Gelgelelim köprü kordonla kapatılmıştı. Makineli tüfek- leri kitlenin üstüne çevrilmiş bir dolu askerin, üzerinde otur- duğu orduya ait tank ve kamyonlar yolu kapamıştı. Hiçbir insanın Manhattan Adası’ndan çıkışına izin verilmiyordu. Ordu salgının yayılmasını istemiyor olmalıydı. Muhtemelen tüm köprüleri ve tünelleri tıkamışlardı.
Bir taraftan bu tam da Kyle’ın istediği şeydi: Tüm insan- lar Manhattan’a kısılıp kaldığında onları daha da kolay öl- dürebileceklerdi. Fakat diğer taraftan bunu kendi gözleriyle görüyor olmak midesini kaldırıyordu.
Otoriteden nefret ederdi, istisnasız her türünden. Bu orduyu da kapsıyordu. Neredeyse bölgeden çıkmak isteyen insan yı- ğınlarına sempati duymaya başlamıştı. Otorite figürleri yoluyla durdurulmaktaydılar. Bu düşünce Kyle’ın tepesini attırdı.
O sırada aklına yeni bir fikir geldi. Neden bazı insanların adadan çıkmasına izin vermesindi ki? Bu sadece onun ama- cına hizmet ederdi. Salgını daha uzağa yayarlardı. Başlangıç için doğru Brooklyn’e o halde. Evet, bu pek yerinde olurdu gerçekten de.
Kyle aniden tekrar havaya yükseldi, Brooklyn Köprüsü’nün başına doğru uçmaya başladı. Hemen peşinden yüzlerce vampir onu takip etti.
Güzel, diye düşündü. Sadık ve itaatkârdılar, soru da sor- muyorlardı. Pek münasip bir ordu olacaktı hakikaten de.
Kyle, Brooklyn Köprüsü’nün ayağına indi; bir arabanın kaputuna bastı ayağını ve yüzlerce vampir de onun arkasın- daki arabaların üzerlerine indi, yere değdiklerinde ayakkabı- ları çın çın ses çıkardı.
Birden araba kornaları alevlendi. Görünüşe göre insanlar arabalarının üstüne çıkılmasından hoşlanmıyorlardı.
Kyle’ı yeni bir hiddet dalgası sardı, onlara yardım etmek için gelmişken kornalarına yüklenen şu acınası insanların nankörlüğünü düşünüyordu.
Kornasını ısrarla çalan bir arabanın üstündeyken birden durakladı. Tam aşağı inip orduyla uğraşacaktı ki onun ye- rine yavaşça geri dönüp ona doğru gözlerini dikmiş duran aileye baktı.
Tipik tıfıl ailenin tekiydi bu. Ön koltuklarda kırklı yaşların- da karı ve koca, arkalarında ise iki çocukları oturuyordu. Koca- sı penceresini açıp eğildi ve yumruğunu Kyle’a doğru sıktı.
“Siktir ol git arabamın üstünden!” diye bağırdı.
Kaputun üzerinde duran Kyle, tek dizinin üstüne çöktü ve gerilip ön cama bir yumruk attı. Adamı polo yakasından kavradı ve tek harekette camın içinden kendine doğru çekti. Adamın karısının ve çocuklarının çığlıkları geceyi şenlendi- rirken cam kırıkları oradan oraya uçuşuyordu.
Kyle kaputun üstünde sırıtarak adamı kafa hizasının yu- karısına kaldırmıştı.
Dağılan camdan dolayı kafası kanlar içinde olan adam inliyor ve haykırıyordu.
Kyle arkaya doğru gerildi ve sırıtarak adamı kâğıttan bir uçak gibi havaya fırlattı. Adam onlarca metre uçtu ve trafi-ğin arkasında bir yerlerdeki başka bir arabanın kaputunun üstüne düştü. Ölmüştür, diye umdu Kyle.
Kyle işine geri döndü. Arabanın üstünden atlayıp köprü- yü kapamakta olan devasa tanklara doğru ilerledi. Yüzlerce askerin uygun adım arkasından geldiğini hissedebiliyordu.
Kyle yaklaşırken askerlerin tamamı gerildi. İçlerinden birçoğu makineli tüfeklerini kaldırıp ona çevirdiler.
Tankların otuz metre ötesine kadar hiçbir arabanın ve in- sanın olmadığı, kimsenin de geçmek istiyor gibi görünme- diği bir sınır vardı.
