Seçmeler, korunun sık ağaçlarla kaplı, en ürkütücü görünen yerinde yapılıyor; aday, ancak kabul edildiğinde barakayı görebiliyordu.
Her ne kadar çocuklar buraya Toplantı Binası diyerek hava vermeye çalışsalar da aslında baraka üflesen yıkılacakmış gibi görünüyordu. Dört bir yanında birbiriyle aynı büyüklükte pencereler vardı. Artık üretilmeyen türden eski camlardan yapılmışlardı. Güneş ışınlarının kuvvetine göre renk değiştirmeyen ve kırılan cinsten… Camlardan biri kırılabileceğini kanıtlamak istermiş gibi bir köşesinden çatlamıştı. Barakanın içi, dış dünyadan oldukça farklı görünüyordu; ilkel bir havası vardı. Ama yine de kulüp üyeleri burada toplanmaktan ve saatlerce konuşmaktan, hatta kimi zaman tartışmaktan çok zevk alıyorlardı.
Hepsinin gözü hâlâ Rauf’un üstündeydi. Sanki oraya zorla getirilmiş gibi görünüyordu.
Kayla’nın yanında oturan, kısa boylu ve zayıf bir çocuk olan Eris, Rauf’a, “İyi misin?” diye sordu. Aralarında en küçük görünen, ama zekâ düzeyi en yüksek olan oydu. “Beyin Geliştirme” dersi öğretmeni hepsinin ortasında bunu defalarca tekrarlamıştı. Beyni, çalışma kapasitesini diğerlerine oranla milyonda iki kez daha fazla arttırıyordu ve bu da az rastlanır bir durumdu. Bu yüzden daha şimdiden ülkenin en iyi üniversitelerinden çağrı almaya başlamıştı. Oysa Eris’in zekâsıyla övündüğünü duyan hiç olmamıştı. Hatta sorusuna cevap beklerken bir dâhiden çok, çaresiz bir çocuğa benziyordu. Rauf’un babasının şirketinde işlerin kötüye gittiğini duymuştu. Arkadaşına yardım edememek onu üzüyordu. Ancak bu iş enerji problemi çözmeye benzemiyordu, çok daha karmaşıktı. Rauf başıyla “iyiyim” dercesine bir işaret yapınca başka bir şey sormadı.
Rauf bütün dikkatlerin üzerine çevrilmesinden rahatsız olmuştu. Elinde tuttuğu tokmağı masaya vurarak, “3 Eylül 2137 tarihli Baraka Toplantısı’nı açıyorum.” dedi.
Diğerleri sonunda toplantının başlamasına sevinirken, kütükten fırlayan kıymık parçası Rauf’un dağınık saçlarına takılmıştı. Bunu Kayla dışında fark eden olmadı. Ama o da geç başlayan toplantının akışını bozmamak için sustu.
“Toplantının gündemindeki konuları hatırlatması için sözü Kayla’ya veriyorum.” Konuşması biten Rauf yerine oturdu. Artık kendi de dâhil hepsi Kayla’ya bakıyordu. Rauf rahatlamıştı.
Kayla siyah, uzun, dalgalı saçlarını gözleriyle aynı renkteki mavi tokalarla toplamıştı. Böylece iri gözleri daha çok ortaya çıkıyordu. Her zaman kendinden emin, ne istediğini bilen bir hâli vardı. Aslında başkanlık görevini Rauf’tan daha iyi yürütebilecek biri gibi görünüyordu. Ama nedense uygun kişinin Rauf olduğunu düşünüyordu.
Rauf’u başıyla selamladıktan sonra sözü aldı. “Bildiğiniz gibi tatilin bitmesine ve yeni okul döneminin başlamasına yalnızca birkaç gün kaldı.”
Masanın çevresini saran çocukların “okul” sözünü duymalarıyla barakanın dışına taşan kuvvetli bir uğultunun yükselmesi bir olmuştu. Rahat yaz günlerini geride bırakmaktan hiçbiri hoşnut görünmüyordu.
Kayla, sesini duyurmak için bağırarak konuşmak zorunda kaldı. “Birlikte eğlenceli bir yaz geçirdik. Toplantılara eksiksiz katıldık. Okul dönemi başladıktan sonra da katılımın sürmesini diliyorum. Sizlerle önem taşıyan bir konuyu da paylaşmak istiyorum. Yaz tatili boyunca başkanımızın ödünç verdiği kitapları inceleme fırsatım oldu. Edindiğim bilgilerin ışığında, geçen dönemlerde okulda 20. yüzyıl tarihiyle ilgili verilen kısıtlı bilginin, aslında gerçeğe çok da yakın olmadığını anladım.” Kayla konuşurken yaprakları sararmış kitapları herkesin göreceği şekilde havaya kaldırmıştı.
