Yetişkinler için üretilen EpiPen® sarı, EpiPen® Junior ise yeşil etiketlidir. Her ikisinin de çalışma prensibi aynıdır; önceden ayarlanmış tek doz adrenalini uyluk kasından vücuda vermek için tasarlanmıştır. Adrenalin vücuda alındığı an kan basıncı iyileşmeye başlar ve kanın yeniden hayati organlara ulaşması mümkün olur, solunum yolları gevşer ve nefes almak kolaylaşır, kalp reseptörleri uyarılarak kalbin daha hızlı atmaya başlaması sağlanır. Aşağıdaki tabloda sıralanmış, anafilaksinin geç ortaya çıkan semptomlarıyla başa çıkabilmek için adrenalin kullanımı şarttır.
ALERJILERIN ARTIŞI
Alerji hastalıkları dünya genelinde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde, benzeri görülmemiş bir hızla artıyor. ASCIA’nın (Avustralasya Klinik İmmünoloji ve Alerji Derneği) verilerine göre, Avustralya nüfusunun neredeyse yüzde 20’sinin bir alerji hastalığı var. Bu her beş kişiden biri demek – şaşırtıcı bir rakam.
2017-2018 yılları arasında her dokuz Avustralyalıdan biri (yaklaşık 2,7 milyon insan) astım hastasıydı. 2014-2015 yılları arasında beş Avustralyalıdan biri (yaklaşık 4,5 milyon insan) saman nezlesinden (alerjik rinokonjonktivit) mağdur. Egzama bebeklerin yaklaşık yüzde 20’sinde görülüyor ve yaygınlığı dünya çapında artıyor. Ayrıca alerjileri en şiddetli yaşayanların çocuklar olduğunu biliyoruz. 1994’ten 2005’e kadar Avustralya’daki 0-4 yaş arası küçük çocuklarda görülen anafilakside beş kat artış yaşandı. Yaygın olarak görülen gıda alerjisi 12 aya kadar olan bebeklerin yaklaşık yüzde 10’unu etkiliyor.
İşin doğrusu, Avustralya dünya genelinde en yüksek doğrulanmış gıda alerjisi oranlarına sahip. Melbourne’da 5000 bebekle yapılan HealthNuts isimli araştırmanın sonuçlarına göre, bir yaşındaki Avustralyalı bebeklerin yüzde 9’unun yumurta alerjisi var. İyi haber, bu bebeklerin yüzde 80’i birkaç yıl içerisinde bu alerjiden kurtulacak. En ağır alerjik reaksiyonu gösteren bebeklerin bile çoğunda yaşla beraber bu alerji kaybolacak ve yalnızca ufak bir yüzde yaşamına bu alerjiyle devam edecek. Öte yandan yerfıstığı alerjisinde durum bunun tam tersi; bebeklerin yalnızca yüzde 20’si yerfıstığı alerjisinden mağdur olmadan yaşamına devam edebilecek.
Alerji sorunu giderek daha da kötüleşiyor. ASCIA 2050 yılında alerji hastalıklarından etkilenen Avustralyalıların sayısının şaşırtıcı şekilde 7,7 milyona ulaşacağını öngörüyor.
Kendi araştırmalarımdan edindiğim tecrübelere dayanarak durumun kötü olduğunun farkındayım. Devlet hastanelerinin alerji kliniklerindeki bekleme süreleri aylara varıyor ve özel hastanelerde test, tanı ve tedavi için bekleyenlerin listeleri upuzun. İmmünoloji alanında çalışan meslektaşlarım, test ya da takip gerektiren çok sayıda çocuk olduğu için onları emekliliğe kadar götürecek işleri olduğunu düşünüyor. Bu çocukların çoğu kronik alerjileri olan yetişkinler olacak.
ALERJILERIN SEBEBI NEDIR?
Yaşamımda şimdiye kadar hiçbir alerji sorunu ya da ciddi bir tıbbi sorun yaşamadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Annem, küçük bir çocukken arka bahçemizdeki toprak alanda oynadığımı hatırlatır sık sık. Öyle ki bulduğum karıncaları bile yermişim. Annem “kir ve böceklerle temasın insanı güçlendirdiğine” inanır, ben de her zaman bunun doğruluk payı olup olmadığını merak etmişimdir.
