Yolda romanının yanında kuşağın altın vuruşlarından bir diğeri Allen Ginsberg’ün Uluma (Howl) şiiriydi. Ginsberg, bu şiirini ilk defa 1955 yılında San Francisco’da düzenlenen ve kuşağın öncülerinin şiirlerini okuduğu “Six Poets in Six Gallery” (Galeri Altı’da Altı Şair) adlı organizasyonda okumuştu. Şiir önce dinleyiciler üzerinde, yayımlandıktan sonra ise okuyan herkes üzerinde büyük etki yaratmıştı. Allen Ginsberg’ün Uluma isimli şiir kitabı ve ardından Jack Kerouac’in Yolda isimli romanı çok satan eserler olmuştu. Tüm bunları başka romanlar ve başka şiirler izledi. William Burroughs, John Clellon Holmes, Peter Orlovsky, Gary Snyder, Philip Whalen ve Gregory Corso gibi yazarlar ve şairler de beatnik akımına destek olan isimlerden bazılarıydı. Böylelikle Beat Kuşağı nihayet edebiyat sahnesinde kendine düşen yeri almış ve geniş kitlelere ulaşmış oldu.
Buna rağmen Beat Kuşağı mensupları yaşam tarzlarını asla değiştirmedi. Yolculuklarına, deneysel arayışlarına ve geleneksel düşüncelerle konformist yaşam biçiminden uzak durmaya devam ettiler. Batılı bir felsefe olan “varoluşçuluk” ile Doğulu bir yaşam bilimi olan “Zen” gibi iki akımı özünde birleştiren Beat Kuşağı, bu felsefe ve düşünce yapısıyla gerçeğe ulaşma çabasını sürdürüyordu. Beat Kuşağı, meditasyonu ve farklı bir cinsellik anlayışını da hem Amerika’ya hem de dünyaya tanıtmıştı. Avusturyalı psikiyatrist Wilhelm Reich’ın yaşam enerjisinin önemli bir parçası olan cinselliğin, psikoloji ve enerji üzerindeki etkileri alanındaki araştırmaları sonucunda tanımladığı cinsel devrim, Beat Kuşağı’nın ezber bozucu ilişki anlayışının temelini oluşturmuştu. Geleneksel kadın erkek ilişkisi tabularını yıkarak, ilişkileri ezberlenmiş kalıplara dayalı olmadan ve monoton hale getirmeden cinselliği özgürce yaşama kavramını oluşturdular. Çünkü bu anlayışa göre insanların cinsel açıdan yetersizliği ve ilişkilerinin bu bağlamda birbirine verdiği yıkıcı etki, bireyi nevrotik bir evreye götürerek özünü parçalıyor ve toplumsal açıdan ciddi problemlere neden oluyordu.
Geleneksel, önyargılı, sınıf ayrımcı, cinsiyetçi, ırkçı ve şiddet yanlısı tüm düşüncelerden arınmak istiyorlardı. Kurgulanmış yaşam biçimlerinden sıyrılarak özgürleşmek ve yoğun tüketim çılgınlığını reddetmek gerektiği inancındaydılar. Tüm bu düşüncelere aykırı bir yaşam tarzı benimsiyor, insanlara sanatı ve meditasyonu öneriyor ve bunları edebiyatlarına da yansıtıyorlardı. Beat Kuşağı yazarları ve şairleri, alışıldık edebiyatçıların ötesinde bir kişiliğe sahiptiler. Onlar için edebiyat hareket halindeyken, yani yolda üretilen ve sansürsüz bir şeydi. Eserlerini çıktıkları yolculuklar sonucu ürettiler fakat bu eserlerde alışılmış edebi dil yerine herkese hitap edebilecek biçimde yazmaktan ve açık seçik ifadeler kullanmaktan çekinmediler. Bu sebeple eserleri, belli bir kesim tarafından büyük tepkilerle karşılanmış ve acımasızca eleştirilmişti. Uyandırdıkları dehşet, alışılmadık üslupları ve içeriklerinden ötürü davalar açıldı ve yazarların ilk eserleri, kaçınılmaz olarak, ancak büyük oranda sansürlendikten sonra yayımlanabildi.
