Elbette, öyle tak diye kaçamazdı. Önce raporunu ver- meli, cezasına katlanmalıydı; yoksa meclis peşine düşer ve o da hayatını kaçarak geçirmek zorunda kalırdı. Bir kez ceza aldıktan sonra kimse onları takip etmezdi. Ardından Sam’i yanına alabilir ve ikisi buradan uzaklara kaçıp birlikte bir yerlere yerleşebilirlerdi, sadece ikisi.
Şu çocuğun, yani Sam’in hislerini böyle damardan yakalayabileceğini hiç ummamıştı. Şimdi önceliklerini düşünürken ilk başta onu düşünüyordu. Onunla olmak istiyordu. Onunla olmaya ihtiyaç duyuyordu. İşin doğru- su, her ne kadar -kendininkiler dâhil- kulağa delice gelse de onsuz bir hayatı gözünde canlandıramıyordu. Kendine kızıyordu. İşlerin bu noktaya gelmesine izin vermiş oldu- ğunu fark etmemişti. Ergen bir çocukla bir ilişki, daha da kötüsü, bir insanla! Bu yüzden kendinden nefret edi- yordu. Ama olan olmuştu işte. Hislerini değiştirmesinin mümkünü yoktu.
Yavaşça Rexius’un tahtına doğru yaklaşıp cezası için ha- zırlanırken bu düşünce ona güç verdi. Akıl almaz bir acıya katlanacaktı, bunu biliyordu; fakat Sam’i düşünmek bun- lar olurken onu ayakta tutardı. Elinde geri döneceği bir şeyi olacaktı. Sam de tüm bunlardan uzakta, güvende olacaktı. Bunu katlanılır kılan şey de buydu.
İyi de acaba cezasını çektikten sonra Sam onu hâlâ sever miydi? Eğer Rexius’u birazcık olsun tanıyorsa, iorik asit mu- amelesini ona saklamış olacak ve yüzünü mümkün olan en fena şekilde yaralayacaktı. Görüntüsünün en güzel kısmını yitirebilirdi ne de olsa. Sam onu hâlâ sever miydi o zaman? Öyle olacağını umuyordu.
Yüzlerce vampir ne olacağını görmek için hevesli bir şe- kilde yerlerini alırken odaya bir sessizlik çöktü. Samantha, Rexius’a doğru birkaç adım atıp bir dizinin üstünde çöme- lerek başını eğdi.
Birkaç adım uzaktaki Rexius, buz mavisi gözleriyle onun içini delip geçercesine tahtından baktı. Her ne kadar Samant- ha bunun muhtemelen birkaç saniye olduğunu biliyorduysa da dakikalarca ona bakmaya devam etmiş gibi geldi. Başını önde eğik tuttu. Onun bakışlarına karşılık verilmemesi ge- rektiğini gayet iyi biliyordu.
“Bak sen” diye söze girdi Rexius havayı yaran çatal sesiyle, “piliç kızarmak için eve dönmüş.”
Samantha’yı süzdüğü birkaç sessizlikle dolu dakika bunu takip etti. Samantha ona derdini açıklayacak kadar salak de- ğildi. Sadece kafasını aşağıda tuttu.
“Seni basit bir göreve yolladım” diye devam etti. “Kyle’ın başarısızlıklarından sonra güvenebileceğim birine ihtiyacım vardı. En değerli askerimdin. Hiç yüzümü kara çıkarmadın, binlerce yıldır” dedi gözlerini ayırmadan. “Fakat bu sefer, bu basit görevde nasıl olduysa mağlup olmayı başardın. Hem de ne mağlubiyet!”
Samantha tekrardan kafasını eğdi.
“Pekâlâ. Kılıca tam olarak ne olduğunu söyle bana. Ne- rede o?”
“Efendim” diye başladı söze yavaşça, “Caitlin denen kızı takip ettim. Ve Caleb’i de. İkisini de buldum. Kılıcı da bul- dum. Hatta Caitlin’in onu elinden bırakmasını sağladım. Yerdeydi, elimden birkaç adım uzakta. Birkaç saniye daha olsa size geri getirmem için kesinlikle avucumun içinde olacaktı.”
Samantha yutkundu. “Bir sonra olacak olanı öngöreme- dim. Hayrete düştüm, birden Kyle saldırınca…”
Vampirlerle dolu odayı bir uğultu sardı.
