“Çok uzun bir yol,” dedi. “Polonya sahillerini baştan başa geçtikten sonra, dosdoğru Alman karasularına girmesi gerekiyor. Buna inanamıyorum.”
“İkinci Dünya Savaşı sırasında mayınlar kısa zamanda uzun yollar alabiliyordu. Son günlerde esen sert rüzgârlar botun yolculuğunu da hızlandırmış olabilir.”
Birden gaz lambasının ışığı azaldı.
“Bildiklerim bu kadar. Daha fazla anlatacak bir şeyim yok,” dedi adam haritayı katlarken. “Verdiğin sözü hatırlıyorsun, değil mi?”
“Verdiğim sözleri asla unutmam. Ama bir sorum daha var. Neden korkuyorsun? Neden gecenin bir yarısı buluştuk?”
“Korkmuyorum,” diye karşılık verdi adam haritayı kaldırırken. “Ayrıca korkuyor olsam da bu yalnızca beni ilgilendirir.”
Wallander çok geç olmadan sorması gereken başka sorusu olup olmadığını düşündü.
İkisi de teknenin hafifçe sallanmaya başladığını fark etmemişti. Bu son derece hafif bir sallantı olduğu için fark edilmemesi olağandı.
Wallander ranzadan kalkarak el feneriyle dümenin bulunduğu yerin duvarlarını aydınlattı. Tekneyi daha sonra kendisine hatırlatabilecek hiçbir şey bulamadı.
“Gerekirse seni nerede bulabilirim?” diye sordu rıhtıma çıktıklarında.
“Bulamazsın,” diye karşılık verdi adam. “Aslında buna gerek de olmayacak. Çünkü bildiğim her şeyi anlattım.”
Wallander rıhtımda yürürken adımlarını sayıyordu. Yetmiş üçüncü adımda limanın çakıl taşlı zeminine bastığını fark etti. Adam karanlığın içinde kaybolmuştu. El fenerini almış ve tek bir sözcük bile söylemeden çekip gitmişti. Wallander motoru çalıştırmadan arabasında bir süre oturdu. Bir an için karanlıkta bir gölge gördüğünü sandı ama sonra da yanıldığına karar verdi. Yine de bunun, bir an önce oradan uzaklaşması anlamına geldiğini hissetti. Ana yola çıkınca yavaşladı ama dikiz aynasından başka bir araç görmedi.
Eve geldiğinde saat 02.45 olmuştu. Mutfak masasına oturup balıkçı teknesindeki konuşmaların ayrıntılarını yazmaya başladı. Baltık ülkeleri, diye geçirdi içinden. Kurtarma botu onca yol boyunca sürüklenmiş olabilir miydi? Oturma odasına giderek opera programlarıyla eski dergilerin arasına sıkışmış, okul döneminden kalmış bir atlası bulup çıkardı. Güney İsveç ve Baltık Denizi. Baltık ülkeleri atlasta İsveç’e çok yakın duruyorlardı ama aynı zamanda da çok uzaktılar. Deniz, akıntı ve rüzgârla ilgili hiçbir şey bilmiyorum, diye geçirdi içinden. Adam haklı olabilir mi? Hem bana neden yalan söylesin ki? Bir kez daha adamın korkusunu ve diğer kişiyi düşündü. Adamın korktuğu diğer kişiyi.
Yattığında saat 04.00 olmuştu. Uzun bir süre uyuyamadı.
İrkilerek birden uyandı. Komodinin üstündeki saat 07.46’yı gösteriyordu. Küfrederek yataktan fırladı. Diş fırçasıyla macununu ceketinin cebine atarak evden fırladı, saat sekizde arabasını emniyetin önüne park etti. Santral memuru Ebba ona seslendi.
“Björk seni hemen görmek istiyor,” dedi. “Ne oldu? Uyanamadın mı?”
“Sorma,” diye karşılık veren Wallander dişlerini fırçalamak için koşarak tuvalete gitti. Aynı zamanda da toplantı için kafasını toplamaya çalışıyordu. Gece Brantevik limanındaki balıkçı teknesinde yaşadıklarını ne yapacaktı?
Björk’ün odasına gittiğinde kimse yoktu. Odadan çıkarak emniyetin en büyük toplantı odasına gitti, kendini derse geç kalan bir öğrenci gibi hissederek kapıyı hafifçe vurdu.
Oval masanın etrafında altı kişi oturuyordu. Başlarını kaldırıp ona baktılar.
