“Torstensson soruşturmasının sorumluluğunu devralacağını zannediyorum,” dedi Åkeson. “Belki bugün öğleden sonra bir araya gelip ne durumda olduğumuzu konuşabiliriz.”
“‘Devralma’ konusunu bilmiyorum,” dedi Wallander. “Soruşturmaya dâhil olacağım, olmak istedim. Ama sanırım soruşturmayı diğerlerinden biri yönetecek.”
“Hımm, benim işim değil zaten,” dedi Åkeson. “Sadece döndüğüne sevindiğimi söylemek istedim. Olayın ayrıntılarını öğrenecek zamanın oldu mu?”
“Tam olarak değil.”
“Duyduklarıma bakılırsa önemli bir gelişme yok gibi.”
“Björk’e göre uzun sürecek bir soruşturma olacak.”
“Sen ne düşünüyorsun?”
Wallander yanıt vermeden önce duraksadı. “Şimdilik hiçbir şey…”
“Güvensizlik gittikçe artıyor,” dedi Åkeson. “İmzasız mektuplarla yapılan tehditler çok yaygınlaştı. Eskiden kapısı herkese açık olan hükümet binaları kale gibi barikatlar kurmaya başladı. Bu yüzden ölen adamın müvekkillerini ince eleyip sık dokuyarak araştırmanız gerekiyor. Onların içinde bir ipucu bulabilirsiniz. Müvekkillerinden birinin maktule karşı özel bir kini olabilir.”
“Biz de zaten öyle yapmaya başladık,” dedi Wallander.
Öğleden sonra Åkeson’un odasında buluşmaya karar verdiler.
Wallander tasarlamaya başladığı soruşturma planına dönmeye çalıştı ancak konsantrasyonu kaybolmuştu. Sinirlenerek kalemini bıraktı, kahve almaya gitti. Kimseyle karşılaşmamak için hızla odasına döndü. Saat sekizi çeyrek geçiyordu. Kahvesini içerken insanlarla birlikte olma korkusunu ne zaman yeneceğini merak etti. Saat sekiz buçukta notlarını yanına alarak toplantı odasına gitti. Yoldayken Sten Torstensson’un öldürülmesinden bu yana geçen beş ya da altı gün boyunca alışılmadık derecede çok az ilerleme kaydedildiğini fark etti. Bütün cinayet soruşturmaları farklıydı ama her zaman işin içindeki polislerde yoğun bir baskı duygusu olurdu. Wallander yokken burada bir şeyler değişmişti. Fakat değişen neydi?
Hepsi toplandığında saat sekizi kırk geçiyordu, Björk toplantının başladığının işareti olarak masaya hafifçe vurdu. Önce Wallander’e döndü.
“Kurt, sen bu vakaya yeni katıldın, bu nedenle her şeyi taze bir bakışla değerlendirebilirsin. Ne yapmamız gerektiği konusunda ne düşünüyorsun?”
“Buna karar verecek kişinin ben olduğumu düşünmüyorum,” dedi Wallander. “Her şeyi iyice öğrenmeye zamanım olmadı.”
“Yine de şimdiye dek işe yarar bir şey bulan tek kişi sensin,” dedi Martinson. “Eğer seni tanıyorsam gece oturup bir soruşturma planı hazırlamışsındır. Haksız mıyım?”
Wallander evet dercesine başını salladı. Artık soruşturmanın sorumluluğunu almaktan başka çaresi olmadığını anlıyordu.
“Bir özet hazırlamaya çalıştım,” dedi Wallander. “Ama önce size bir hafta önce Danimarka’da yaşadığım bir şeyden bahsetmeliyim. Bunu dün söylemem gerekirdi ama ilk iş günüm benim için en hafif deyimle fazla heyecanlıydı.”
Wallander, Sten Torstensson’un Skagen’e yaptığı yolculuğu kendisini şaşkınlık içinde dinleyen arkadaşlarına anlattı. Hiçbir detayı atlamamaya çalıştı. Konuşmasını bitirdiğinde odaya sessizlik hâkimdi. Sonunda Björk bozulduğunu gizlemeye gerek görmeden konuştu.
“Çok garip,” dedi Björk. “Neden her zaman normal prosedürlerin dışına çıkıyorsun bilmiyorum.”
“Onu tanıdığımdan bahsettim,” diye karşı çıktı Wallander ve sinirlerinin gerildiğini hissetti.
