Köle, Savaşçı, Kraliçe . Морган Райс. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Серия: Tahtlar ve Zafer
Жанр произведения: Героическая фантастика
Год издания: 0
isbn: 9781632917980
Скачать книгу
altında olduğumuzu bilerek yaşayacağım. Sen de aynısını benim için yapar mısın?"

      Önce ona bağırmayı : beni burada tek başıma nasıl bırakırsın, demeyi istedi.

      Fakat sonra burada kalamayacağını içten anladı, şu ankinden daha da zorlaştırmak istemiyordu durumu.

      Yüzünden bir yaş süzüldü. Burnunu çekip kafasını salladı.

      "Her gece ağacımızın altında duracağım," dedi.

      Babası Ceres'i alnından öptü ve nazikçe onu sardı. Sırtındaki yaralar bıçak batıyormuş gibi hissettiriyordu fakat dişlerini sıkıp sustu.

      "Seni seviyorum, Ceres."

      Cevap vermek istedi fakat bir şey söylemek için kendini toparlayamadı, kelimeler boğazında düğümlendi.

      Ahırdan atını getirince Ceres biraz yiyecek, araçları ve malları yüklemesi için ona yardımcı oldu. Ona son bir kez sarılınca Ceres üzüntüden göğsünün yarılacağını hissetti ancak yine de tek kelime edemedi.

      Atına bindi ve hayvana hareket etmesi için işaret vermeden önce kafasını salladı.

      Babası atıyla ilerlerken Ceres el salladı, uzak tepenin ardında yok olana kadar pür dikkat babasını izledi. Hissettiği tek gerçek aşkı bu adam tattırmıştı ona ve o da şimdi gidiyordu.

      Göklerden yağmur yağmaya başlarken yüzünü ıslatıyordu.

      Bütün gücüyle bağırdı, "Baba!". "Baba, seni seviyorum!"

      Dizlerinin üstüne düşüp ellerini yüzüne götürdü ve hıçkırdı.

      Bildiği anlamda hayat bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      Ağrıyan ayakları ve yanan ciğerleriyle Ceres dik tepeye elinden geldiği kadar hızlı bir şekilde iki yanındaki kovadan bir damla su taşırmadan tırmandı. Normalde mola vermek için dururdu ancak annesi gün doğana kadar gelmezse kahvaltı vermemekle tehdit etmişti onu, kahvaltı etmemesi demek akşam yemeğine kadar aç kalması demekti. Acıyı hiç bir şekilde umursamıyordu, en azından aklını babasından ve o gittiğinden beri işlerin ne kadar sefil bir hale geldiğinden uzaklaştırmasına yardımcı oluyordu

      Güneş daha yeni uzakta yer alan Alva Dağları'nı aşmış, dağınık duran bulutları altın bir pembeye boyuyordu;  yumuşak rüzgar yolun her iki tarafındaki uzun, sarı çimenleri okşuyordu. Ceres oksijeni bol sabah havasını burnuna çekti ve daha hızlı olmak için kendini zorladı. Annesi her zaman gittiği kuyunun kuruduğunu ya da sekiz yüz metre daha ileride olan diğer kuyuda sıra olduğunu mantıklı bir bahane olarak kabul etmeyecekti. Aslında tepenin üstüne ulaşana kadar hiç durmamıştı, durduğunda ise yol üzerinde mıhlanmış önündeki manzara karşısında şaşkınlığa uğramıştı.

      Uzakta görünen noktada evi vardı, önünde ise bronz bir araba duruyordu. Annesi arabanın önünde aşırı şişman bir adamla konuşurken onun yarısı boyunda birini bile daha önce görmediğini düşündü Ceres. Kırmızı keten bir gömlek giymişti, kırmızı ipek bir şapkası vardı. Uzun ve sert sakalı griydi. Ceres gözlerini kısarak anlamaya çalıştı, bir satıcı mıydı bu?

      Annesi en güzel elbisesini giymişti, Ceres'e yeni ayakkabılar alması gereken parayla kendine uzun yeşil ve ketenden bu elbiseyi almıştı. Bunların hiç biri Ceres'e mantıklı gelmiyordu.

      Ceres yavaşça tepeden inmeye başladı. Gözlerini onlardan ayırmadan yoluna devam ederken yaşlı adamın annesine ağır bir deri kese verdiğini ve annesinin suratının bir anda aydınlandığını gördü dolayısıyla merakı arttı. Kem talihleri tersine mi dönmüştü? Babası eve dönebilecek miydi? Bu düşünceler onu biraz hafifletti ancak tüm detayları öğrenmeden heyecanlanmak istemedi.