Zamanla bu felsefe ve hareket elbette sadece edebiyatla sınırlı kalmadı ve sanatın başka alanlarına da yayıldı. Başta müzisyenler olmak üzere, ressamlar, film yapımcıları, senaristler, yönetmenler ve medyanın diğer kolları da bu akıma katıldı. Aslında bir grup genç, düzen sahibi güçler tarafından oluşturulmuş, yüksek ve aşılması imkânsız gibi görünen bir duvarı yıkmıştı ve açtıkları bu yeni yoldan içeri uzun süredir bunu beklemiş gibi hevesli olan herkes akın akın geçiyordu.
1950’li yıllarda başlayan yaşam tarzının ve edebi çalışmaların etkisi bir kıvılcım başlatmış ve bu kıvılcım bir yangına dönüşerek kültürel anlamda insanlık tarihinin en renkli dönemi diyebileceğimiz 1960’ları doğurmuştu. 1960’lar gerek ABD gerekse Avrupa’da önemli değişimleri de beraberinde getirmişti. 1960’ların öne çıkan müzisyenleri de Beat Kuşağı’ndan ciddi anlamda etkilenen isimlerdi. The Beatles başta olmak üzere, The Rolling Stones, Pink Floyd, The Doors gibi gruplar ve Bob Dylan yaptıkları çalışmalarla Beat Kuşağı’nın müzikteki önemli temsilcileri oldular. Beat Kuşağı, kendisine ait coşku dolu ve aykırı dev bir kadroyu oluşturuyordu artık.
Dönemin en büyük ve ünlü müzik grubunun adının “The Beatles” olması da aslında tesadüf değildir. Çünkü 60’ların Londra’sı, underground kültürün dünyadaki başkentiydi ve burada oluşturulan bu kültürün Beat Akımı ile birleşmesi müziğin dünyadaki ritmini de değiştirdi. Bir bakıma bu, tıpkı edebiyatta olduğu gibi müziksel uyanışın, Londra üzerinden tüm dünyaya yayılarak kolektif bilinçaltını etkileme durumuydu. Bu ritim gençliğin coşku ve tutkularının, yaşadıkları gezegene duydukları sevgi ve bağlılığın, tüm siyasi ideoloji ve kuramların üzerinde olduğunun keşfiydi. Bu dönemde Jim Morrison, “Dünyayı istiyoruz, hemen şimdi istiyoruz!” diyerek aslında bunu en net biçimde dile getirmişti. Herkes bu yaşam coşkusunun ölmez bir ateş olarak kuşaklar boyunca yanacağını düşünüyordu. Fakat bu coşku 80’lerde yerini sanat da dahil olmak üzere her şeyin mekanikleştirilmeye çalışıldığı, gerici bir döneme bıraktı. Bu değişim, Beat Kuşağı’nın da pratikte sonu olacaktı.
60’lı yılların ikinci yarısıyla birlikte, Batı’nın yaşam normlarından topluca kaçan on binlerce Amerikalı ve Avrupalı genç doğuya doğru yolculuğa çıktılar. Aslında başkaldırının doğrudan eyleme dönüşmüş biçimi olan bu yolculuğun hedefi mistisizmin merkezi olan Hindistan’dı. Bu çok uzun ve aynı zamanda öğretici bir rotada gerçekleştirilen yolculuk, beatniklerin 40’larda ve 50’lerde yaptıkları yolculukların bir anlamda kitlesel olarak yeni bir rota üzerinde tekrar edilmesiydi. Arayışın peşinde mistisizme, Zen’e ve aydınlanmaya doğru akın akın giden yüz binlerce gencin oluşturduğu manzara herkeste şaşkınlık ve hayranlık uyandıracak, aynı zamanda asla unutulmayacak etkiler bırakacaktı. Bu yolculuğunun büyük kısmı otostoplarla, ortak olarak ayarlanan minibüslerle, otobüslerle ve arabalarla tamamlanacaktı.
Dolayısıyla bu bizlere şunu göstermektedir ki, Beat Kuşağı bir grup aykırı gencin ya da arkadaş gruplarının kısıtlı denemelerinden ibaret değildi; 50’li yıllardan 60’lı yılların sonuna dek uzanan, Woodstock’la zirve yapmış ve cinsellikte, edebiyatta, müzikte ve kültürel anlamda insanlık tarihinde kabul edilmesi gereken önemli kalıcı izler bırakmış bir dönemin temsilcileriydiler.
Başım köpük köpük bulut,
içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir. Şaşarak bakarım.
Yüz bin