Bilim Nedir, Ne Değildir:
Bilime Tarihten Bakmak[1]
Giriş
Bursa’ya, Uludağ Üniversitesi’ne, son zamanlarda hemen her yıl, bazen aynı yıl içerisinde iki kez geliyorum. Bundan da oldukça memnunum. Burada meslektaşlarımla, dostlarımla ve siz öğrencilerle birlikte olmaktan memnuniyet duyuyorum. Bu sefer de aynı memnuniyeti duyduğumu belirtmek ve beni davet etme nezaketini gösteren Uludağ Üniversitesi Felsefe Kulübü üyesi öğrencilere ve ilgilerini esirgemeyen Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü ile Sosyoloji Bölümü’nün değerli öğretim elemanlarına teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.
2000 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim elemanlarına verdiğim bir konferansta, “Bilim Nedir, Ne Değildir?” başlığına uygun bir sunumda bulunmuştum. O konferansımdaki çerçeveyi burada da muhafaza etmeye çalışacağım. Bununla birlikte, burada felsefeyle doğrudan ve daha yoğun olarak ilgilenenlere hitap ettiğimin bilincinde olarak, o çerçeveyi daha geniş tutmak istiyorum.
Konferansın başlığındaki soruya burada hermeneutik geleneği doğrultusunda ve dört bölüm içerisinde bir cevap getirmeye çalışacağım. Birinci bölümde, hermeneutik geleneğinde bu soruya verilmiş olan yanıtı daha yakından anlamayı sağlayacak olan iki kutuplaşma, özcülük-nominalizm, evrenselcilik-tekilcilik kutuplaşmaları üzerinde duracağım. İkinci bölümde, “Bilim Nedir?” sorusuna getirilmiş olan bazı yanıtları, hatırlatma amacıyla, kısaca irdelemeyi ve bunların bu kutuplaşmalar açısından değerini belirtmeyi deneyeceğim. Üçüncü bölümde, son dört yüz yılda bilimin ve biliminsanının başından geçenlerin bir küçük öyküsünü anlatmaya gayret edeceğim. Dördüncü bölümde, “Günümüzde bilimin felsefece, özellikle hermeneutik açısından görünümü nedir?” sorusuna bir yanıt oluşturabilecek bazı tespit ve değerlendirmelerimi sunacağım.
Bilim Nedir?
Günümüzde “matematik” bileşik adında (mathema+techne) yaşamaya devam eden Grekçe mathema ve mathesis terimleri, MÖ 6. yüzyıldan, Latince scientia terimi ise MS 13. yüzyıldan beri, kısmen eşanlamlı terimler olarak, “bilim” karşılığı kullanıla gelen terimlerdir. Bununla birlikte, 16. ve 17. yüzyıllardan günümüze, özellikle scientia teriminin yeni bir anlam içeriğiyle karşımıza çıktığını görüyoruz ki, o bu yeni görümüne uygun olarak artık, “modern bilim” olarak anılmaya başlıyor. Bu konferansın konusu, Batı kültürü ve düşüncesinde karşımıza çıkan yeni görümüyle, işte bu modern bilimdir.
Modern bilimin ne olduğu, onun nasıl ortaya çıktığı ve geliştiği gibi sorular, ancak yeniçağ Batı felsefesi ve yeniçağ Batı zihniyeti göz önünde tutularak yanıtlanabilir. Çünkü modern bilim bu felsefe ve zihniyetin bir ürünüdür. Bu nedenle, burada önce, modern bilim kavramını ortaya çıkaran zihniyet ve düşünce iklimi ve modern bilim kavramı ortaya bir kez çıktıktan sonra bu kavram ekseninde geliştirilmiş olan felsefi görüşleri ve son olarak felsefe içinde modern bilim hakkında ortaya konulmuş değerlendirme ve eleştirileri, sadece adlarını anmak ve birkaç cümleyle üzerinde durmakla sınırlı kalsa da, aktarmayı deneyeceğim. Ancak, bu aktarımı, son yıllardaki çalışmalarımda, başta bilim olmak üzere, hukuktan siyasete kadar işlediğim hemen her konuyu kendileri yönünden ele almaya çalıştığım iki kutuplaşma, özcülük-nominalizm ve evrenselcilik-tekilcilik kutuplaşmaları açısından yapacağım. Bana göre bilimin ne olduğuna, bu kutuplaşmalar göz önünde tutulduğunda, şimdiye kadar bu konuda verilmiş olan yanıtlardan çok daha anlamlı yanıtlar verilebilir.
