Minik ayaklardaki kırmızı ayakkabılar neşeli bir sıçrayıştan sonra kartonun merkezine değdiğinde karton bir anda delinmiş, parçalanmış ve içine çekmişti Damla’yı.
Açılan oyuğun ağzı küçük bir kızı yutabilmek için yeterince genişti… Dişleri olmayan ve asla doymayacak, koyu karanlık ağızlı bir canavar gibiydi…
Keşke bugün güneş hiç doğmasaydı! Hava hiç bu kadar sıcak olmasaydı! Keşke anne bu kadar yorulmamış ve elleri bu kadar terlememiş olsaydı! Keşke Damla’nın diğer eliyle de annesinin koluna tutunabilme şansı olsaydı. Ya da tutunabileceği başka bir şey bulabilseydi! Keşke yolun kenarında böyle bir kuyu inşaatı, kanalizasyon çukuru ya da her neyse o olmasaydı! Keşke bu karanlık çukurun açık duran ağzı gelişigüzel, parçalanmış bir kartonla örtülmeseydi! Keşke bir güvenlik önlemi alınsaydı ve bu kahrolası araba yola hiç girmemiş olsaydı!
Küçük parmaklar, şaşkınlıktan donakalmış annenin parmakları arasından hızla kayıp giderken küçük kız annesine kilitlediği bakışlarını bir an için Sare’ye yöneltti. Göz göze gelinen bu an yarım saniyeden kısaydı, kısacıktı. Ya da… Yok yok, bir ömür kadar uzundu.
Anne, kızının ardından kendini o karanlık çukura atmaya çalışırken Sare onu güçlükle tutuyor ve yardım çağıran çığlıklar atıyordu. Paralel sokaktaki anacaddede pazara giden kadınlar, öğle yemeği için eve giden çocuklar ve adamlar irkildiler bu çığlıkla.
Sare az da olsa sakinleştirebildiği kadına sımsıkı sarılmışken gözü, kuyunun başında, kendilerine bakan genç kadına ilişti. Yanında ergenlik çağında başka bir kız vardı. Ergen kız bir yandan kahkahalar atarken aynı anda dövünüp ağlıyordu. Kadın ise soğukkanlılıkla yardım istemek için yanlarına yaklaşanlara doğru koşuyordu. Ya da Sare’ye öyle gelmişti.
Küçük kızdan geriye asla unutulamayacak o bakışı kalmıştı. Her şeyin bittiği o andaki son bakış. Çığlık atmamıştı, bağırıp ağlamamıştı. Aslında ne olduğunu anlayamamıştı. Sadece bakmıştı. Ve o bakışın anlattıklarını küçük kızın annesi de Sare de ömür boyu dinleyeceklerdi.
Sare bomboş pazar arabasıyla evine doğru ilerlerken ağlıyordu. “Çukura düşen Alis’ti tavşan değil!” diye hıçkırıyordu. Böylesine korkunç bir olayın yaşanacağını nereden bilebilirdi o benzetmeyi yaptığında? Üstelik Alis’in düştüğü böyle bir çukur değildi ki! O anda küçük kızın Alis gibi harikalar ülkesine gitmiş olmasını diledi. Ama bu dileğinin kabul olmadığını ertesi sabah büyük bir üzüntüyle, ülkede yaşayan herkesle birlikte öğrenecekti.
Küçük Damla, iki kilometre uzaklıktaki bir kanala sürüklenmiş, cansız halde bulunmuştu. Televizyon, gazeteler ve sosyal medya bu olaya geniş yer vermişti. Gelip geçenlerin yolu üzerindeki bir noktada böyle sorumsuzca kuyu açmaya çalışan ve o karanlık çukurun ağzını açık bırakan ev sahibi suçlanıyordu.
Gel gör ki herkesin suçladığı bu adam, bu çukuru kendisinin açmadığını, onu bahçesinde keşfettiğini anlatıyor; ağzını çelik, sağlam ve ağır bir kapakla kapattığına dair yeminler ediyor, kendini savunmaya çalışıyordu. “Bu benim suçum değil. Güvenlik önlemi de aldım, ne olur inanın bana. Yolun başındaki kameraları inceleyin. Göreceksiniz. Çok çok ağır, çelikten, rögar kapağı kadar sağlam bir malzemeyle kapatmıştım çukurun ağzını. Ama birisi bu kapağı alıp götürmüş! Bu çukuru ben açmadım aslında!” diye haykırıyordu. Ona kimse inanmıyordu… Adam adliye binasının geniş koridorlarında kim bilir daha kaç kez aynı şeyleri anlatacaktı.
