“Evet,” dedi Montag. “Seninle konuşmak istedim.” Duraksadı. “Dün gece şişendeki bütün hapları içtin.”
Şaşıran Mildred, “Ah, öyle bir şey yapmam ben,” dedi.
“Şişe boştu.”
“Ben öyle bir şey yapmam,” dedi Mildred. “Neden öyle bir şey yapayım ki?”
“Belki de iki hap aldın ve sonra unutup iki tane daha aldın, sonra da tekrar unutup iki tane daha aldın ve ilacın etkisiyle öyle sersemledin ki otuz kırk tane yutana kadar devam ettin.”
“Neden öyle aptalca bir şey yapayım ki?” dedi Mildred.
“Bilmiyorum,” dedi Montag.
Mildred’ın onun söze devam etmesini beklediği barizdi. “Öyle yapmadım,” dedi. “Hayatta yapmam.”
“Tamam, öyle diyorsan,” dedi Montag.
“Kadın böyle dedi.” Mildred senaryosuna geri döndü.
Kendini yorgun hisseden Montag, “Bugün öğleden sonra ne var?” diye sordu.
Mildred bu kez senaryodan başını kaldırıp bakmadı. “Eh, on dakika sonra duvardan duvara devrede bir tiyatro oyunu gösterilecek. Bu sabah repliklerimi postayla gönderdiler. Kuponlar gönderdim. Senaryonun bir bölümünü eksik bırakıyorlar. Yeni bir fikir. Eksik bölüm ev kadını, yani ben. Eksik repliklerin sırası gelince üç duvardan bana bakıyorlar ve replikleri okuyorum. Mesela burada adam ‘Bu fikrin tamamı hakkında ne düşünüyorsun Helen?’ diyor. Ben de şey diyorum, şey…” Mildred duraksayıp parmağını senaryodaki bir satırın altında gezdirdi. “‘Bence bu iyi!’ Sonra oyuna devam ediyorlar ve sonunda adam ‘Buna katılıyor musun Helen?’ deyince ben ‘Kesinlikle katılıyorum!’ diyorum. Çok eğlenceli değil mi Guy?”
Montag holde durup ona baktı.
“Kesinlikle eğlenceli,” dedi Mildred.
“Oyun neyle ilgili?”
“Şimdi söyledim ya. Bob, Ruth ve Helen diye birileri var.”
“Ah.”
“Cidden eğlenceli. Dördüncü duvarı da taktırmaya paramız olunca daha da eğlenceli olacak. Dördüncü duvarı söktürüp dördüncü bir televizyon duvarı taktırmak için gerekli parayı ne kadar zamanda biriktiririz sence? Sadece iki bin dolar.”
“Yıllık maaşımın üçte biri bu.”
Mildred, “Sadece iki bin dolar,” diye karşılık verdi. “Hem bazen beni de düşünmelisin bence. Dördüncü bir duvarımız olursa, bu oda bizim değil her türden egzotik insanların odaları gibi olacak. Birkaç şeyden kısabiliriz.”
“Üçüncü duvarın parasını ödemek için birkaç şeyden kısıyoruz zaten. Daha iki ay önce monte edildi, hatırlıyor musun?”
“Daha o kadar mı oldu sadece?” Mildred oturup Montag’a uzun bir an boyunca baktı. “Eh, güle güle canım.”
“Hoşçakal,” dedi Montag. Durup döndü. “Mutlu sonla mı bitiyor?”
“Henüz sonuna gelmedim.”
Montag gidip son sayfayı okudu, başıyla onayladı ve senaryoyu katlayıp Mildred’a geri verdi. Evden dışarıya, yağmura çıktı.
Yağmur hafifliyordu; kaldırımın ortasında başını kaldırmış yürüyen kızın yüzüne tek tük damlalar düşüyordu. Kız, Montag’ı görünce gülümsedi.
“Merhaba!”
