“Dağıtıma çıktı,” dedi telefona yanıt veren genç kız. “Ama araç telefonu var.”
Wallander telefonu kapatıp araç telefonunu çevirdi. Hat cızırtılıydı.
“Holger Eriksson’un kayıp olduğu konusunda galiba haklı çıktınız,” dedi.
“Bunu biliyordum,” dedi Sven Tyrén yüksek sesle. “Bunu ortaya çıkarmanız bu denli uzun mu sürdü?”
“Bu konuya ilişkin bana söylemek istediğiniz başka şeyler var mı?” diye sordu.
“Ne gibi?”
“Bunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Kendisini görmeye giden akrabaları var mıydı? Hiç yolculuğa çıkar mıydı? Onu kim iyi tanırdı? Onun nereye gitmiş olabileceğini açıklayabilecek, bize ipucu verebilecek herhangi bir bilgi.”
“Ortadan kayboluşunun bence mantıklı bir açıklaması yok,” dedi Tyrén. “Bunu daha önce de söylemiştim. Zaten bu yüzden polise geldim.”
Wallander bir an sustu. Sven Tyrén’in yalan söylemesi için herhangi bir neden yoktu ortada.
“Şu anda neredesiniz?”
“Malmö’den dönüyorum. Terminale yakıt götürmüştüm.”
“Eriksson’un evine gideceğim. Siz de gelir misiniz?”
“Bir saatten önce orada olamam,” dedi Tyrén. “Önce bir huzurevine yakıt götürmem gerekiyor. Yaşlı vatandaşlarımızın soğuktan donarak ölmelerini istemeyiz, değil mi?”
Wallander emniyetten çıktı. Yağmur yağıyordu. Ystad’dan çıkarken içinde yoğun bir huzursuzluk hissetti. Eğer hastalanmasaydı bu yanlış anlaşılma da söz konusu olmayacaktı. Tyrén’in haklı olarak endişelendiğini düşünüyordu. Bunu salı günü hissetmişti ve şimdi perşembeydi.
Çiftliğe geldiğinde yağmur da hızlanmıştı. Arabasının bagajındaki lastik botları ayağına geçirdi. Posta kutusunu açtı. İçinden gazeteyle bir iki mektup çıktı. Kapıya yaklaşıp zili çaldı, açılmayınca da cebinden yedek anahtarları çıkararak kapıyı açtı. Eve kendisinden başka birinin gelip gelmediğini hissetmeye çalıştı. Neyse ki her şey bıraktığı gibi yerli yerinde duruyordu. Koridordaki dürbün kılıfı hâlâ boştu. Masanın üstündeki şiir de aynı yerde duruyordu.
Wallander bahçeye çıkıp boş köpek kulübesinin önünde durdu. Ekin kargaları tarlanın üstünde uçuşuyordu. Tarlada ölü bir yaban tavşanı bulmuş olmalılar, diye geçirdi içinden dalgınlıkla. Arabasından el fenerini alıp evi sistematik bir şekilde incelemeye başladı. Eriksson’un oldukça titiz biri olduğu anlaşılıyordu. Wallander mobilyaların cilalı ve tertemiz olduğunu gördü. Sonra da eve doğru yaklaşan kamyonun sesini duyunca Sven Tyrén’i karşılamak için dışarı çıktı.
“Evde yok,” dedi.
Wallander, Tyrén’i mutfağa götürerek ifadesini almak istediğini söyledi.
“Söyleyeceklerimi söyledim zaten,” dedi Tyrén sinirli bir sesle. “Onu bir an önce aramaya başlasanız daha iyi olmaz mı?”
“İnsanlar genellikle sandığından daha fazlasını bilir,” dedi Wallander, Tyrén’in davranışına sinirlendiğini gizlemeden.
“Ne bildiğimi sanıyorsunuz?”
“Yakıt siparişi verdiğinde onunla siz mi konuşmuştunuz?”
