Birinci Murad’ın eseri olan da İkinci Murad’ın adına olan da Bursa’nın en zarif iki külliyesidir. Açıkçası, Bursa biraz da Muratların şehridir.
Bursa “ilk” olduğu kadar “son”dur da. Birçok padişahın türbeleri, birçok şehzadenin mezarları, birçok hanım sultanın istirahatgâhları hep Bursa’dadır.
Bursa elbette en çok Yıldırım Bayezid şehridir.
Eğer bir şehir bir eserden ibaret olacaksa Bursa Ulucami’dir; yirmi kubbeli serinler serini, şirinler şirini, güzeller güzeli Ulucami de 1399, Yıldırım Bayezid eseridir.
Ama bir şehir bir kişiden ibaret olacaksa eğer; Bilecik nasıl Şeyh Edebalı ise, Ankara Hacı Bayram Veli ise, Eskişehir Yunus Emre ise nasıl, Bursa da Emir Sultan’dan ibarettir kanaatimce. Bir sabah namazını Emir Sultan’da eda ediniz; çıkışta pırıl pırıl ışıl ışıl yeşil yeşil bir Bursa panoraması serilecek gözünüzün önüne; doyumsuz bir manevi atmosfer eşliğinde üstelik.
Her şehir bir renkten ibaretse örneğin; İstanbul gridir, Edirne mavi. Ankara fümedir Konya türbe yeşili. Mardin kahverengidir Trabzon bordo. Bursa hiç tereddütsüz, hiç şüphesiz, hiç kuşku yok ki turkuazdır. Turkuaz en çok Bursa’ya yakışır.
Ve çınar elbette. Ağaçlar içerisinde en çok çınar yakışır Bursa’ya.
“Osmanlı Bursası”nı Yörükler kurdu ilkin. Yerleşip Manavlaştılar. Yerleşen Türkler (Manavlar) ile göçer Türkler (Yörükler) iç içe Bursa’nın huzuru güveni üretimi oldular asırlarca. Balkan bozgunumuzdan sonra Muhacirlerin de yurdu oldu Bursa. Özü aynı olan bu üç Türkmen boyu/soyu inançları vatanseverlikleri çalışkanlıkları uyum ve hoşgörüleriyle günümüz Bursasının iskeleti oldular. Dervişane bir ruh iklimi oluşturdular.
Bu yönüyle, Uludağ’a sırtını yaslamış, ayaklarını ovaya doğru uzatmış, ulu bir çınarın gölgesinde nefeslenen Anadolu dervişidir biraz da Bursa.
Bursa ilktir, Bursa dündür, Bursa mazidir, Bursa edeptir, Bursa berekettir.
“Şardağı’nda, Bursa’nın devamı” dediği Üsküp’te doğan büyük şair Yahya Kemal’in diliyle Bursa “Kökü mazide olan ati”dir. Ati, yani gelecek.
Bursa mevliddir; Mevlid’in yazarı Süleyman Çelebi de Bursalıdır ve o meşhur mevlidini de Bursa’da yazmıştır. Yani Bursa naattır da.
Bursa mizahtır, Karagöz’dür ve Hacivat’tır.
Bursa musikidir: en çok da Yahya Kemal güftesi, Münir Nureddin Selçuk bestesi; “Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç”dir.
Bursa Bilecik’in küçük kardeşi, Dimetoka’nın küçük ağbisi, Edirne’nin büyük ağbisidir. Filibe’nin dayısı, Üsküp’ün amcaoğlu, İstanbul’un öz be öz amcasıdır. Prizren’le akraba, Selanik’le sırdaş, Kırım’la derttaştır Bursa. Kalkandelen’deki Harabati Dedebaba Tekkesi Bursa Muradiye Külliyesi ile arkadaş, Şumnu Tombul Camii, Prizren Sinan Paşa Camii ve Filibe Muradiye Camii Bursa Yeşil Camii ile ezandaş, Nilüfer Hatun’la şehre adını veren Sofya ayaktaştırlar.
Yolculuk Bursa’dan başlamıştır evet; Gelibolu, Adrianapol (Edirne), Filipopol (Filibe) Şumnu, Skopya’yı (Üsküp) Bursa fethetmiştir, evet. Fetheylemiş, şerheylemiş, şehreylemiştir evet. Balkanlardaki her şehir biraz Bursa’dır bu yüzden.
Dragos (Manastır), Meriç (Filibe), Vardar (Üsküp), Bristriça (Prizren), Arda (Kırcaali) nehirleri Nilüfer’le koyun koyuna nefes nefese gönül gönüle akarlar aslında.
