Scarlet çıldırmış gibi ağlayarak hızla odasına girdi ve arkasından kapıyı çarparak kapattı. Nehirden eve kadar tüm yolu koşarak gelmiş ve sürekli ağlamıştı. Kendisine ne olduğunu anlamıyordu. Blake’in boğazında atan damarı gördüğü, o duyguyu, o isteği, onu ısırma isteğini hissettiği o an sürekli aklına gelip duruyordu. Beslenmeyi istediği anı.
Ona neler oluyordu? Bir delinin teki miydi? Neden böyle hissetmişti? Ve neden o anda olmuştu? Tam da ilk kez öpüşürlerken?
Şimdi oradan uzaklaşmışken Scarlet için vücudunun o zaman nasıl hissettiğini hatırlamak zordu – ve her geçen saniye yaşadıkları ona daha da uzak geliyordu. Vücudu şimdi normaldi. Yaşadığı geçici bir şey miydi? Ona garip, tek seferlik ve bir daha da geri dönmeyecek bir his mi hâkim olmuştu?
Umutsuzca buna inanmak istiyordu. Ancak diğer tarafı, içten içe durumun bundan ibaret olmadığına inanıyordu. Bu duygu çok kuvvetliydi, kolay kolay unutamayacağı bir şeydi bu. Eğer bu duyguya teslim olsaydı ve orada bir saniye daha kalmış olsaydı, Blake şimdi ölmüş olabilirdi.
Scarlet bir önceki günü de düşünmekten kendini alamadı. Eve geldiğinde hastaydı. Evden koşarak çıkmıştı. Ne yaptığını, nerede olduğunu unutmuştu. Hastanede uyanmıştı. Annesi çok kaygılanmış, adeta çıldırmıştı…
Şimdi her şey aklına gelmeye başlamıştı. Annesi başka testler yaptırmak için onun başka doktorlara görünmesini istemişti. Daha sonra da bir papazla görüşmesini. Annesi bir şeyden mi şüpheleniyordu? Bunu mu ima ediyordu? Onun bir vampire dönüştüğünden mi şüpheleniyordu?
Odasında, en sevdiği koltukta kıvrılıp oturmuş Scarlet’in kalbi son hızla çarpıyordu. Ruth kafasını kucağına koymuştu ve Scarlet elini uzatıp onu hafifçe dokundu. Bunu yaparken gözleri yaşarmıştı. Yarı şoktaydı ve şaşkınlık içindeydi. Hasta olma fikri, kötü bir hastalığa yakalandığı – hatta belki daha da kötüsü – onu korkutuyordu. Derinlerde bir yerde bunun üzerine bu kadar kafa yormasının anlamsız olduğunu düşünüyordu. Ama yine de bunları merak etmeye cesaret edebiliyordu. Onun boğazını ısırmayı istemesi. İki kesici ön dişindeki hissettiği duygu. Beslenmek için can atması. Bu mümkün müydü?
Bir vampir miydi?
Vampirler gerçekten var mıydı?
Uzandı, dizüstü bilgisayarını açtı ve internetten arama yaptı. Bunu öğrenmeliydi.
Wikipedia’dan “vampir” sayfasını açtı ve okumaya başladı:
“Vampirlik fikri binlerce yıldır sürmektedir; Mezopotamyalılar, İbraniler, Eski Yunanlılar ve Romalılar şimdiki modern vampirlerin ataları olduğu düşünülen şeytanlar ve ruhlarla ilgili birçok öykülere sahiptir. Ancak, bu eski medeniyetlerde vampir benzeri yaratıklar bulunsa da, halk kültüründe bugün vampir olarak bildiğimiz şey 18. yüzyılda güneydoğu Avrupa’da, bölgedeki birçok etnik topluluğun sözlü gelenekleri kaydedilip yayınlandığında ortaya çıkmıştır. Çoğu durumda vampirler kötü kişilerin, intihar edenlerin veya cadıların hayaletleridir ancak aynı zamanda kötü bir ruhun bir cesedi ele geçirmesi veya birinin vampir tarafından ısırılmasıyla da oluşabilirler.”
Scarlet dizüstü bilgisayarını hemen kapattı ve uzağa koydu. Bütün bunlar katlanamayacağı kadar fazlaydı.
Kafasını salladı ve bunu psikolojik olarak kafasından atmaya çalıştı. Kesinlikle onda bir sorun vardı. Ama bu sorun neydi? Bu onu çok korkutuyordu.
Bütün bunları daha da kötü hale getiren şey ise Blake için beslediği duygular ve aralarında yaşadıkları hakkındaki düşünceleriydi. Ondan bu şekilde kaçtığına inanamıyordu, özellikle böyle bir anda. Harika zaman geçiriyorlardı, tam rüyalarındaki bir buluşmaydı. Ve işte şimdi bu durumdaydı. Tam da sonunda ilişkileri yoluna girmişken. Bu hiç adil değildi.
