Logan yavaşça başını sallıyor.
“Yakıtı almamayı ve riske girmemeyi tercih ederim. Dağlardan söz ediyorsun. Denizden yirmi mil içeri ilerlemekten söz ediyorsun, doğru mu? Oraya nasıl ulaşacağımızı düşünüyordun? Gezerek mi?”
“Eski kamyonun nerede olduğunu biliyorum. Döküntü pikap. Gövdesi paslanmış ama hala çalışıyor. Ayrıca bizi oraya götürüp geri getirecek kadar yakıt var içinde. Nehir kenarında gizli. Nehir bizi doğruca ona götürecek. Kamyon bizi alıp geri bırakacak. Çok çabuk olacak. Sonra Kanada’ya yapacağımız uzun yolculuğa devam edebiliriz. Üstelik bunun için daha iyi durumda olacağız.”
Logan sessizce uzun uzun suya bakıyor. Elleriyle direksiyonu sıkıca kavramış. “Ne olursa olsun, riske attığın kendi hayatın. Ben teknede kalıyorum. İki saatin var. Eğer iki saat içinde geri gelmezsen ben giderim.”
Deliye dönüyorum. Ondan yüzümü çeviriyorum ve suya bakıyorum. Onun gelmesini istiyordum. Sanki o yalnızca kendini düşünüyormuş gibi hissediyorum ve bu çok canımı sıkıyor. Bundan daha iyi biri olduğunu sanıyordum.
“Yani sadece kendini düşünüyorsun öyle mi?” diye soruyorum.
Üstelik babamın evine giderken bana eşlik etmek istememsi de beni üzüyor. Bunu beklemiyordum. Biliyorum beimle gelmek istemeyecek ve aslında vereceği küçük bir destek için ona minnet duyabilirdim. Neyse. Hala kararlıyım. Bir söz verdim ve onu tutacağım. Onunla ya da onsuz.
Yanıt vermiyor ve tedirgin olduğunu görebiliyorum.
Ona bakmak istemediğim için suya bakıyorum. Motorun sürekli vınlaması ile birlikte su çalkalanırken ben yalnızca hayal kırıklığına uğradığımı değil ondan hoşlanmaya başladığımı da farkediyorum. Uzun süredir kimseye bağlı değildim. Birine yeniden bağlanmak fikri ürkütücü ve kendimi hazırlıksız hissediyorum.
“Brooke?”
Tanıdık bir sesle yüreğim ferahlıyor ve dönüp baktığımda kız kardeşimin uyandığını görüyorum. Rose da uyanmış. O ikisi, bir elmanın iki yarısı gibi, tek kişinin uzantıları gibiler.
Bree’nin hala burada yeniden benimle birlikte olduğuna inanmakta güçlük çekiyorum. Bu bir rüya gibi. O alındığında, bir parçam bir daha onu canlı göremeyeceğimden emindi. Onunla olduğum her an bana ikinci bir şanş verildiğini hissediyorum ve ona göz kulak olmak için her zamankinden daha kararlıyım.
“Karnım aç.” diyor Bree elinin tersiyle gözlerini ovuştururken.
Penelope da Bree’nin kucağında uyanıyor. Durmadan titriyor ve sanki o da acıkmış gibi gözlerini iyice açarak bana bakıyor.
“Ben donuyorum.” diyor Rose omuzlarını ovalayarak. Üzerinde incecik bir tişört var ve kendimi ona baktıkça çok kötü hissediyorum.
Anlıyorum. Ben de açım ve üşüyorum. Burnum kıpkırmızı ve onu zorlukla hissediyorum. Teknede bulduklarımız harika şeyler ama yeterli değiller, hele de çok açken. Üstelik bu saatler önceydi. Tekrardan yiyecek dolabında ne kadar az yiyeceğin kaldığını ve bizi ne kadar idare edeceğini düşünüyorum. Yiyecek temin etmemiz gerektiğini biliyorum. Ama işte yeniden hepimiz açız ve ben Bree’nin bu durumuna dayanamıyorum.
“Fazla yiyeceğimiz kalmadı.’’ diyorum ona. “Ama size az da olsa bir şeyler verebilirim. Biraz kurabiye ve krakerimiz var.”
“Kurabiye!” diye ikisi aynı anda bağırıyor. Penelope havlıyor.
“Bunu yapamam.” diye geliyor Logan’ın sesi hemen yanıbaşımdan.