“Konuyla ilgili olarak tarih öğretmenini uyarmamız gerektiğini düşünüyorum. ‘Geleceğin Olası Tarihi’ derslerine başlamadan önce konuya açıklık getirmemiz gerekiyor. Geçmişte olanları öğrenmeden geleceğin tarihini yazmayı hiç doğru bulmuyorum. Benimle aynı fikirde olanlar lütfen elini kaldırsın!”
Kayla’nın ciddi hâlini gören biri, o anda aslında dünyayı etkileyecek bir kararın alındığını sanabilirdi. Çocukların hemen hemen hepsi, Rauf da dâhil olmak üzere elini kaldırdı. Rauf, Kayla’nın kararlarını gözü kapalı bile kabul edecek kadar arkadaşına güvenirdi. Yalnızca masanın köşesine sinmiş bir çocukta hareket yoktu.
Kayla, ona doğru döndü. “Şimdi lütfen benimle aynı fikirde olmayanlar elini kaldırsın!” dedi. Oysa çocukta hâlâ hareket yoktu. Kayla sabırsızca soruyu tekrarladı. Gözlerini Milo’ya dikmişti. Kayla’nın bakışlarından rahatsız olan Milo umursamaz bir tavırla, “Ben yalnızca elinde tuttuğun kitaplardaki bilgilerin doğru olduğunu nereden bildiğini merak ediyorum.” dedi. “Kitaplardaki dili bile anladığından şüpheliyim.” Sesi ufacık barakada bile zar zor duyuluyordu.
Kayla hırsla, iyice anlaşılması için kelimeleri teker teker vurgulayarak, “Kitapların yazıldığı eski dili biliyorum…” dedi.
Milo’nun kendisinden şüphe etmesine bozulmuştu. Babası Eski Çağ dilleri uzmanıydı ve Kayla daha ana dilini öğrenmeden eski dillerin büyüsüne kapılmıştı. Babası, bu konuda kızıyla hep övünürdü. İlk okuduğu kitabın, Lupus in Fabula1 adında, eski dilde yazılmış bir kitap olduğunu yinelerdi.
“…ve bu kitaplardaki bilgilerin doğru olduklarına da eminim.” diye devam etti. Alındığını belli etmemeye çalışıyordu. “Çünkü bu kitaplar o zamanlar yazılmış, henüz olaylar tazeyken. Üzerinden bir yüzyıl geçtikten sonra değil. Kitapları okuduktan sonra o insanların aslında düşündüğümüz kadar ilkel olmadıklarını da gördüm. Tarih öğretmenini birilerinin uyarması gerekiyor.”
Milo, “O birileri neden biz oluyoruz?” diye karşı çıkmayı sürdürdü.
Kayla inatla, “Neden olmasın?” diye atıldı. “Yanlış bilgiler edinmek için okula gitmiyoruz değil mi?”
Milo tartışmayı sürdürmek istermiş gibi ağzını açtı, ama bir şey söylemedi. Kayla’ya laf yetiştirmek pek kolay bir iş değildi.
Kayla, “Tarih öğretmenine aldığım notları iletmeden önce, belki göz atmak isteyen olur diye düşündüm.” dedi. Bir yandan da çantasından çıkardığı anahtarları arkadaşlarına dağıtıyordu. “Kitaplardaki ilgi çekici kimi bilgileri günümüz diline çevirerek anahtarlara yükledim. Çok zamanınızı almaz… Gündemin ikinci konusu ise barakanın kırık camı. Eski tür cam bulmam ne yazık ki imkânsız. Kışa kadar bu konuya bir çözüm getirmezsek toplantıları yapacak başka bir yer aramamız gerekecek.”
Kayla’nın son cümlesi barakanın içinde yeniden bir uğultu yükselmesine neden olmuştu.
Eris, biraz da çekinerek, “Barakanın doğallığını bozmamaya karar verdiğimizi sanıyordum.” dedi.
Kayla, “Barakanın doğallığının bozulmaması konusunda fikrim değişmedi ama kışın yapacağımız toplantılarda soğuktan çenemin takırdamasını da istemiyorum.” dedi.
Upuzun kızıl saçlı, sivri burunlu Çağla ise gözleri parlayarak, “Şu ısıtıcı toplardan getirsek nasıl olur?” diye sordu. “Bizim evde kullanmadığımız bir tane var. Bırakın barakayı, ormanın yarısını bile ısıtacak güçte!”
Kayla, sabırlı bir ses tonuyla, “Son yıllarda üretilen teknolojik araçlar olmaz.” diye karşı çıktı. “O zaman camı değiştiririz olur biter.”
Rauf