ESRARENGIZ KELIMELER. AYDIN ALMILA. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: AYDIN ALMILA
Издательство: Автор
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 9789752122406
Скачать книгу
kaydettiğini söylemedin mi az önce?”

      “Evet, öyle, ama belki çok eskiden aldığım kitaplardan biridir.

      Mert’in bakışları ekrandan kitaba kaydı. Böylesine bilmiş bir kızın, bu kitabı görüp de hatırlamaması mümkün değildi. Yine de, “Yarın saat 4’te, halk kütüphanesinin girişinde buluşalım mı?” diye yazdı.

      “Yani saat 16.00’da, öyle mi?

      Mert gözlerini devirmeden edemedi.

      “Evet.

      “Tamam. Peki adımı nereden buldun?

      “Uzun hikâye, yarın görüştüğümüzde anlatırım. Unutmadan. Benim adım Mert.

      “Ah! Hercule Poirot olmadığını tahmin etmiştim. Yarın görüşürüz, Mert.

      3. Bölüm

      Kütüphanedeki Buluşma

      Mert, İdil ile buluşacağı saatten daha önce kütüphaneye geldi. Doğrudan kütüphanecinin bulunduğu bankoya yaklaştı. “Affedersiniz!” diye söze girdi.

      Kadın yaptığı işten başını kaldırıp Mert’e baktı, çocuğu tanımıştı.

      Mert, “Acaba dün akşamdan beri hiç kayıp bir kitap için size başvuran oldu mu?” diye sordu.

      Kadın, “Şu adı olmayan ve kütüphanemize ait olmayan kitabı kimse arayıp sormadı.” diye karşılık verdi. Ardından, sandalyesinden kalkıp arka taraftaki dosyaları karıştırmaya koyuldu.

      Bunun üzerine Mert orada öylece dikilmemek için giriş katındaki masalardan birine oturdu. Kapıdan gözünü ayırmadan beklemeye başladı. Tam İdil ile buluşacağı saatte, kütüphanenin iki kanatlı, geniş cam kapısından ufak tefek bir kız girdi. Ortadan ayırdığı dalgalı siyah saçları, iki yandan sarkıp yüzünü perdeliyordu. Kalın siyah çerçeveli gözlüğü ise hem yüzünün kalan kısmını, hem de kocaman siyah gözlerini kapatmak için seçilmişti sanki. Üstünde ona birkaç beden büyükmüş gibi duran bir kazakla palto vardı. Boynuna yılan gibi dolanan atkısının bir ucu neredeyse yere değiyordu.

      Kızın araştıran gözlerle etrafına bakındığını gören Mert ayağa kalktı. Elini hafifçe kaldırarak selam verdi. Bunun üzerine kız hızlı adımlarla Mert’e doğru yürüdü.

      “Merhaba, ben İdil.” diyerek elini uzattı.

      Mert de aynı şekilde karşılık verdi. “Ben Mert… Memnun oldum.”

      Dışarıdan bakan biri, tuhaf bir ikili olduklarını düşünebilirdi. Çünkü Mert, İdil ile yaşıt olmasına rağmen oldukça uzun boyluydu. Kısacık kül rengi saçları, kızın siyah saçlarının yanında olduğundan daha soluk görünüyordu. Ela gözleri ise gözlükle maskelenmediği için olduğundan daha büyük…

      İdil, Mert’in karşısındaki sandalyeye oturup atkısını çözmeye koyuldu. Mert ise bu sırada sırt çantasını açıp adsız kitabı çıkardı. Sözü uzatmadan, “İşte bu!” diyerek masanın üstünde koydu.

      İdil eski bir kitap uzmanıymış gibi, dikkatli hareketlerle kitabı önüne çekti. Ardından yavaşça ilk sayfasını çevirdi. “Birinci bölüm.” diye fısıldadı. Ne de olsa bir kütüphanedeydiler. Gözleri satırlar arasında hızlıca kaydı. Hemen ardından en arkadaki sayfaya baktı. Satırlar sayfanın ortasına kadar iniyordu. Kitap büyük harflerle yazılmış SON kelimesiyle bitiyordu. Bu defa birinci bölümün bittiği sayfayı buldu. Yine hızlı hareketlerle gözlerini ikinci bölümün ilk satırlarında kaydırdı. Kitap ayracına bakıp tekrar yerine koydu. Sonra Mert’in sözünü ettiği tiyatro biletini incelemeye koyuldu. Gözlüğünü düzelterek, “Sence de tuhaf değil mi?” diye sordu.