Suçlu ya da suçsuz olması Damla için sonucu değiştirmeyecekti elbette… Yine de herkes büyük bir merakla kamera görüntülerinin yayınlanmasını bekliyordu. Küçük sahil kasabası için pek de alışılmamış bir hareketlilikti bu yaşananlar.
Olaydan bir süre sonra adamın doğruyu söylediği, aslında bu kuyu benzeri çukuru kazmadığı, keşfettiği anlaşıldı. Su, atık su ve kanalizasyon ağı sistemleriyle ilgili her türlü bilgi ve birikimden yoksun adam, evinin bahçesindeki uzun çalıların arasında gördüğü, çukuru kapatan, asla açmaması gerektiğini sonradan öğrendiği kapağı bin bir güçlükle kaldırdığını emniyette ve savcılıkta verdiği ifadesinde açıklamıştı. Yıllar önce açılmış ve inşaatı yarım bırakılmış derin çukuru görünce bunun bir su kuyusu olduğunu düşünmüş, işi tamamlamaya karar vermiş, çukurun gürül gürül çağlayan kanalizasyon ağının kollarından birinde son bulduğunu görünce boşa uğraştığını anlamış ve ağır, döküm bir çelik kapakla kuyunun ağzını yeniden kapatmıştı.
Gerçekte bir proje kapsamında, atık su toplama sistemi ve kanalizasyon ağı inşaatının bir parçası olarak başlanan fakat projedeki değişikliğin ardından üstü kapatılan bir kuyuydu bu. Yıllar sonra böyle bir felakete ev sahipliği yapacağı hiç kimsenin aklına gelmezdi.
Bambaşka bir sahnedeyse adamın biri, evine kadar güçlükle yuvarladığı ağır çelik kapağı bahçe kapısının arkasına yerleştirmeye çalışıyordu; yaptığı işten memnun ve olanlardan habersiz. Doğrusu olayların bu noktaya varacağını bilseydi büyük ihtimalle daha farklı davranır, gecenin geç saatlerinde körkütük sarhoş bir durumda o yolda yürürken bahçedeki kuyunun ağzını kapatan ve pırıl pırıl parlayan çeliği yerinden oynatmaz, ne işe yaradığına bakardı.
Sadece dikkatsizlik denebilir mi buna? Ya da korkunç bir tesadüf? Yazgı? Ağır çeliğin ya da hangi malzemeyse bu karanlık ve aç çukurun bir canavara dönüşmesini engellediğini fark etmemişti. Yerinden güçlükle kaldırıp yuvarlarken insanların ne kadar tuhaf olduğunu düşünüyordu. Gecenin kör karanlığında geride bıraktığı karadeliği fark etmeden, çeliği yuvarlarken düşünüyordu. Böyle ağır bir malzeme sokağa atılır mı hiç? Bir şekilde çok işine yarayacaktı; bahçesinde ya da evinde.
Ve sahnede, sabahın erken saatlerinde ofisine gitmek üzere yola çıkan bir başkası vardı şimdi… O, aynı yolda yürürken karanlık ve aç çukuru görmüş, yolun kenarında duran büyük, boş karton koliyi kenarlarından yırtıp açarak bir halı gibi yere sermiş, çukurun üzerini kapatmıştı. Bunun işe yarayıp yaramayacağı hakkında hiçbir fikri yoktu ama sabahın bu saatinde de daha fazlası gelmiyordu elinden. Yere serili kartonun dört köşesine büyük birer taş yerleştirip dikkat çekmeye çalıştı fakat bunun da iyi bir güvenlik önlemi olmadığının farkındaydı. Huzursuz bir şekilde, “Saat dokuz olduğunda belediyeyi ararım. Gelip kapatsınlar bu çukurun ağzını,” diye mırıldanarak yoluna devam etti. Ama aramayı unuttu…
Yavru kedilerin sığınması umuduyla boş koliyi bahçenin kenarına bırakan kadın ise yatağında mışıl mışıl uyuyordu.
Sare yaşanan felaketin ardından birkaç saatini karakolda geçirmiş ve tanık olduğu bu korkunç olayın ayrıntılarını anlatıp yazılı ifadesini verdikten sonra evine dönmüştü. Ilık bir duşun ardından pencerenin kenarına geçip oturdu. Annesi çay ve börek getirmişti ama bir şey yiyecek hali yoktu. Çayını yudumlarken dışarı baktı. Bu sırada yolun kenarında duranları görünce şaşkınlıkla irkildi. Ergen kızla soğukkanlı kadın yolun kenarında durmuş, Sarelerin üçüncü kattaki evlerinin penceresine bakıyorlardı.
Sare şaşırdı. Canavar