“Büroyu aramış. Sekreter kız da dağıtım fişini doldurmuş. Ben günde birkaç kez kızı yoldan arar, ne olup bittiğini sorarım.”
“Aradığında sesi her zamanki gibi miymiş?”
“Bunu kıza sorman gerek.”
“Peki. Kızın adı ne?”
“Ruth. Ruth Sturesson.”
Wallander bunu not defterine yazdı.
“Buraya ağustos ayında bir kez gelmiştim,” dedi Tyrén. “Bu da onu son görüşüm oldu. Her zamanki gibiydi. Bana kahve ikram etti ve yazdığı yeni şiirlerinden bazılarını okudu. Ayrıca çok da iyi öykü anlatırdı ama bu konuda biraz kabaydı.”
“Kaba derken?”
“Anlattıkları yüzümün kızarmasına neden olurdu.”
Wallander ona dikkatle baktı. Bu sözler ona kaba öyküler anlatmaktan hoşlanan babasını anımsatmıştı.
“Sizce bunamaya başlamış olabilir mi?”
“Sanmıyorum, sizin ya da benim kadar aklı başındaydı.”
“Eriksson’un akrabaları var mı?”
“Hiç evlenmemiş. Çocuğu yok, hanım arkadaşı da yoktu. Ya da en azından ben olduğunu bilmiyorum.”
“Ya akrabaları?”
“Onlardan hiç söz etmezdi. Mirasını Lund’daki bir derneğe bırakmaya karar vermişti.”
“Ne derneğine?”
“Ev aletleriyle ilgili bir dernekten söz etmişti galiba. Bilmiyorum.”
Wallander’in aklına birden Balta Dostları geldi ama sonra da Holger Eriksson’un mirasını Lund’daki Kültür Derneği’ne bırakmış olabileceğini düşündü.
“Başka bir gayrimenkulü var mıydı?”
“Ne gibi?”
“Başka bir çiftlik evi? Kent dışında bir ev? Ya da bir daire?” Tyrén karşılık vermeden bir süre düşündü.
“Hayır,” dedi. “Yalnızca burası vardı. Parası da bankadaydı. Handelsbanken. ”
“Bunu nereden biliyorsunuz?”
“Faturalarını Handelsbanken aracılığıyla öderdi.”
Wallander başını onaylarcasına salladı. Not defterini kapattı. Başka sorusu yoktu. Artık Eriksson’un başına kötü bir şeyler geldiğinden emindi.
“Sizi arayacağım,” dedi Wallander ayağa kalkarken.
“Şimdi ne olacak?”
“Polis, işlemleri başlatacak.”
Dışarı çıktılar.
“Kalıp size yardım etmek isterim,” dedi Tyrén.
“Buna hiç gerek yok,” diye karşılık verdi Wallander. “Bunu kendi yöntemlerimizle hallederiz.”
Sven Tyrén bu sözlere karşı çıkmadı. Wallander yola koyulan kamyonun arkasından baktı. Bir süre tarlaların kenarında durup uzaktaki ağaçlıklı yola baktı. Ekin kargaları hâlâ tarlanın üstünde uçuşuyordu. Wallander cep telefonunu çıkarıp emniyetten Martinson’u aradı.
“Nasıl gidiyor?” diye sordu Martinson.
“Geniş bir araştırma başlatmalıyız,” dedi Wallander. “Adres Hansson’da var. Soruşturmanın bir an önce başlamasını istiyorum. Buraya köpekleri de gönder.”
Wallander telefonu kapatırken Martinson’un heyecanlı sesini duydu.
“Bir şey daha var. Holger Eriksson’la ilgili bir şey bulur muyuz, diye düşünüp araştırma yaptım ve bir şeyler bulduk.”
Wallander yağmurdan daha fazla ıslanmamak için bir ağacın altına sığınarak telefonu iyice kulağına yapıştırdı.
“Yaklaşık bir yıl önce adamın evine