“Avansınızı iade edeceğim elbette,” dedim.
“Avans umurumda değil,” dedi. “Ben başka şeye üzülüyorum.”
Söylesin diye bekledim.
“Bu dünyadan,” diye devam etti. “Akıllı bir özel dedektif eksilecek diye üzülüyorum.”
Gelişme
Müzik bir an silindi kulaklarımdan. Hiç ama hiçbir şey duymaz oldum. Sonra geri geldi olanca sinir bozuculuğuyla. Belki biraz da yükselmişti. Yutkundum galiba.
“Bu ben oluyorum anladığım kadarıyla,” dedim. Sesim iyiydi.
“Evet,” dedi.
Başını olumlu anlamda salladı bunu söylerken. Net, doğal ve rahat bir tavrı vardı. Tümörü teşhis eden bir doktorun mesleki objektifliğini andırmıyor değildi. Üzgün görünmüyordu hiç.
“Nasıl gerçekleşecek bu?” dedim genzimi hafifçe temizledikten sonra.
Dimdik gözlerimin içine baktı. Ameliyatı nasıl yapacağını hastanın diliyle anlatmaya çalışan bir cerrah gibi konuştu.
“Arkamdaki iki adamı görüyorsunuz,” dedi. “Ben belli bir işareti yapmadan buradan çıkarsanız, onlar da çıkacak arkanızdan. Sokakta kaç metre yürürsünüz bilemiyorum. İşlerini iyi yaparlar.”
Elimi sigara paketime attım. Kapakçığını açtım. İki kanatlı melek umurumda değildi. Adama baktım.
“İçmeden iyi düşünemiyorum,” dedim.
“İyi düşünün,” dedi adam. “Ben buradayım.”
Paketimden bir sigara çekip yaktım. İlk nefeste kulaklarımdaki uğultu hafifledi. İkincide hafif bir baş dönmesi yaşadım. Hoşuma gitti bu. Kalktım, elimde sigara, montlu adamların oturduğu tabelanın altındaki masadaki küllüğü aldım. Adamların yüzüne bakmadan. Kılları kıpırdamadı. Yerime döndüm. Sigaramın külünü silktim. Bir nefes daha çektim.
“Şimdi nedeni lütfedin,” dedim. Sesim berrak çıkmıştı.
“Başka çarem yok sizi ikna etmek için,” dedi adam deminkinden daha yavaşça konuşarak. “Parayı artırmanın fayda etmeyeceğinin farkındayım. Oysa benim için önemli bu. Hayatta daha az önemli şeyler uğruna daha çirkin işler yaptığım olmuştur.”
“Ve bu seferkinden de sıyırırsınız?” dedim. “Yine de reddedecek olursam…”
“Sıyırdığım daha çirkin işler var ama konumuz bu değil,” dedi. “Şu an için gerekli tedbirleri almış olduğumu bilmeniz yeter. Yalnızca o iki adamdan bahsetmiyorum.”
Sigaramdan bir nefes daha çektim. İyi geldi bu son nefes. Dumanı içimde tuttum salmadan önce.
Daha önceden de bu türlü belden aşağı saldırılara uğradığım olmuştu. Hiçbiri bu kadar keskin değildi. Adama inanıyordum. Söylediğini yapacağına inanıp inanmamam değildi önemli olan. İstediğinin kendisi için bunu söyleyecek kadar önemli olduğuna inanıyordum. Beni öldürmekle değil başka bir şeyle de tehdit edebilirdi. Öldürmekten daha beter belki. Öldükten sonra acı duymazdınız. Bunu yapmadığına göre iş ciddiydi. Hayattaki hiçbir ilkenin daha ölmeden ölmekten daha önemli olmadığına karar verdim. Uyurken kâbus görüp görmeyeceğime sonra bakardım.
Sigaramdan bir nefes daha çekip kül tablasında söndürdüm. Dumanların arkasındaki adama konuştum.
“İkna oldum,” dedim.
