmadığı.”
Wallander de aslında bu noktaya gelmek üzereydi.
“Eğer o ölümcül tuzağa dikkatle bakarsak onun bir tür açıklama niteliğinde olduğunu ortaya çıkarabilme şansımız var.”
“Katilin deli olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu Svedberg. Masadakiler onun bu sözlerle ne demek istediğini hemen anlamışlardı. Geçen yaz yaşadıklarını henüz unutamamışlardı.
“Bu olasılığı da göz ardı edemeyiz,” dedi Wallander. “Aslında hiçbir şeyi göz ardı edemeyiz.”
“Ayılara kurulan tuzak gibi,” dedi Hansson. “Ya da Asya’da geçen eski savaş filmlerindeki gibi. Ayı tuzağı ve kuş sevdalısı, ilginç bir karışım.”
“Ya da bir galerici,” diye ekledi Martinson.
“Veya bir şair,” dedi Höglund. “Elimizde birçok seçenek var.”
Wallander toplantıyı bitirdi. Toplantı yapmak istediklerinde Eriksson’un mutfağını kullanacaklardı. Svedberg, hem Eriksson’un siparişlerini alan sekreter kızla hem de Sven Tyrén’le konuşmak için oradan ayrıldı. Höglund yakınlarda yaşayanlarla konuşulup konuşulmadığına bakmaya gitti. Posta kutusundaki mektupları anımsayan Wallander, Höglund’a mahallenin postacısıyla konuşmasını da söyledi. Müdür Holgersson’la Martinson diğer işleri organize etmek için çalışırken Hansson da Nyberg’in adli tıp teknisyenleriyle birlikte evi inceleyecekti.
Soruşturmanın tekerleği dönmeye başlamıştı.
Wallander ceketini üstüne geçirerek hendeğe doğru gitti. Gökyüzü kara bulutlarla kaplıydı. Rüzgâr onu arkadan itiyordu. Birden kazların hiçbir hayvanın sesine benzemeyen bağırtılarını duydu. Durup başını kaldırıp göğe baktı. Kısa süre sonra küçük gruplar hâlinde güneybatıya doğru kanat çırpan kuşları gördü. Skåne’den geçen diğer tüm göçmen kuşlar gibi bunların da Falsterbo Burnu’ndan geçerek İsveç’ten ayrılacaklarını düşündü.
Wallander masanın üstündeki şiiri düşünerek orada öylece durup kuşların arkasından baktı. Sonra da içindeki tedirginliğin gittikçe arttığının bilincinde yoluna devam etti.
Bu vahşice işlenen cinayette onu sarsan ve korkutan bir şey vardı. Yoğun bir nefret duygusundan ya da bir anlık çılgınlıktan ötürü işlenen bir cinayet de olabilirdi bu ama cinayetin arkasında her şeyin soğukkanlılıkla planlandığı hissediliyordu. Neyin kendisini daha çok korkuttuğundan emin değildi.
Nyberg’le adli tıp teknisyenleri çamura batmış kanlı kazıkları kaldırmaya başlamışlardı. Kazıklar teker teker plastik örtülere sarılıp arabaya yerleştiriliyordu. Nyberg’in yüzü gözü çamur içindeydi. Sert ve öfkeli hareketlerle çalışmasını sürdürüyordu. Wallander kendini bir mezara bakıyormuş gibi hissetti.
“Nasıl gidiyor?” diye sordu sesine yüreklendirici bir ifade vermeye çalışarak.
Nyberg homurdandı. Wallander aklındaki soruları bir süreliğine ertelemeye karar verdi. Nyberg çabuk öfkelenen, değişken bir ruh hâline sahip ve her an kavga çıkarmaya hazır biriydi. Emniyettekiler Nyberg’in en küçük bir kışkırtma karşısında Emniyet Genel Müdürü’ne bile rahatlıkla bağırabileceğini düşünürlerdi.
Polis hendeğin üstüne geçici bir köprü kurmuştu. Wallander sert rüzgârın altında diğer taraftan tepeye çıktı. Yaklaşık üç metre yüksekliğindeki kuleyi inceledi. Kule, Eriksson’un yaptırdığı köprüyle aynı ahşaptandı. Wallander kuleye dayalı merdiveni tırmandı. Platform bir metrekareden daha büyük değildi. Rüzgâr yüzünü yakıyor, gözlerinin yaşarmasına neden oluyordu. Üç metre yükseklikte manzara tümüyle