      Ceres evlerine yakınlaştığında annesi döndü ve ona sıcak bir ifadeyle gülümsedi, bunu yapar yapmaz Ceres midesinde bir endişe yumrusu hissetti. Annesi ona en son bu şekilde, dişlerini gösterip gözleri ışıl ışıl parlarken gülümsediğinde Ceres dayak yemişti.

      "Sevgili kızım," dedi annesi aşırı tatlı bir tonla, kollarını açıp ona doğru giderken yüzündeki sırıtış Ceres'in kanını dondurdu.

      "Kız bu mu?" dedi yaşlı adam hevesli bir gülümsemeyle, siyah, pörtlek gözleri Ceres'e bakarken büyüyordu.

      Yakına gelen Ceres artık şişman adamın tenindeki tüm kırışıklıkları görüyordu. Geniş düz burnu tüm yüzünü kaplamış gibiydi, şapkasını çıkarınca terli ve kel kafası güneş altında parlıyordu.

      Annesi neşeyle Ceres'in yanına geldi, kovaları elinden aldı ve kavrulmuş çimenlerin üstüne koydu. Sadece bu hareket bile Ceres'e bir şeylerin tamamen yanlış olduğunu anlatıyordu. Göğsünde ona panikleten bir hissin doğduğunu hissediyordu.

      Gözlerinde hiç  yaş olmamasına rağmen siler gibi yaparak, "Gururum ve neşem, tek kızım Ceres'le tanışın," dedi annesi. "Ceres, bu Lord Blaku. Yeni efendine lütfen saygılı davran."

      Ceres'in kalbine birden korku doldu. Hızlı bir nefes alarak ne dediğini anlamaya çalıştı. Önce annesine, ardından Lord Blaku'ya baktı, annesi daha önce hiç görmediği şeytani bir gülümseme takınmıştı.

      "Efendi mi?" diye sordu Ceres.

      "Ailemizi mali yıkımdan ve toplum utancından kurtarmak için cömert Lord Blaku babanla bana bir teklif sundu: senin karşılığında bir kese altın önerdi."

      "Ne?" dedi tek nefeste Ceres, kendini yerin dibine girmiş gibi hissederken.

      "Şimdi, olduğunu bildiğim iyi kız ol ve saygılı davran," dedi annesi Ceres'e uyaran bakışlar fırlatarak.

      "Davranmayacağım," dedi Ceres, göğsünü şişirip yana bir adım atarak, adamın bir köle efendi ve anlaşmanın kendi hayatına karşılık olduğunu anlamadığı için kendini çok aptal hissediyordu.

      "Babam beni asla satmaz," diye ekledi sıktığı dişlerinin arasından, korkusu ve öfkesi artıyordu.

      Annesi kaşlarını çatıp Ceres'in kolunu tutarken tırnakları tenine batıyordu.

      "Eğer terbiyeli olursan bu adam seni karısı bile yapar ve bu senin için büyük bir fırsat olur," diye mırıldandı.

      Lord Blaku ince, çatlamış dudaklarını yalarken pörtlek gözleri hevesle Ceres'in vücudunu süzüyordu. Annesi bunu ona nasıl yapardı? Annesinin onu kardeşleri kadar sevmediğinin farkındaydı, ama bu kadar da değildi.

      "Marita," dedi burnundan gelen sesiyle. "Kızının güzel olduğunu söylemiştin ancak ne kadar muhteşem bir yaratık olduğunu söylemeyi unutmuşsun. Şu kadarını söyleyeyim, daha önce dudakları bu kadar dolgun, gözleri böylesi tutkulu, vücudu bu kadar güzel ve muhteşem hiç bir kadın görmemiştim."

      Ceres'in annesi elini kalbine götürüp iç çekerken Ceres oracıkta kusacakmış gibi hissediyordu. Ellerini yumruk yaparken kolunu annesinden kurtardı.

      "Sizi bu kadar memnun ettiyse belki sizden daha fazlasını almalıydım," dedi Ceres'in annesi gözleri yaşadığı moral bozukluğunu ele verirken. "Ne de olsa o bizim tek kızımız."

      "Bu güzelliğe daha fazlasını ödemeye hazırım. 5 altın daha yeterli mi?" diye sordu.

      "Ne kadar cömertsiniz," diye cevapladı annesi.

      Lord Blaku daha fazla altın getirmek için arabasına gitti.

      "Babam buna asla rıza göstermeyecek," diyerek küçümsedi annesini Ceres.

      Ceres'in annesi ona tehditkar bir adım attı.

      "Öyle mi, fakat bu babanın fikriydi," diye yapıştırdı cevabını,