Şanlı Olaf
Robert Leighton, (5 Haziran 1858 – 11 Mayıs 1934) İskoç gazeteci, editör ve yazardır. Gazeteciliğe 14 yaşında Liverpool Porcupine’da başlayan Leighton, 1879’da Londra’ya taşınmış ve burada Young Folks dergisinin yardımcı editörü olarak görev yapmaya başlamıştır. Robert Louis Stevenson’ın klasik eseri Hazine Adası bu dergide tefrika edilirken de editör kadrosunda yer alan Leighton buradan ayrıldıktan sonra kariyerine Daily Mail’in edebiyat editörü olarak devam etmiştir. Hayatı boyunca elliden fazla kitaba imza atmış olan yazar özellikle macera hikâyeleri, dönemin başarılı yazarlarından olan eşi Mary Conner’la birlikte kaleme aldıkları melodramlar, köpekler hakkında kitaplar ve erkek çocukları için çıkarılan dergilere yazdığı hikâyeleriyle tanınmaktadır.
Berke Kılıç, Adana’da doğdu; ilköğretim ve lise eğitimini orada tamamladı. 2015 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Hemen ardından bir yayınevinde editör olarak çalışmaya başladı. 2016 yılından beri kariyerine serbest redaktör ve çevirmen olarak devam ediyor. Onlarca İngilizce romanın Türkçeye kazandırılmasında emeği geçti.
ÖNSÖZ
Aşağıdaki anlatı, bir hikâyeden ziyade biyografidir. Kahramanım hayali değildir; o on dokuz yüzyıl önce Norveç Kralı olarak taç giymiş kanlı canlı bir adamdı. Maceralı kariyerinin ana olayları, yani çocukluğunu Estonya’da köle olarak geçirmesi, Kral Valdemar’ın sarayındaki hayatı, Viking göçebelikleri, katıldığı pek çok savaş, İngiltere’de Hıristiyanlığa geçişi ve nihayetinde doğduğu topraklara dönüşü bu dönemi işleyen çeşitli İzlanda efsanelerinde yer almıştır. Bu eski kayıtları gönlümce kullandım ancak anlatının devamlılığı açısından önemli olduğunda olası olaylar ekledim. Homeros’un destanlarına benzeyen bu efsaneler dilden dile nesillerce aktarılmış ve Olaf Triggvison’un ölümünden çok sonralara dek yazıya geçirilmemiştir, o yüzden gerçek olaylarla kışın ateş başlarında eski efsaneciler tarafından anlatılarak eklenmiş olması muhtemel abartılı gelenekleri ayırt etmek zordur. Ama çoğu zaman kayıtlar birbirini tam olarak doğrular ve böylece hikâyenin tarihsel gerçekliği olduğu anlaşılır.
İzlanda efsaneleri, Olaf Triggvison’un başarısız İngiltere istilasından çok az bahseder, ben de hikâyenin bu kısmı için onun Anlaf, Olave ve Olaff gibi farklı isimlerle anıldığı o dönemin İngiliz tarih kitaplarından yararlandım. Kral II. Ethelred’le Olaf arasındaki orijinal barış antlaşması bu istilanın tarihini belirlerken Nors maceracısının Doğu Anglia’da zafer kazandığı meşhur Maldon Savaşı, yazdığı “Brihtnoth’un Ölümü” eseri erken İngiliz anlatı şiirinin en iyi örneklerinden olan isimsiz bir çağdaş şair tarafından asil bir vatanseverlik ve ilkel yalınlıkla dolu olarak tasvir edilir.
Bu sayfalarda herhangi bir tarih vermedim ancak daha fazla kesinlik isteğinde bulunan okurlara Olaf’ın MS 963’te doğduğunu, Viking göçebeliğine 981 yılında başladığını, Jomsburg Vikingleriyle Norveçliler arasındaki deniz savaşının 986’da gerçekleştiğini ve Maldon Savaşı’nın 991’de olduğunu söyleyebilirim. Olaf, Norveç Kralı olarak yalnızca beş yıl taç giydi, 995’te tahta çıktı ve 1000 yılında Svold’daki şanlı yenilgisinde ölünce hükmü sona erdi.
I
OLAF’IN BULUNMASI
O yaz, Sigurd Erikson kralın vergilerini ve haraçlarını almak üzere kuzeye, Estonya’ya yolculuk etmişti. İşi onu büyük Finlandiya Körfezi’nin kıyılarındaki bir limana getirdi.
Oldukça yakışıklı, uzun boylu, güçlü, açık renk saçlı ve dikkat çekici mavi gözleri olan bir adamdı. Son derece önemli ve ülkesinde el üstünde tutulan biri olduğundan yanında bir sürü silahlı hizmetli vardı.
Pazar yerini geçip atından indi ve gözlerini denize çevirdi. Önünde ahşap adacıklarla kaplı, hafifçe dalgalanan, güneş ışığının vurduğu koy uzanıyordu. Bir dizi balıkçı teknesi kabaran suyla uğraşıyor, birkaç tüccar gemisi yeşil burnun altında demir atmış halde bekliyordu.