Onun kendi hakkında ne düşündüğü hakkında fikir bile yürütemiyordu. Onun deli, tam bir psikopat olduğunu düşünmüş olmalıydı; o şekilde atlaması, tam öpüşürlerken, ormandan koşarak kaçması. Aklını tamamen kaçırdığını düşünmüş olmalıydı. Onun kendisini bir daha görmek istemeyeceğine emindi. Büyük ihtimalle Vivian’a geri dönecekti.
Çaresiz bir şekilde kendini anlatmak istedi. Ama bunu nasıl yapabilirdi? Ne söyleyebilirdi? İçinde birden boğazını ısırma isteği uyandığını mı? Ondan beslenmek istediğini mi? Kanını içmek istediğini mi? Onu korumak için ondan koşarak uzaklaştığını mı?
Tabii, bunları duymak onu kesin rahatlatır, diye düşündü.
Her şeyi yoluna koymak istiyordu. Onu yeniden görmeyi arzuluyordu. Ama nasıl bir açıklama yapması gerektiğini bilemiyordu. Sadece bununla kalsa iyiydi, ama onun yanında olmaktan da korkuyordu; artık kendisine güvenemiyordu. O istek yeniden gelirse ne yapabilirdi? Ya gelecek sefer ona zarar verirse?
Bunu düşününce gözyaşlarına boğuldu. Artık erkeklerin arasına giremeyecek miydi?
Hayır. Bunu denemeliydi. Her şeyi yoluna koymayı en azından denemeliydi. Bir şekilde kendini anlatabilmeliydi. Tabii eğer başka bir nedenden dolayı ondan nefret etmiyorsa. Kendisini bir daha görmek istemiyor olsa bile, her şeyi böyle bırakamazdı. Ve derinlerde bir yerde, bir tarafı bunu tek seferlik bir şey, bir delilik patlaması olduğunu ummaya ve bunu aşıp beraber olabileceklerini ummaya cesaret edebiliyordu. Sonuçta, bunun üstesinden gelebilirlerse, başka her şeyin üstesinden gelebilirlerdi.
Scarlet kendisini biraz daha iyi hissetmeye başlamıştı. Gözyaşlarını sildi, bir mendil aldı, burnunu sildi ve cep telefonunu çıkardı. Blake’in numarasını buldu ve ona mesaj yazmaya koyuldu.
Birden durdu. Ona ne söylemeliydi?
Bugün olanlardan dolayı çok üzgünüm.
Bunu sildi. Bu çok alışılmış bir şeydi.
Bugün bana ne olduğunu ben de anlayamadım.
Bunu da sildi. Tam olarak doğru değildi. Bir dengeye ihtiyacı vardı, özrün ve yine de her şeyin geri dönülemez bir şekilde değişmediği yönünde umudun bir karışımına. Ayrıca o ana kadar ne kadar harika zaman geçirdiğini de belirtmeliydi.
Gözlerini kapattı ve iç geçirdi, düşünüyordu. Haydi, haydi, diye kendi kendini yüreklendirdi.
Yazmaya başladı.
Seninle bugün harika vakit geçirdim. Günün bu şekilde bitmesine çok üzüldüm. Bu şekilde gitmemin bir nedeni vardı, ama bunu sana açıklayamam. Bunu anlamanın zor olduğunu biliyorum, ama umarım anlarsın. Sadece harika zaman geçirdiğimi ve çok üzgün olduğumu bilmeni isterim. Ve umarım birbirimizi yeniden görürüz.
Scarlet yazdıklarına uzunca bir süre baktı, daha sonra gönderdi.
Mesajın gidişini izledi.
Yazdıkları mükemmel değildi. Daha şimdiden bunu milyonlarca farklı şekilde yeniden yazabileceğini düşünüyordu. Ve bir tarafı bunu gönderdiğine şimdiden pişman olmuştu. Belki de çok umutsuz görünüyordu. Belki de çok esrarlıydı.
Her neyse. Sonuçta gönderilmişti. En azından şimdi ondan hoşlandığını ve onu bir daha görmek istediğini biliyordu.
Blake’in cep telefonunu her zaman yanında taşıdığını biliyordu. Bu mesajı hemen alacağını biliyordu. Mesajlarına saniyeler içinde cevap verdiğini de.
Telefonuna gelecek mesajı beklerken heyecandan titredi.
Telefonunu kucağına koydu ve gözlerini kapadı, yavaş yavaş nefes alarak titreşimi bekledi. Titreşmesini umuyordu.
Haydi,