“Kılıcı yerden almama kalmadan” diye devam etti, “Kyle ortaya çıktı ve onu aldı. Kiliseden uçup gitti ve yapabilece- ğim hiçbir şey yoktu. Onu bulmayı denedim ama ortalıkta yoktu. Kılıç şimdi onun ellerinde.”
Odayı daha büyük bir uğultu kapladı. Odanın içindeki kaygı belli oluyordu.
“SESSİZLİK!” diye bağırdı bir ses.
Yavaşça uğultu dindi.
“Yani” dedi Rexius, “O kadar şeyden sonra Kyle’ın kılı- cı almasına izin verdin. Yani bilfiil kendi ellerinle kılıcı ona teslim ettin.”
Samantha bunu yapmaması gerektiğini biliyordu fakat kendini tutamadı. Kendi savunmak için bir şey söylemesi lazımdı. “Efendim, yapabileceğim bir şey yoktu…”
Rex yalnız kafasını sallayarak sözünü kesti. Samantha bu hareketten dehşete kapıldı. Bu, kötü şeylerin gelmekte oldu- ğunun habercisiydi.
“Senin sayende artık iki savaşa hazırlanmak zorundayım: Şu zavallı insanlarla yürütülecek savaş ve şimdi bir de Kyle ile yapılacak bir savaş.”
Odayı ağır bir sessizlik doldurdu ve Samantha cezasının eli kulağında olduğunu hissetti. Onunla yüzleşmeye hazırdı. Kafasının içinde Sam’in resmine ve onu tamamen öldüre- meyecekleri gerçeğine sıkı sıkı tutundu. Bunu asla yapama- yacaklardı. Bundan sonra bir hayat olacaktı, şöyle ya da böy- le bir hayat; Sam de onun bir parçası olacaktı.
“Sana ayırdığım çok özel bir ceza var” dedi Rexius yavaş- ça, hafif hafif sırıtarak.
Samantha arkasındaki çifte kapıların açıldığını duydu ve bakmak için arkasını döndü.
Kalbi paramparça oldu.
İşte oradaki, iki vampir tarafından sürüklenen elleri ve ayakları zincirli kişi Sam’di. Onu bulmuşlardı.
Ağzını kapatmışlardı; ses çıkarmak için ne kadar uğra- şırsa uğraşsın beceremiyordu. Gözleri korku ve dehşetle fal taşı gibi açılmıştı. Onu zincirlerini şıngırdatarak odanın öte kıyısına çektiler ve sıkıca tutup bakmaya zorladılar.
“Görünen o ki sadece kılıcı kaybetmekle kalmamışsın, onun yanında bir insana karşı bir şeyler de hissetmişsin, hem de ırkımızın tüm kurallarına rağmen” dedi Rexius. “Senin cezan Samantha, senin için en biricik olanın azap çekişini izlemek olacak. Senin için en biricik olanın kendin olmadı- ğını anlayabiliyorum. O kişi bu oğlan; şu zavallı, ufak insan evladı. Bu çocuğa fena azap çektireceğiz.”
Samantha’nın kalbi göğüs kafesinden fırlayacak gibiydi. Bu onun öngöremediği ve gerçekleşmesine izin veremeyece- ği bir şeydi, ne pahasına olursa olsun.
Sam’e eşlik edenlerin tarafına doğru zıplayarak birden ha- rekete geçti. Bir tanesine ulaşıp göğsüne bir tekme savurma- yı başardı. Vampir arkaya doğru uçtu.
Fakat diğerine saldırmasına fırsat kalmadan bir sürü vam- pir üstüne çullanmış, onu kavrayıp olduğu yere mıhlamış- lardı. Tüm gücüyle savaşsa da sayıları çok fazlaydı ve tüm o vampirlerin gücüyle tek başına mücadele edemezdi.
Çaresiz bir şekilde Sam’i tutup odanın ortasına doğru sü- rükleyişlerini izledi. Onu noktanın üstüne yerleştirdiler, tam olarak iorik asit muamelesine maruz kalacaklar için ayrılmış noktaya. Bir vampir üstünde bu ceza tarif edilmez şekilde acı vericiydi. Yaşam boyu geçmeyen izler bırakıyordu.
Ne