Önce kaşları yeniden çatıldı. Bu kadar hızlı karar verişime şaşmış gibiydi. Sonra yüzü masaya ilk oturduğumdaki haline döndü. Her şeyin kontrolü altında olduğuna inanan insanların umursamaz görüntüsüne.
“İyi misiniz?” dedi sonra.
“İyiyim,” dedim.
“Bana kızgın değilsiniz umarım.”
“Daha tam emin değilim.”
Sandalyesinde biraz geriye yaslandı.
“İşinizi iyi yapmanızı engellemez umarım bu karışık duygularınız,” dedi.
“Benim duygularımı tahlil etmeyi bırakın da başlayalım,” dedim.
“Olur,” diye karşılık verdi. “Nerden başlamak istersiniz?”
Derin bir nefes aldım konuşmadan önce. Havadaki dumanın bir kısmı yeniden girdi ciğerlerime. Olsun, dedim kendi kendime. Zor bir işe girişmeden derin bir nefes almak iyiydi.
“Önce size bir katil adayı bulmamız gerek,” dedim. “Polisler ilk olarak geride kalanlara birinden şüphelenip şüphelenmediklerini sorarlar. Düşman falan.”
“Bende düşmandan bol şey yok,” dedi. “Orası kolay.”
“Anlatın.”
“Ben tefeciyim.”
“Bu iyi,” dedim.
“İyi mi?”
Biraz Remzi Ünal’lık yapmanın zamanı gelmişti.
“İşinizi yargılamıyorum,” dedim. “Polisler ya zaten biliyorlardır ya da kolayca öğrenirler. Canını yaktığınız insanlardan biri olduğunu düşünecekler. Belki dosyayı kapamalarını bile hızlandırır. Kötü değil bu. İşe yarar. Ama anlamadığım bir şey var.”
“Ne?”
“Çocuklarınız işinizi nasıl sürdürecekler sizden sonra?”
Masaya dirseklerini dayayıp bana doğru eğildi.
“Tefecilik paravan bir işin ardından yapılır bildiğiniz gibi,” dedi gözlerinin içi parıldayarak. “Emlakçıyım ben. Oğullarım ek iş olarak ne yaptığımı bilmediklerini söyleyeceklerdir polise falan. Kimse bir şey kanıtlayamaz. Etraftan üfürseler bile. Bir iki ay işleri yavaştan alırlar belki. Sonra devam.”
Bunu söylediğime inanamıyordum ama söyledim. Bir başkası konuşuyor gibi dinledim kendi sesimi.
“İşi,” dedim. “Sizin işyerinizde bitirsek daha iyi olur gibime geliyor. Güvenlik tedbiriniz ne normal olarak?”
“Bu işlerde daha tecrübeli, ne bileyim insanı gözünden tanıyan birisi kapıda çakmak doldurur. Geleni gideni gözler. Kelek sezerse sinyal verir…”
Sözünü kestim.
“Sinyal ne?”
“Kapıya yaklaşan adamı gözü tutmazsa ayağa kalkar. Sırnaşır. ‘Abicim bir sigara versene,’ falan der. İçeriden görür bizimkiler. Biraz da zaman kazandırır,” dedi intihar edip cinayete kurban gittiğinin zannedilmesini isteyen tefeci.
“Siz neredesiniz bu arada?”
“İçeride iç içe iki oda var. Ben iç odada otururum. İki adam dışarıda. Bana gönderip göndermeyeceklerine karar verirler.”
“Sizin odanın penceresi var mı dışarı bakan?”
“İki tane,” dedi. “Demirler var. Camları da kurşun geçirmez. Açmam hiç. Yazın klima…”
“Gelenin üstünü ararlar mı dış odadakiler?”
“Adam gergin falansa. Ya da gözleri tutmazsa,” dedi. “Yine lüzum görürlerse müşteriyle biri girer içeri.”
“Sizin odada para olur mu?” dedim.
“Bir kasa var ama içinde