Biliminsanları alerjinin giderek yaygınlaşmasına bir açıklama getirmek için hijyen hipotezini öne sürdü. Bu teori, erken çocukluk döneminde bazı mikroplara (bakterilere) maruz kalmanın çocuklarda alerji hastalıklarının gelişmesini engellediği üzerine kurulu. Sanayileşmiş ülkelerdeki yaşam tarzı değişiklikleri, daha steril kentsel ortamlar ve iç mekânlarda geçirilen sürelerin artmasıyla özellikle çocuklar mikroplara daha az maruz kalmaya başladı. Bu durum daha az enfeksiyon anlamına gelse de aynı zamanda alerjilerdeki artış oranıyla da ilişkilendiriliyor. Bir başka deyişle, bir zamanlar maruz kaldığımız mikroplara artık maruz kalmıyoruz ve vücudumuz belirli hastalıklarla nasıl savaşacağını öğrenemiyor. Görünüşe bakılırsa annem haklı, çocukken toprakta oynamak sağlık için yararlı.
Hijyen hipotezinin hikâyesi oldukça etkileyici. 1989 yılında Londra’da epidemiyoloji uzmanlığı yapan (belirli insan topluluklarındaki hastalıkları inceleyen) Profesör David Strachan, savaş sonrası Britanya’da 17.000 çocukla artan saman nezlesi vakaları üzerine yaptığı bir anketin sonuçlarını yayımladı. Verilere göre sonuç ilginçti: Çocukların ağabey ya da abla sayıları ne kadar fazlaysa, bir yaşına kadar egzama ve 23 yaşına kadar saman nezlesinden etkilenmiş olması olasılığı o kadar düşük çıktı.
Profesör Strachan büyük çocukların küçük kardeşleri üzerinde özel bir tür koruyucu etkisi olduğuna ve bu etkinin mikroplara maruz kalmak olduğuna inandı. Erken çocukluk döneminde belirli mikroplara maruz kalmak küçük kardeşin bağışıklık sisteminin gelişmesine katkı sağlıyor, bu da küçük kardeşleri alerjilere karşı koruyordu.
Profesör Strachan’ın makalesinin unutulmayan başlığı “Saman nezlesi, hijyen ve hane halkının büyüklüğü”. İşin tuhafı, “hijyen” sözcüğünün yalnızca makalenin başlığında kullanılması, metnin başka hiçbir yerinde geçmemesi. Buna rağmen medya ve bilim çevrelerinin yoğunlaştığı konu artık yeterince kirlenmediğimiz oldu. Peki bu işin sırrı nedir? Neden bazı mikroplar bizim için “yararlı” ama diğerleri değil?
Vücutta bir mikroba maruz kaldığımızda etkin hale geçen özel hücreler bulunur. Bu son derece gelişmiş savunma hücreleri farklı mikroplara göre uyarlanmıştır. Vücudunuza bulaşan bir tip mikrop için yalnızca onu tanıyan hücreler harekete geçer. Bu özel hücreler daha sonra enfeksiyonla savaşmak için hızla çoğalır. Bazıları enfeksiyona neden olan mikrobu daha önceden hatırlayabilir ve onunla çok agresif ve hızlı bir şekilde savaşabilir, bu da o mikroptan tekrar hastalanma olasılığımız olmadığı anlamına gelir; artık o mikroba karşı bağışıklığımız vardır.
Mikrop saldırısı karşısında bağışıklık sistemi devreye girer. Yardımcı T hücreleri olarak isimlendirilen bağışıklık hücreleri, enfeksiyonla mücadele etmek için harekete geçer ve vücudun bağışıklık sistemi yanıtlarını koordine etmek için hormonal mesajlar üretir.
Th1 ve Th2 olmak üzere iki farklı tip yardımcı T hücresi vardır ve bunların işlevleri birbirinden farklıdır. T1 hücreleri proinflamatuardır ve hücrelerimizin içine girebilecek virüslerle yabancı bakterileri yok etmeye yönelik tasarlanmıştır. Ama aşırı bir pro-inflamatuar yanıt çok fazla doku hasarına neden olur. Bunu engellemenin de bir yolu olmalı.
Th2 hücreleri antiinflamatuar olarak, Th1 yanıtını dengeler. Akla yatıyor değil mi? Ama ne yazık ki güçlü bir Th2 yanıtı da IgE antikorlarının (bunları hatırlıyor musunuz) üretimini etkin hale getirir ve alerjik reaksiyona neden olabilir.
Vücudumuzdaki Th1 ve Th2 yanıtları arasında olağanüstü hassas bir denge vardır. Yani mikroplarla teması azaltmışsak vücudumuzda daha az Th1 yanıtı olur, çünkü Th1 yabancı mikroorganizmalarla savaşır. Azalan Th1 yanıtı, dengenin bozulduğu ve çok fazla Th2 aktivitesi olacağı, dolayısıyla vücutta alerjik reaksiyona neden olan IgE antikorunun çok fazla olacağı anlamına gelir. Ve bu da alerji riskinin artması demektir.
Birçok biliminsanı alerjilerin bağışıklık sistemimizde çok fazla Th2 aktivitesi