Kursak Kramplari. Cihan Aldik. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Cihan Aldik
Издательство: Hayy Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-8222-61-6
Скачать книгу
gün bitmemişti bir türlü, bitememişti… Bin türlü şey düşündü kadın; binbir tane plan yaptı; olmadı. Güneş battı, kendisi de güneşle beraber battı.

      Ertesi gün şehir büyük bir trafik kazasını konuşuyordu. Kimsenin umurunda değildi tabii ki kadının aldatılmışlığı, aldanmışlığı. Güneş battığı gibi doğuyordu da… Yeni doğan gün ise ABD’nin en önemli ailelerinden Monfellerlerin hoppa, hovarda, “nerde akşam orada sabah oğulları” William’ın feci bir trafik kazasında hayatını kaybetmesini konuşuyordu.

      Aldanmış kadın ise kendi dünyasında kaybolmanın eşiğinde, sokaklarda derbeder bir halde savrulurken, avazı çıktığı kadar William’ın ölümünü haykıran bir sokak gazetecisinin sesiyle irkildi. Cebindeki son bozukluklarla gazeteyi hemen aldı ve ilk sayfada William’ın ölüm haberini gördü. Sevinse mi üzülse mi bilemedi. Hayatını karartan adamın hayatı kararmıştı. Ölümün de güzel olanı makbul ya, gazetede yazılana göre William alkollü bir şekilde araç kullanırken kontrolü kaybetmiş ve duvara çarpmıştı. Oracıkta hemen can vermeyen William, yanında oturan ve -duygularının perişan edildiği evin sahibi olan- arkadaşı ile arabanın arkasında oturan iki kadın, çarpmanın etkisiyle değil de sıkışıp arabadan çıkamadıkları için yanarak ölmüşlerdi. Ölümün güzeli değil, en beteri gelmiş ve bulmuştu bu hoppaları.

      Derbeder kadın da gazeteyi eline almadan önce oradan oraya savrulurken ölmeye gidiyordu. Öldüğünde ne olacağından haberi yoktu illa ki ama yaşayınca neler olabileceğini de artık kestiremiyordu. Hiç değilse namusunu kirleten bir adamla aynı tarafta olmamak için ölmeyi değil yaşamayı tercih etti. Ailesinin kendisini bu kirlenmişlikle nasıl kabul edeceğini bilmiyordu. Bir sürü yalan uydursa da bir süre sonra fiziksel değişimlerin olabilme ihtimali onu yiyip bitiriyordu. Korktuğu başına geldi. William öleli ve kadın gebe kalalı beş ay geçmişti, kadının ailesi durumu kabullenmek istemedi ve doğacak torunlarını da evde istemediklerini söylediler.

      Yaşlı adam bir yandan kadının haline üzülüyor, diğer yandan da William öleli üç sene olmasına rağmen hâlâ, kendisinin yaşarken bozup darmadağın ettikleriyle uğraşıyor olmaktan bıkkınlık duyuyordu. William’ın babası global düzeyde önemli işlerle uğraştığından, evladının kararttığı hayatlarla ve bu gibi önemsiz detaylarla ilgilenmiyordu. Öyle ki, çocuğunun cenazesinde bir iki damla timsah gözyaşının ardından taziye-leri bile kabul etmeden çok önemli işlerinin peşinden gitmişti. Kendisi “dünyadaki zenginliğin yaklaşık yarısına ama nüfusunun sadece yüzde altısına sahip” bir geleneğin öncülerindendi.

      Bu yüzden, güya kendi çıkarlarından ve hayatlarından çok dünyanın iyiliğini düşünmek üzere yaşıyorlardı. İşleri bütün insanlığı ilgilendiriyordu. Nasıl bir yalansa artık, kendi evladı hayatları karartırken babası dünyayı kurtarıyordu. Tabii ki amaç farklılıkların ve lüksün sürdürülmesiydi ama bunu kılıfına uydurmak gerekliydi. Tüm dünya yaptıkları işlerden etkileniyordu ve bu işler yürürken hiçbir sorun bunların önüne geçmemeliydi, kendi çocuğunun ölümü de dahil. Hal böyle olunca, arka toplayıcılar lazımdı ve biliyordu ki evdeki yaşlı kurt sadece basit bir hizmetçi değil, onun ardını toplayan önemli bir figürdü.

      Baba Monfeller’in işi, “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları yönetirsin,” garabeti üzere insan yetiştirmek ve bu gaye üzere yatırımlar yapmaktı. Ana kalem elbette petroldü ama olağan dışı bir şekilde tarımla da ilgiliydi. Tarım ilacı, tohum, kimyasal hammadde, plastik ve ilaç şirketlerini yönetiyordu. Diğer yandan bitki biyoteknolojileri, bitki koruma kimyasalları üzerine faaliyet gösteriyordu. Çok daha sonraları dünyanın dört bir yanından tohum şirketlerini bünyesine katacak ve 11.000 çeşit tohumun patentini alacak olan firma, Monfeller markasının tohumlarını şimdiden ekiyordu. Aslında biraz da medya ile ilgilenilmeliydi ki plan bozan çocuklar öldüklerinde basında aleyhte haber çıkmasındı. Hazır İkinci Dünya Savaşı da çıkmışken ve dünyanın dengeleri değişiyorken bunu bir fırsata çevirmek gerekti. Şimdi kim ilgilenecekti hovardalık yaparken ölen bir evlatla. Bunu da bir mağdur edebiyatına büründürüp ondan nemalanmak varken ne gerek vardı yas tutmaya?