Ona bakınca, onaylamamış gibi bana baktığını görüyorum.
“Yiyecek depolamamız gerek.”
“Lütfen!” diye ağlıyor Bree. “Bir şeyler yemem gerek. Açlıktan ölüyorum.”
“Onlara yiyecek vermeliyim.” diye sertçe geri yanıtlıyorum. Logan’ın aklının nerde olduğunu anlamıyorum ama merhametsizliği beni rahatsız ediyor. “Her birimize birer kurabiye dağıtacağım. Hepimiz için.”
“Peki ya Penelope?” diye soruyor Rose.
“Köpek bizim yiyeceğimizi yemeyecek.” diyor Logan. “O kendi başına.”
Mantıklı davrandığını bilmeme rağmen içimden Logan’a karşı başka bir üzüntü dalgası yayılıyor. Rose ve Bree’nin yüzlerindeki bu üzgün ifadeye bakarken ve Penelop tekrar havlarken, onun aç kalmasına izin veremem. Sessizce kendi payımın birazını ona vermek istiyorum.
Dolabı açıp kalan yiyeceğimizi kontrol ediyorum. İki paket kurabiye, üç paket kraker, birkaç paket ayılı şekerleme ve yarım düzine çikolata barlarından görüyorum. Biraz da önemli yiyeceklerden olmasını çok isterdim. Beş kişi için günde üç öğün yemeği sonunda nasıl yetireceğimizi bilmiyorum.
Kurabiyeleri çıkarıp herkese birer tane dağıtıyorum. Ben nihayet bunu yemek olarak kabul edip bir kurabiye alıyor. Gözlerinin altında siyah halkalar oluşmuş. Hiç uyumamış gibi görünüyor. Yüz ifadesi son derece üzücü. Kardeşini kabetmiş olmaktan dolayı son derece harap görünüyor ve kurabiyeyi ona verirken ona bakmamak için başımı çeviriyorum.
Teknenin ön kısmına gelip Logan’ınkini uzatıyorum. Kurabiyeyi alıp elbette ki sonradan yemek için sessizce cebine koyuyor. Bu gücünü nereden aldığını bilmiyorum. Ben çikolatalı kurabiyenin kokusuna bile dayanamam. Ben de sonra yemek için saklamalıyım ama buna dayanamıyorum. Kaldırıp bir kenara koymak için minik bir parça ısırıyorum ama tadı öyle güzel ki, son parçayı Penelope’a ayırarak tamamını yalayıp yutuyorum.
Bir şey yemek iyi hissettiriyor. Şeker önce başıma sonra bedenime yayılıyor ve bunlardan bir düzine yemek istiyorum. Karın ağrısıyla derin bir nefes alıp kendimi kontrol etmeye çalışıyorum.
Nehir kıvrılarak dönerken gittikçe daralıyor ve kıyılar birbirine yaklaşıyor. Karaya yakınız ve kıyı şeridinde bir tehlike var mı diye bakarken endişeleniyorum. Virajı dönerken soluma bakıyorum ve yüksek bir kayalığın üzerinde şu an bombalanıp harap olmuş görünen sur kalıntıları görüyorum. Gördüğüm şeyin bir zamanlar ne olduğunu anladığımda çok şaşırıyorum.
“Batı noktası.” diyor Logan. O da benimle aynı anda farketmiş olmalı.
Amerikan gücünün bir kalesini şimdi bir moloz yığını olarak görmek şok edici. Kalenin eğilmiş bayrak direği Hudson tepelerinin üzerinde gevşek biçimde asılı duruyor. Hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor.
“Bu nedir?” diye soruyor Bree dişlerini birbirine çarparak. O ve Rose teknenin önüne gelip yanımda duruyor ve benim baktığım yöne bakıyorlar. Ona söylemek istemiyorum.
“O bir şey değil tatlım.” diyorum. “Yalnızca bir kalıntı.”
Kolumu ona sarıp onu kendime çekiyorum. Diğer kolumu da Rose’a sarıp onu da kendime çekiyorum. Omuzlarını olabildiğince iyi ovalayarak onları ısıtmaya çalışıyorum.
“Eve ne zaman gidiyoruz?” diye soruyor Rose.
Logan ve ben birbirimize bakıyoruz. Ne yanıt vereceğimi bilemiyorum.
“Eve