Adam, “Burası Sahaflar Çarşısı gençler!” diye karşılık verdi. “Eski cazibesini kaybettiğine bakmayın siz, yine de aradığınız her kitap bulunur! Kitap meraklıları buraya yolu düştüğü için gelmez yolunu özellikle düşürür. Tarih buradaki kitapların arasında saklıdır.” Ardından rafları araştırmaya koyuldu.
Kaan, “Tabii ya, nasıl düşünemedim!” diye hayıflandı. Aslında üçü de Sahaflar’dan söz edildiğini daha önce duymuştu. Kütüphaneden çok farklı bir yerdi elbette ama dükkân sahibi, bir kütüphaneci kadar kitaplarla ilgili bilgisi varmış gibi davranıyordu.
Adam az sonra ansiklopedi büyüklüğünde ciltli, kalın bir kitabı çekip aldı. “Eskiliğine bakmayın ikinci eldir ama burada istediğinizden de fazlasını bulursunuz.” diyerek uzattı.
Ateş, “Sakıncası yoksa sadece göz atabilir miyiz?” diye sordu.
Dükkân sahibi, “Sadece göz atın bakalım.” diye karşılık verdi. Kitabı satın almayacaklarını anlamış olmasına rağmen sesinde anlayışlı bir ton vardı.
Kapının dışındaki yüksek yığının üstüne kitabı koyup incelemeye koyuldular. Ateş, Kaan’a dönüp, “Sanırım haklısın.” dedi. “Bence de şifre bir yangın kulesini soruyor… Son cümle yangın çıktığında kuleden gözleyenlerin görüp yardım çağırdıklarını söylüyor herhâlde… Sık çıkan yangınlarla kim bilir nasıl zor başa çıkmışlardır… ”
Bu sırada Ceren, “Ama hangi yangın kulesini?..” diyerek sayfaları çevirdi. “İşte kuleler… Adalet Kulesi, Topkapı Sarayı’ndaymış. Ama yangın kulesi olduğuna dair bir bilgi yok… Saat kuleleri… Dolmabahçe Saat Kulesi, Etfal Saat Kulesi, Tophane Saat Kulesi, Yıldız Saat Kulesi… Bunlar aynı zamanda yangın kulesi olamayacak kadar kısalar… Bir de Kız Kulesi var; hikâyesi de yazıyor burada…”
Ceren bir yandan anlaşılmayan kelimeler mırıldanarak satırlara hızla göz gezdiriyordu. “Dükkân sahibi haklı. İşte Beyazıt Kulesi burada; yangın kulesiymiş. Bir dakika durun! Galata Kulesi de yangın kulesiymiş. Bir de İcadiye adında bir yangın kulesinden söz ediyor kitap. Eee… hangisi o zaman?”
Kaan, “1348 yılında yaşadığını farz edersen ve Ceneviz kolonisinin kuzey sınırına gidersen, karşılaşırsın onunla.” diye şifrenin ilk cümlesini tekrarladı. “Peki bu kulelerden hangisi 1348 yılında yapılmış?”
Ateş gözlerinin içi gülerek Kaan’a baktı ve sırtına dostça vurdu. Kaan’ın yüzünü mahcup bir gülümseme kapladı.
Ceren heyecanla, “Bulduk!” diye neredeyse bağırdı. O sırada yanlarından geçenlerin bakışlarına aldırmadan devam etti. “Galata Kulesi, 1348 yılında Cenevizliler tarafından inşa edilmiş… Yani Bizanslılar zamanında… O zamanlar adı İsa Kulesi’ymiş… İnanmayacaksınız ama, burada Galata Kulesi’nin bile birçok yangın atlattığı yazıyor.”
Ateş, “Bu şifreyi sen çözdün Kaan.” dedi. “1348’de Ceneviz kolonisinin kuzey sınırının nerede olduğunu belki çok az kişi biliyordur, ama Galata Kulesi’nin nerede olduğunu bilmeyen yoktur. Bir an önce kuleyi ziyaret ettik mi, tamamdır. Hem kulenin dört bir yanında uzanan güzellikleri de görürüz.”
Ardından kitabı dükkân sahibine geri vermek üzere içeri girdi. Adam düzene sokmaya uğraştığı kitap yığınının arasından Ateş’in teşekkürüne karşılık eliyle selam vermekle yetindi.
Ateş kitabı bırakıp yeniden dışarı çıktığında Kaan’la Ceren şehir planını açmış, Galata Kulesi’ne nasıl gidebileceklerine bakıyorlardı.