Ne var ki Kyle mutlulukla sınırı geçti, açıklık alanda doğ- ruca tankların üstüne yürümeye başladı.
“Dur!” diye bağırdı asker megafondan. “Daha fazla GEL- ME! Gelirsen VURACAĞIZ!”
Kyle’ın gülümsemesi büyüdü, doğruca tanka doğru yürü- meye devam etti.
“DUR dedim!” diye bağırdı asker tekrardan. “Bu SON uyarın! Yürürlükte olan bir yasak var. Gece dışarıda olan herkesi vurmak için verilmiş emrimiz var!”
Kyle artık sırıtıyordu. “Geceler bana ait” diye yanıtladı. Kyle üstlerine yürümeye devam ederken birden ateş açtı-lar. Bir dolu asker makineli tüfeklerini Kyle’a ve adamlarına doğru ateşlediler.
Kyle, üstünden seken kurşunların acısını hissetti. Birbiri ar- dına göğsünden, kafasından ve ayaklarından sekiyorlardı. Yağ- mur damlalarına benziyorlardı fakat biraz daha güçlüsü gibiy- diler. İnsanların bu acınası silahlarını düşününce gülümsedi.
Onun etkilenmediğini fark etmeye başladıklarında asker- lerin yüzlerinde oluşan dehşet dolu ifadeleri gördü. Açıkça onun ya da takipçilerinin nasıl hâlâ yürümekte olduklarını anlayamıyorlardı.
Fakat tepki verecek zamanları yoktu. Kyle en yakın tan- ka doğru yürüdü ve ellerini aşağıdaki paletlerin altına so- kup insanüstü gücüyle tankı başının üstüne kadar kaldırdı. Dengesini kaybeden bazı askerler, o yürümekteyken tanktan düştü. Fakat diğerleri metale tutunup ne pahasına olursa ol- sun üstünde kalmak için çırpındılar.
Büyük hataydı.
Kyle koşar adım ilerledi, tankı arkaya doğru gerip tüm gücüyle fırlattı.
Tank, Brooklyn Köprüsü’nün üstünden uçup nehrin üze- rinde onlarca metre gitti. Tank havada döner dururken üs- tünden düşen askerler çığlıklar atıyorlardı. Sonunda büyük bir şapırtıyla suya düştü.
Birdenbire sıkışmış trafik hayata döndü. Kaygılı New Yorklular hiç tereddüt etmeden gazları kökleyip artık açık olan köprüye doğru yüklendiler. Birkaç saniye içerisinde yüzlerce araç Manhattan’dan kaçmak için yarışıyordu. Kyle gidenlerin yüzlerine baktığında pek çoğunun hâlihazırda ve- baya yakalanmış olduğunu görebiliyordu.
Kyle kocaman sırıttı. Bu seferki güzel bir gece olacaktı.
Üçüncü Bölüm
Hareket ettikçe gıcırdayan çifte kapıların, önünde açıl- masını izlerken Samantha’nın karnına bir sancı saplan-dı. Kendisine eşlik eden bir sürü muhafız vampirle beraber liderinin odasına doğru yürüdü. Muhafızlar onu çekiştiriyor değildi -buna asla cesaret edemezlerdi- fakat hiç kuşkusuz yakından takip ediyorlardı ve verilen mesaj açıktı. Hâlâ on- lardan biri olsa da gözaltındaydı, en azından Rexius ile bu buluşmayı gerçekleştirinceye kadar. Onun tarafından bir as- ker olarak huzura çağrılmıştı, fakat aynı zamanda bir tutuk- lu olarak da.
Kapılar arkasından çarpılarak kapandı ve Samantha de- vasa odanın dolu olduğunu gördü. Yıllardır böylesi bir ka- tılımla karşılaşmamıştı. Odanın içinde yüzlerce meclisdaşı vampir vardı. Açık ki hepsi onu izlemek, haberleri almak, kılıca ne olduğunu, yani onu nasıl elinden kaçırdığını öğ- renmek istiyorlardı.
İçlerinden çoğu muhtemelen onun cezalandırılışını gör- mek istiyordu. Rexius’un affı olmayan bir lider olduğunu ve en küçük bir hatanın bile cezayı gerektirdiğini biliyorlardı. Yenilen halt bu derece büyük olunca verilecek ceza da sınır- ların ötesinde olacaktı.
Samantha bunu biliyordu. Kaderinden kaçmaya çalışıyor değildi. Bir görevi kabul etmiş ve başarısız olmuştu. Evet, kılıcı bulmuştu; fakat aynı zamanda onu