      Evdeki yaşlı görevli, William’ın arkasını sağlığında bir şekilde toparlıyordu ama bu gayrimeşru çocuk işini nasıl çözecekti? William’ın meşru olmayan ilişkisi ve işi çoktu ama çocuğu yoktu. Ölümünün üç sene ardından gerçekleşen bu olay, baba Monfeller’in kulağına gitmemeliydi. Gerçi gitse de ne olacaktı sanki? Evladının ölümünü bile bir pazarlama aracı olarak kullanan adam gayrimeşru bir torunu alıp besleyecek miydi sanki? Yaşlı kurdun da düşündüğü zaten kadının ne istediği değil, kamuoyuna olumsuz yansıyabilecek söylentilerin, elit aile anlayışını zedeleyebilecek olma ihtimaliydi. Çocuğun, William’ın “hık demiş burnundan düşmüş” durumu da söylentiyi çoğaltabilir, hesapta olmayan can sıkıntıları oluşabilirdi.

      Yaşlı adam ilk defa konuşmaya başladı:

      “Çocuğun William’dan olduğunu nasıl anlayacağız peki? Hem sen üç senedir neredeydin, neden bugün geldin?”

      Kadın bu soruya hazırlıklı bir eda ile yanıtladı:

      “Ben William’ı gerçekten sevmiştim. Onun beni kullanmasının ceremesini çocuğuma çektiremezdim. Direndim bunca zaman ama artık tak etti canıma. Çocuğum büyüyor, aç bîilaç yaşamayı ve çocuğumun sefil olmasını istemiyorum. Ben mahkemeye de başvurdum zaten, gerekli soruşturmalar başladığında kanıtı da ortaya çıkacaktır.”

      Gerçi kadın bu cümleleri korka korka söyleyebilmişti ve çocuğun William’dan olduğunu mahkemenin nasıl kanıtlayacağını bilmediğinden işi zordu ama son kozunu oynamalıydı. O yıllarda DNA testleri gibi uygulamalar hak getire; mahkeme nasıl isteyecekti ölüden DNA testini? Kadın bunu bilmediği gibi, bunu söylemiş olmanın kendisi için iyi olmayacağını tahmin ediyordu.

      Yaşlı hizmetkâr mahkeme lafını duyunca iyiden iyiye ketumluktan ezikliğe terfi etti zira mesele üst makamlara sirayet etmişti, dolayısıyla baba Monfeller’in bu işten haberinin olması kaçınılmaz olmuştu. Kadının üç-beş kuruşla ikna olup def edilemeyeceğini anladı. Onu hemen oracıkta öldürüverse kimsenin haberi olmazdı ama meseleyi mahkemeye kadar taşımayı göze alan kadın bu ihtimali hesaplamış ve önlemini çoktan almıştır diye düşündü.

      Kadının aslında başka kozu yoktu. Tek derdi çocuğuydu. “Saray yavrusu”na gelirken bir piçe davranır gibi davranması da kendince bir taktikti. Onlardan olana sevimsiz davranarak çocuğuna sahip çıkılmasını sağlamaktı amacı. Tabii ki kendince bir tiyatroydu ve işe yaramayacaktı ama çaresizlik insana her türlü saçmalığı yaptırıyordu işte. Kadının yanında duran çocuk -her ne kadar sevmese de- kurnaz emektara William’ı hatırlattığından, öldürme fikrini hemen unutuverdi. Daha akılcı bir çözüm bulmalıydı.

      Yaver, Monfeller şirketinin patronu, William’ın babası ve potansiyel dünya liderine mahkemelik olduğunu söylemektense, “büyük amaç” diye adlandırdıkları projeleri için dünya üzerinde fark yaratacak bir girişim fikri olduğunu söyleyecek, araya da William’ın karıştırdığı bu haltı sıkıştıracaktı. Mahkeme de zaten ülke çapında -güya dünya yararına çalışan- bu kurumu suçlu bulmayacaktı. Plan şöyleydi: William Monfeller adına bir üniversite kurulacaktı ve burada gençler yetiştirilecekti. Tabii ki esas amaç sosyal sorumluluk projesi değildi. Kabahatlerin örtbas edilmesi, diğer yandan da “büyük amaç”ları için çalışmaların yapılmasıydı. Amaçları da genetiği değiştirilmiş organizmalar sayesinde gıda hükümdarlığı ve mutlak dünya hâkimiyeti kurmaktı.

      Üniversitede bir yandan gen araştırmaları ve özel mutasyonlar yapmaya uğraşılabilir, genetik