Kaan, “Yine yürümemiz gerekebilir.” diye yakındı. Birkaç kez dinlenme imkânı bulmuş olsalar da oldukça yorucu bir gün geçiriyorlardı. Üstelik bu daha ilk gündü.
Ceren şehir planının üstünde parmağını kaydırarak, “Eminönü’ne inip Galata Köprüsü’nü geçersek Karaköy’e varırız. Oradan da…”
Ateş aniden şehir planına doğru eğildi. “Buradalar.” diye fısıldadı. “Yine nereden çıktılar böyle?” Konuşurken sesinin titremesine engel olamıyordu.
Ceren, “Kimler? Neredeler?” diye sordu.
“Bizi izleyen o iki kişi. Büstün arkasındalar…”
“Hangi büstün?”
Ateş, “İkinizin arkasında kalan mermer kaidenin üstünde bir büst var, ama hemen bakmayın!” diye uyardı. “Onları fark ettiğimizi anlamasınlar.”
Ceren hâlâ şehir planını inceliyormuş gibi başını kaldırmadan Ateş’in yanına yaklaştı. Böylece o da büstü görebilecekti. Kaan’la konuşuyormuş gibi yaparak büste doğru gözlerini kaydırdı. Gerçekten orada Ateş’in daha önceki tarifine uyan iki kişi duruyordu.
Ceren, “Bize bakıyorlar. Galiba haklısın.” diye fısıldarken kalbi hızla atmaya başlamıştı. “Gerçekten de çarpıştığın adama benziyor. Niye bizi izliyorlar acaba?.. Eee, şimdi ne yapacağız peki?”
Ateş, “Onları başımızdan atmanın bir yolunu bulacağız.” diye karşılık verdi. “Ama nasıl?”
Kaan, “Ben yine de hazine avıyla ilgili olduklarını düşünüyorum.” dedi.
Ateş göz ucuyla ikiliyi izlemeyi sürdürdü. “Hazine avıyla ilgili oldukları kesin, peşimizden ayrılmadıklarına göre… Ama müfettiş ya da herhangi bir görevliye hiç benzemiyorlar. Öncelikle böyle bir iş için fizikleri ve giysileri uygun değil.”
Ceren yüzünü hoşnutsuzlukla buruşturdu. “Evet, hem de hiç! Kadın kızıl, kabarık saçlarıyla kuaförden az önce çıkmış gibi… Üstünde ise yakası kürklü bir mantoyla topuklu çizmeler var. Sanki bizi izledikten sonra bir arkadaşına beş çayına gidecekmiş gibi hazırlanmış.”
Ateş, “Adamın da ondan bir farkı yok.” diye Ceren’e katıldı. “Akşam yemeğini üye olduğu kulüpte yemek üzere şimdiden giyinmiş!”
Kaan merak içindeydi. “Ben de bakmak istiyorum.” diyerek yere doğru eğildi. Ayakkabısının bağını bağlıyormuş numarası yaparak o tarafa baktı. Ayağa kalktığında ise, “Gerçekten tuhaflar.” diye itiraf etti. “Hiç buraya kitap almaya gelmiş gibi bir hâlleri yok. Kitaplara bakmıyorlar bile.”
O sırada tıknaz ikili büstün arkasından ayrılıp dükkânlardan birinin önüne doğru yürüdü.
Ceren, “Yeniden Kapalıçarşı’ya girelim.” dedi. “Bu defa daha hızlı hareket edersek, hatta koşarsak belki onlardan kurtulabiliriz. Kadının topuklu çizmelerle koşması imkânsız.” Sırt çantasıyla koşmanın zorluğunu aklına getirmemeye çalıştı.
Ateş, “Benim daha iyi bir fikrim var.” diye atıldı. “Ayrılalım!..”
Önce Kaan hızlı adımlarla geldikleri yerden gerisin geriye Kapalıçarşı’ya girdi. Onu Ceren izledi. Ateş ise hâlâ oradaydı ve bir başka dükkânın önündeki kitapları karıştırıyordu.
Kadınla adam ilgileniyormuş gibi yaptıkları kitaplardan başlarını kaldırıp çocuklara baktılar. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Bir an ne yapacakları konusunda kararsız kalıp iki çocuğun gittikleri tarafa doğru ilerlediler. Ama yine de Sahaflar’dan çıkmadılar. Aralarında hararetli bir konuşma geçerken, Ateş hareketlendi; ikilinin dikkatinin dağılmasını fırsat bilip Sahaflar’ın diğer kapısına gitti.