“Galiba birkaç dakika geciktim,” dedi kendisine en yakın boş sandalyelerden birine oturarak. Björk, ona dik dik bakıyordu ama Martinson’la Svedberg geceyi nerede geçirdiğini merak edercesine bakarak hafifçe gülümsediler. Svedberg’in kendisine alaycı bir tavırla baktığını düşündü. Björk’ün solunda oturan Birgitta Törn’ün yine gizemli bir hâli vardı. Onun yanında da Wallander’in tanımadığı iki kişi oturuyordu. Wallander yerinde hafifçe doğrularak onları selamladı. Bu iki adam ellili yaşlarındalardı. Şaşırtıcı bir şekilde birbirlerine benziyorlardı. Yüzlerinde dostça bir ifade vardı. Birincisi kendini Sture Rönnlund, ikincisi de Bertil Lovén olarak tanıttı.
“Ben cinayet masasındanım,” dedi Lovén. “Sture de narkotikten.”
“Kurt en deneyimli elemanlarımızdan biridir,” dedi Björk. “Buyurun, kahve alın.”
Herkes kahvesini aldıktan sonra Björk toplantıyı başlattı.
“Yardımlarınız için ne kadar minnettar olduğumuzu söylememe gerek yok,” dedi. “Cesetlerin bulunmasıyla birlikte medyanın olaya atmaca gibi saldırmasını hepinizin fark ettiğinden eminim. Bu yüzden bu soruşturmada sizlerin yardımına ihtiyacımız var. Birgitta Törn bize gözlemci olarak katıldı. Interpol’ün etkisi dışında kalan ülkeler söz konusu olursa bize yardım edecek, ancak onun uzmanlığından her daim yararlanabiliriz.”
Bu konuşmadan sonra sıra Wallander’e gelmişti. Herkese ayrıntılı bir rapor verildiğinden ayrıntılara girmedi ama olanları kısaca özetledi. Adli tıp raporu üstünde kısa bir süre konuştu. Konuşmasını bitirince Lovén birkaç nokta hakkında soru sordu. Hepsi bu kadardı. Björk masanın etrafında oturanlara baktı.
“Evet,” dedi. “Başka bir şey var mı?”
Wallander, Björk’ün kararı Dışişleri görevlisiyle Stockholm’lü iki polise bırakmasına sinirlenmişti. Tepkisini belli etmek için söz almak istedi.
“Burada tam olarak açıklanmayan birçok konu var,” dedi. “Yalnızca bu olaydan söz etmiyorum. Dışişleri Bakanlığı’nın Birgitta Törn’ü neden Ystad’a gönderdiğini anlamış değilim. Bakanlığın bunu bizim Rus polisiyle sağlam ilişkiler kurmamıza yardım etmek için yaptığına inanmıyorum. Bana kalırsa Dışişleri Bakanlığı soruştumayı yakın takibe aldı, eğer öyleyse, neyin yakın takibe alındığını öğrenmek istiyorum. Ve en önemlisi de bakanlığın bu kararı neden aldığını bilmek istiyorum. Stockholm’ün bizim bilmediğimiz şeyleri bildiğini düşünmeden edemiyorum. Ya da belki de bu kararı Dışişleri değil ama bizim bilmediğimiz başka biri verdi.”
Wallander sözlerini tamamladığında odada ölümcül bir sessizlik oluşmuştu. Björk, ona dehşetle bakıyordu.
Sonunda bu sessizliği Birgitta Törn bozdu.
“Ystad’a gelme nedenimizden kuşkulanmanızı gerektirecek bir şey yok,” dedi. “Doğu Avrupa’daki çalkantılı durum oradaki gelişmeleri yakından takip etmemizi gerektiriyor.”
“O adamların Doğu Bloku’ndan geldiklerinden emin değiliz ki,” dedi Wallander, Törn’ün sözünü keserek. “Yoksa siz bizim bilmediğimiz bir şey mi biliyorsunuz? Öyleyse bunu ben de öğrenmek isterim.”
“Galiba biraz sakinleşsek iyi olacak,” dedi Björk.
“Sorumun yanıtlanmasını bekliyorum,” diye karşılık verdi Wallander. “Bu dengesi bozuk siyasi ortamda karanlıkta kalmak istemiyorum.”
Birgitta Törn’ün yüzündeki gizemli ifade birden kayboldu. Wallander’e ters bir şekilde baktı. Hımm, diye geçirdi içinden, beni sevmiyor.
“İçinde bulunduğumuz durumu az önce de belirtmiştim,” dedi Törn. “Eğer ne denli hassas bir durumla karşı karşıya olduğumuzu algılayabiliyorsanız bu şekilde