1325’ten sonraki her Türk şehri Bursa’dan kokular lezzetler üsluplar taşır. Bu kokudan bu iklimden bu lezzetten olmalı, 1912 ve 1913’teki Balkan faciasından sonra milyonlarca Rumelili göçmenin ilk durağı, ilk barınağı, ilk sığınağı hep Bursa olmuştur. Nasıl altı asır boyunca Rumeli’yi Bursa şehreylemişse, yirminci yüzyılın Bursa’sını ise Balkan göçmenleri imar ve tımar eylemişlerdir.
Bugünün Bursa’sı, tarihten ve medeniyetten çok sanayi ve ticaret şehridir. Bereket ve bolluk şehridir. İrfandan ziyade bilim ve üniversite şehridir.
Bursa için ilk Osmanlı şehridir demiştik.
Bursa bir o kadar son Osmanlı şehridir de.
Bursasız Osmanlı, Bursasız Türkiye, Bursasız cumhuriyet olmaz, olamaz, olmamalıdır.
O dünü bugünü ve yarınları ile güzeldir.
Güzel ve özel.
Bursa’nın tarihi bir imparatorluğun tarihidir.
Tarihi irfanı ve sosyolojisi.
Bursa sen bizim her şeyimizsin. Biz sendeniz, sen de bizsin.
Edirne
Şiir, şehir, gül; işte size Edirne.
Osmanlı en çok Edirne’dir. En fazla Edirne’dir. En güzel Edirne’dir. Bugün de öyledir, hâlâ.
Edirne’ye en yakışan nedir derseniz, hiç düşünmeden gül derim; parkları, bahçeleri, nehir kıyıları, yolların ortaları ve kenarları hep gül. Edirne aslında bir gülistandır, gülzardır, gül-şendir; Hasan Sezai Gülşenî Hazretleri de her dem bülbüllere seslenmektedir bin bir nasihatle güller dağıta dağıta.
Şiir ve şehir; ikisinin de arka planında zengin bir birikim, güçlü bir medeniyet, üst düzey bir mimari, derunî bir uyum ve huzur yatmaktadır. Büyük mimarlar eserleriyle şehirlerin şiirini yazarlar, büyük şairler de mısralarıyla şiirin şehrâyinini. Şiir ve şehir kavramlarının birbirine denk, birbirine akraba, birbiriyle iç içe olduğu Edirne misali, çok az şehir vardır Osmanlı coğrafyasında.
Edirne; biliyorum ki sen aslında Adrianus’un şehrisin: o kurdu seni, biliyorum; ama Balkanları da sen kurdun, İstanbul’u da sen şehrettin, gönüllerimizi sen fethettin!
Osmanlı Medeniyeti’nin –hâlâ– en muhteşem birkaç şehrinden birisin, biliyoruz.
Yerin altının üstünden derin ve zengin olduğu gül şehir Edirne’nin, Meriç ve Tunca’yla muhteşem vuslatına başka ne isim verilebilirdi: Elbette ki Bülbül Adası.
Üç devlet Rusya (1829), Bulgar (1913) ve Yunan (1921) işgali görmüş Edirne; işgaller neticesinde Müslüman halkı –çaresizlikten– İstanbul’a, Bursa’ya, Bilecik’e yani geldikleri yerlere sığınmış; 1924 yılı ise bir nevi ba’sü bağde-l mevt, yeniden diriliş ile Edirne’ye; mübadele anlaşmasıyla Selanik Sancağı’ndan binlerce Müslüman Türk iskân edilmiş metruk, mahzun, meyus Edirne’nin kalbine. Beş asırlık evlerinden barklarından en çok da hatıralarını bırakarak canını zor kurtarıp Adrianus’un kadim şehrine, Hz. Muhammed’in işaret ettiği yere inşa edilen yeryüzü harikası ve şahikası Selimiye’ye sığınmışlar…
Bugün kadim şehir Edirne’de kadim bir kültürün olmaması, işgaller ve hicretlerin ürünü sayılmalıdır.
Gerçek bir yeryüzü harikasıdır Selimiye, matematiğin, hendesenin, mimarin, estetiğin, veznin, uyumun, güzelliğin zirve eseridir o. Edirne’nin bercestesidir; sadece Edirne’nin mi, neredeyse tüm İslâm Âleminin.
Medeniyetimizin bercestesi Selimiye en güzel noktadan görülsün diye yapılmıştır Muradiye sanki. Selimiye’den yola çıkarak bütün bir insanlığa, ins’in ve cinn’in sahibine sema edilsin diye yapılmıştır Muradiye sanki.
Meriç’in, Tunca’nın üzerine birer gerdanlık gibi serpiştirilmiş taş köprüler, sanki karşıya geçmek için değil