      “Nedir tuhaf olan.”

      “Tiyatro oyununun ismi. Venedik Taciri’nin Bir Yaz Gece Rüyası. Aslında Shakespeare’in Venedik Taciri ve Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı iki farklı oyunu var.” Ardından omuzlarını silkti. “Yeni bir uyarlama olmalı. Tiyatrocuları bilirsin, yaratıcılık konusunda üstlerine yoktur.”

      Mert tiyatrocuları bilmezdi. O yüzden sesini çıkartmadı.

      İdil tiyatro biletini de aldığı sayfaların arasına bırakmaya özen gösterdi. Kitabı incelemeyi bırakıp Mert’e döndü. “Bu akşam bende kalabilir mi?” diye sordu.

      Mert beklemediği bu soru karşısında irkilmişti. Hiç tereddüt etmeden, “Hayır.” diye karşılık verdi. “Kitabı, sahibinden başka birine vermek istemiyorum ya da kütüphaneden kim ödünç aldıysa, ondan başkasına… Gerçi kütüphaneci kadın, buraya ait olmadığında ısrarcı… Ama kitap mutlaka birine ait… Tiyatro bileti de…”

      İdil öyle kolay kolay vazgeçecek biri değildi. Üstünde adı bile yazmayan bir kitabı satır satır okuma fırsatı ayağına kadar gelmişti, nasıl kaçırırdı? Diğer yandan ısrar etmenin bir faydası olmayacağını da anlamıştı. “Adımı nereden bulduğunu anlatacaktın.” diyerek konuyu değiştirdi.

      Mert, “Kütüphaneci söyledi…” diye söze girdi. Başına gelen çarpışma olayını ve ardından kadınla arasında geçen konuşmayı bir çırpıda anlattı. Kayıt numaralarının karıştırılmış olabileceğinden şüphelendiğini de ekledi.

      İdil düşünceli bir tavırla, “Hımm…” dedi. “Özetle; bu adı olmayan kitabı aslında benim ödünç alıp sonra başka birine ödünç verdiğimi ve ödünç verdiğim kişinin de düşürdüğünü düşündün.”

      Mert başıyla onayladı.

      İdil, “Aslında sorun şu ki!..” dedi çok önemli bir açıklama yapacakmış gibi. “Ödünç alınan kitapların kenarlarına not alınmaz ya da satırlarının altı çizilmez. Okunur ve teslim edilir. Üstelik bu kitabın kimi sayfaları kopuk. Kitabın kütüphaneye ait olduğunu ben de sanmıyorum, numaralı olsa da… Çarpıştığın adamın kendi kitabı olduğu belli. Bu durumda sahibini bulmak bize kalıyor.”

      Mert şaşırmıştı. “Bize mi?”

      İdil başını dikleştirdi. Saçları hafifçe havalansa da hâlâ yanaklarının bir kısmını örtüyordu. “Tek başına bulmak istiyorsan… sen bilirsin tabii…”

      Mert bakışlarını kitaba çevirdi. Kimin olduğunu ancak kitabı inceleyerek bulabilirdi. Belki bir köşesinde çarpıştığı adama ait göremediği bir telefon numarası, bir isim ya da özel bir not vardı. Ve karşısında oturan kız, kitapların dilinden iyi anlıyordu. En azından Mert’ten daha iyi…

      Mert, “Tamam.” diye onayladı. “Ama onu alıp götüremezsin, beraber inceleyeceğiz.”

      İdil, “Anlaştık.” derken, bir yandan da, hiç yoktan iyidir, diye aklından geçirdi.

      Mert, “Hemen başlayalım mı?” diye sordu.

      İdil zaten sabırsızlık içindeydi. “Tamam, yalnız önce alçak sesle konuşmak zorunda kalmayacağımız bir yer bulalım kendimize. Neredeyse kendi söylediklerimi kendim duyamıyorum. Alt katta bir kafe var. Gerçi bodrum katı olduğu için güneş ışığı almıyor ama ışıklandırması fena değil.”

      “Kütüphanenin bir kafesi olduğunu bilmiyordum.”

      İdil omuzlarını silkti. “Herkes bilmez. Ben orada çok vakit geçiriyorum da ondan. Kimi zaman makalelerimi bile kafede yazıyorum.”

      Mert, yine başladık, diye düşündü. Bu kız böyle konuşarak kendine hava vermeye mi çalışıyordu?

      Küçücük