Kıyıya daha yakın bir yerde, uzun yaldızlı pruvası güverte çadırının üzerinde yükselen uzun bir ejder gemisi, iskele görevi gören yontulmuş bir kaya yığınına demirlemişti. Bu geminin küpeştesi boyunca uzanan beyaz kalkanların görüntüsüyle gözleri parladı, zira bunun memleketi olan uzaklardaki Norveç’ten gelme bir Viking gemisi olduğunu anlamış ve memnun olmuştu. Fiyortların gözü pek savaşçılarıyla konuşma şansı pek olmuyordu.
Geminin yakınlarında gürültücü bir grup erkek ve oğlan çocuğu vardı. Uzun adımlarla yanlarına gittiğinde ortalarındaki birini yüksek sesle öven Vikinglerin boğuk seslerini duydu. Sigurd kalabalığa katıldı ve bir oğlanın geminin dar iskelesine adım atarak gemiyle kıyı arasında durup güneşli gökyüzüne doğru bir bıçak savurmasını ve düşerken yakalamasını izledi.
İyi dokunmuş kumaştan yapılma kıyafetlerinden iyi bir mevkiden gelme olduğu anlaşılıyordu, ayrıca tuniğinin dik yakasında altın bir işleme vardı ve uzun, siyah saçları güzelce taranıp kıvrılmıştı. Parlayan bıçağını kafasının üzerine doğru üç kez fırlatıp ustalıkta tekrar yakaladı. Ancak çok geçmeden, belki de karşısındakilere başarısını göstermek için kemerinden ikinci bir bıçak çıkararak ikisini, tentenin altında onu izleyen gemicilerin Thor’un çekici üzerine kimsenin bunu geçemeyeceğini yemin etmelerine neden olacak bir yetenekle elinde çevirdi.
“Aferin, aferin!” diye bağırdılar. Ve iskeledeki oğlanlar, “Aferin Rekoni!” diye seslendiler.
Bunun üzerine genç, bütün kuvvetini kollarına vererek bıçakları daha da yükseğe savurdu. Ne var ki savaşçıların övgülerine duyduğu heves dikkatinden daha fazlaydı, o yüzden silahlardan birini yakalamak üzere uzanırken dengesini kaybetti ve başı önde derin, yeşil suyun içine düştü. Ve o kıyıya yüzerken Vikingler yüksek sesle güldüler, ona ödül vermeyi düşünenlerden bazıları altınlarını tekrar cüzdanlarına koyup arkalarını döndü.
Sigurd Erikson’un çok yakınında, kesilmiş saçları ve kaba kıyafetlerinden köle oldukları anlaşılan iki oğlan duruyordu. Biri uzun boylu, sıska, soluk ince yanaklı ve üzgün bakışlı bir gençti. Teni solgundu, Sigurd bu sayede Estonyalı olmadığını anladı. Yanındakiyse on iki yaşında görünen, yapılı, geniş sırtlı ve son derece açık renk saçlıydı. Boynu ve güçlü çıplak kolları güneşten yanarak kıpkırmızı bir kahverengiye dönüşmüştü. Sigurd oğlanın yüzünü göremedi ve büyük olan, oğlanı ileri iterek gemi tahtasının üzerinde yeteneklerini göstermeye teşvik etmeseydi Sigurd onu fark etmeyecekti bile.
“Olmaz,” dedi daha genç olan, kesilmiş saçlarını sabırsızlıkla sallayarak. Ve başparmaklarını kemerine geçirerek geri adım attı. “Rekoni’nin marifetini göstermesi için çoktan bir sürü şey yaptım. Neyse ki denize düşerken yaralanmadı, yoksa babasının kırbacı sırtımda olurdu. Şimdi bile koyunlarını tepede başıboş bıraktım diye efendim kesinlikle yemeğimi kesecek.”
“Efendinin oğlu beceremezken senin başarılı olmanı dilerdim,” dedi daha büyük bir oğlan iç çekerek. Bunun üzerine oğlan dönerek daha yumuşak bir sesle konuştu.
“O zaman Vikinglerin övgüleri için değil de senin için yapacağım Thorgils. Kamanı versene.”
Böylece Thorgils’in kemerinden bıçağı aldı ve kalabalıktan ayrılarak cesurca iskelenin bitimine doğru yürüdü. Orada çıplak ayaklarının altını tozla ovdu, ardından dar tahtanın ortasına çıktı.
“Bu çocuk ne yapacağını sanıyor?” diye bağırdı Vikinglerden biri.
Oğlan sert bir hareketle dönüp konuşan adama baktı. Uzun boylu, kızıl sakallı, yara izli burnu bronzlaşmış yüzünde dümdüz duran biriydi. Oğlan onu görünce korkmuşçasına geri çekildi.
“Bebek ne yapabileceğini sanıyor?” diye tekrarladı savaşçılardan diğeri. Ama daha yakındakiler oğlanın yaşına göre son derece çevik ve güçlü olduğunu görmelerine rağmen cevap vermediler.
Sigurd, tahtanın üzerinde duran oğlanı izledi. Güneş ışığı temiz, genç yüzüne vuruyordu. Açık mavi gözleri, çattığı kaşlarının altında birer yıldız gibi parlıyordu. Parmaklarını