Montag selam verdikten sonra, “Şimdi ne haltlar karıştırıyorsun?” diye sordu.
“Hâlâ deliyim. Yağmur iyi hissettiriyor. Yağmurda yürümeye bayılırım.”
“Benim pek hoşuma gitmezdi sanırım,” dedi Montag.
“Denesen hoşuna gidebilir.”
“Hiç denemedim.”
Kız dudaklarını yaladı. “Yağmurun tadı bile güzel.”
Montag, “Ne yapıyorsun… her şeyi bir kez denemeye mi çalışıyorsun?” diye sordu.
“Bazen iki kez.” Kız elindeki bir şeye baktı.
Montag, “Elinde ne var?” diye sordu.
“Yılın son karahindibalarından tahminimce. Yılın bu geç vaktinde çimenlikte bunlardan bir tane bulabileceğimi sanmıyordum. Çenenin altına sürtmeni söylediler mi hiç? Bak.” Kız gülerek çiçeği çenesine dokundurdu.
“Niye ki?”
“İz bırakırsa, âşığım demektir. Bıraktı mı?”
Montag bakmaktan başka bir şey yapamazdı.
“Eee?” dedi kız.
“Çenenin altı sapsarı oldu.”
“Güzel! Şimdi sende deneyelim.”
“Bende işe yaramaz.”
“İşte.” Montag’ın kımıldamasına fırsat kalmadan, kız karahindibayı onun çenesinin altına dayamıştı. Montag geri çekilince kız güldü. “Kımıldama!”
Montag’ın çenesinin altına bakıp kaşlarını çattı.
“Eee?” dedi Montag.
“Ne yazık,” dedi kız. “Kimseye âşık değilsin.”
“Hayır, âşığım!”
“Öyle görünmüyor.”
“Âşığım, hem de sırılsıklam!” Montag bu sözüne uygun bir yüz ifadesi takınmaya çalıştı, ama başaramadı. “Âşığım!”
“Ah, öyle bakma lütfen.”
“Sebebi karahindiba,” dedi Montag. “Hepsini kendinde kullandın. O yüzden bende iz bırakmadı.”
“Elbette, sebep bu olmalı. Ah, canını sıktım şimdi, bunu görebiliyorum; üzgünüm, gerçekten üzgünüm.” Kız, Montag’ın dirseğine dokundu.
Montag çabucak, “Hayır, hayır,” dedi. “Ben iyiyim.”
“Gitmem gerek, o yüzden beni affettiğini söyle; bana kızgın olmanı istemiyorum.”
“Kızgın değilim. Canım sıkıldı, evet.”
“Şimdi psikiyatristimle görüşmeye gitmeliyim. Beni gitmeye zorluyorlar. Uyduruk laflar ediyorum. Psikiyatristim hakkımda ne düşünüyor bilmiyorum. Soğan gibi katmanlı olduğumu söylüyor! Katmanları soymasına izin vererek, meşgul olmasını sağlıyorum.”
“Psikiyatriste ihtiyacın olduğuna inanmaya meyilliyim,” dedi Montag.
“Aslında öyle düşünmüyorsun.”
Montag derin bir nefes aldı ve bir süre içinde tuttuktan sonra bıraktı. “Evet, aslında öyle düşünmüyorum.”
“Psikiyatristim çıkıp ormanlarda gezinmemin, kuşları seyretmemin ve kelebek toplamamın sebebini merak ediyor. Koleksiyonumu bir gün gösteririm sana.”
“Güzel.”
“Boş vakitlerimde ne yaptığımı bilmek istiyorlar. Bazen sırf oturup düşündüğümü söylüyorum. Ama ne düşündüğümü söylemiyorum onlara. Koşturmalarını sağlıyorum. Bazen de başımı böyle geriye atıp yağmur damlalarının ağzımın içine düşmesini sağladığımı söylüyorum. Tatları aynen şarap gibi. Bunu hiç denedin mi?”
“Hayır, ben…”
“Beni