“Şu anda gerilmemize gerek yok,” dedi Björk sakin bir şekilde. “Ama bu durumun biraz tuhaf olduğunu kabul etmelisin. Bu durumda Gustaf Torstensson’un dosyasını yeniden açmamız gerekeceği aşikâr.”
“Bana göre iki cephede ilerlememiz hem doğal hem de gerekli,” dedi Wallander. “Bir değil iki kişi öldürüldüğünü varsaymalıyız. Dahası bunlar baba ve oğul. İki ihtimali aynı anda düşünmeliyiz. Cinayetlerin sırrı iki kişinin özel hayatında gizli olabileceği gibi, Torstensson’lar aynı şirkette avukat olarak çalıştıklarından, işleriyle de ilgili olabilir. Gerçek şu ki Sten benimle konuşmaya geldiğinde babasının ölmeden önce endişeli olduğunu söylediğinden kilit adam Gustaf Torstensson olabilir. Ama bu kaçınılmaz bir sonuç değil, ayrıca Danimarka’da bulunduğu sırada Sten’in Finlandiya’dan Bayan Dunér’e gönderdiği bir kartpostal söz konusu.”
“Bu kartpostalın bize anlattığı başka bir şey olmalı,” dedi Höglund.
Wallander başıyla onayladı. “O da şu, Sten tehdit altında olduğunu düşünüyor olmalıydı. Senin kastettiğin de bu mu?”
“Evet,” dedi Höglund. “Yanlış bir iz bırakmasının nedeni başka ne olabilir ki?”
Martinson bir şey söylemek ister gibi elini kaldırdı. “İki gruba ayrılırsak araştırmamız daha kolay olabilir,” dedi. “Bir grup babanın ölümüne, diğer grup ise oğlun ölümüne yoğunlaşabilir. Daha sonra aynı sonuca varan bir şeyler bulabilecek miyiz bakarız.”
“Katılıyorum,” dedi Wallander. “Bununla beraber iki olayda da garip bir şey olduğunu düşünmeden edemiyorum. Çoktan keşfetmemiz gereken bir şey.”
“Bütün cinayetler gariptir,” dedi Svedberg.
“Evet, ama daha fazlası var,” dedi Wallander. “Ve ne olduğunu tam olarak anlayamıyorum.”
Björk toplantıyı bitirmesi gerektiğini belirtti.
“Gustaf Torstensson’a ne olduğunu araştırmaya başladığım için devam etsem iyi olur,” dedi Wallander. “Eğer itiraz eden yoksa.”
“O zaman kalanlarımız da Sten Torstensson dosyasına kendimizi verelim,” dedi Martinson. “Her zaman olduğu gibi kendi başına çalışmak istediğini farz edebilir miyim?”
“Şart değil. Anladığım kadarıyla Sten cinayeti daha karmaşık gibi. Babasının ise pek fazla müvekkili yok ve özel hayatı daha şeffaf.”
“O zaman başlayalım,” dedi Björk not defterini gürültüyle kapatırken. “Her gün öğleden sonra dörtte ne kadar ilerlediğimizi görmek için toplanacağız. Bir de bugün geç saatlerde yapılacak bir basın toplantısı için yardıma ihtiyacım var.”
“Ben yapamam,” dedi Wallander. “Gücüm yok.”
“Bence Ann-Britt yardım edebilir,” dedi Björk. “Hem artık bizimle çalıştığının bilinmesi iyi olur.”
“Benim için sorun yok,” dedi Höglund herkesi şaşırtarak. “Böyle şeyleri öğrenmem gerekir.”
Toplantıdan sonra Wallander, Martinson’un beklemesini istedi. Herkes gittiğinde kapıyı kapattı.
“Biraz konuşmamız lazım,” dedi Wallander. “İstifa etmem gerekirken, içeri dalıp sorumluluğu alıyormuşum gibi geliyor.”
“Elbette hepimiz biraz şaşırdık,” dedi Martinson. “Kabul etmelisin. Neler olup bitiğini kestiremeyen sadece sen değilsin.”
“Kimsenin ayağına basmak istemem.”
Martinson kahkahayla güldü. Sonra burnunu sildi. “İsveç polisi, ayak parmakları ve topukları ağrıyan memurlarla dolu,” dedi. “Polis teşkilatı ne kadar bürokratikleşirse, o kadar çok