Özcülük-nominalizm kutuplaşması, felsefe tarihinin tanıklık etmiş olduğu en eski kutuplaşmalardan birisidir. Önce özcülüğü analım. Felsefe tarihi bilgilerimizi şöyle bir yokladığımızda, özcülük, çok genel ve kaba bir tanımla, her şeyin tüm değişmelere rağmen değişmeyen bir yön olarak bir kendiliği (Selbstheit, entity) bulunduğu, o değişmeyen yönün sabit ve sürekli olduğu, bu sabit ve sürekli yönün, bizzat “öz” (essentia) adını aldığını savunan görüştür. İlgili olarak öz; nesnelerin, tüm değişmelere rağmen değişmeyen, zorunlu ve tanımlayıcı nitelik veya nitelikleri olmayı da ifade eder. Öz, özellik (species) ile değil, nitelik (quality) ile ilgilidir. Bu nedenle o, bir varlığın veya nesnenin herhangi bir özelliğini belirtmez; o, bir varlığın veya nesnenin bu özelliği bile mümkün ve anlaşılabilir kılan zorunlu yapısı anlamına gelir. Örneğin Aristoteles’te öz, bir nesnenin görünür gerçekliğinden, varoluşundan (existentia) önce ve ondan bağımsız olarak düşünülen doğası, zorunlu yapısıdır (essentia). Bu durumda bir nesnenin özü, algılanan varoluşundan bağımsızdır, varoluş değişse bile öz değişmez ve bu öz, belirli bir nesneler sınıfının geçirmiş olduğu tüm değişmelere rağmen, o sınıfın tüm bireyleri için geçerli tümel yön veya yönler olarak kalır. Özcülük, buna göre, tümelciliği/evrenselciliği bizatihi içermiş olur. Bir nesnenin özünden olduğu gibi, bir kavramın da özünden söz edilebilir. Özellikle “kavram realizmi” olarak bilinen bir özcülük çeşidine göre, kavramın özü, ilişkili olduğu, hakkında düşünüldüğü nesneden bağımsız olarak, sadece kavram olması bakımından değişmeyen bir yapısının, bir tümelliğinin ve bu anlamda bir gerçekliğinin bulunmasını ifade eder.
Şimdi, bu özcülük betimlemesine uygun olarak, özcülerin, bir genel kavram olarak “bilim” kavramının da bir özünün olacağını iddia edecekleri açıktır. Bu demektir ki, bilimin de bir özü vardır; yani bilim de değişmeyen, sabit kalan niteliklere, tüm bilimsel faaliyetler için geçerli tümel yön veya yönlere sahiptir.[2] Böyle bir anlayışa “özcü bilim anlayışı” denebilir.
Felsefedeki geleneksel özcülüğe karşı, felsefe tarihinin yine pek erken dönemlerinden, sofistlerden, şüphecilerden bu yana nominalizm (adcılık, ismiyye) diye anılan bir ikinci anlayış da vardır. Nominalistlere göre, bir şeyin sabit ve aynı sınıftan diğer şeylerle ortak ve tümel olan yönü anlamında öz, bir kurgudur; onun bir gerçekliği yoktur. Genel kavramların, tümellerin bir varoluşu da olamaz. “Şeylerin özü”nden söz edilemez. Tanımlarımız, kavramlarımız bir şeyleri işaret etmekten çok, bizim şeylere verdiğimiz adlar, birer dilsel ürün olarak, terimler olmaktan öteye geçemezler. Bu durumda ne “şeylerin özü”nden ne de “şeylerin tümelliği”nden söz edilebilir. Nominalistlere göre her şey tekillik arz eder; başka bir ifadeyle, “şey” olmak, tekil olmaktır. Kavramların tümelliği ve esasen tümellik denen şey, tekil nesneleri gruplar, kümeler halinde kavramamızı kolaylaştırsın diye, mantığa başvurarak bizim icat ettiğimiz bir zihinsel üründür. Bu durumda öz ve onda bulunduğu varsayılan tümellik, evrensellik sadece ve sadece bir mantıksal tasarım, bir konstrüksiyondur, bir kurgudur. Tümelin/evrenselin bir gerçek (reel) karşılığı, ona denk düşen bir varlık veya varoluş yoktur. Nominalistlere karşı, “Peki ama, kurgusal kalsa da, bir konstrüksiyondan ibaret olsa da tümellik, bizim mantıksal/zihinsel düşünme faaliyetimizde içerilmiştir, o düşüncemize içkindir, onsuz yapılamaz” diye bir itiraz yapılabilir. Böyle bir itiraza nominalistlerin verdiği yanıt, zaten onlara “nominalist” denmesini anlaşılır kılan bir yanıttır: “Evet, tümel, evrensel diye bir şey vardır; ama o sadece ve sadece, düşünmemizde mantıksal düşünme tarzımızda içerilmiş bir şey, bir tasarım olarak vardır, onun bir gerçekliği yoktur; o sadece nesne gruplarına, kümelerine ad (nomina) olsun diye uydurulmuştur.”
Bu kısa betimlemeler, özcülük ile nominalizm arasındaki karşıtlığı, en önemli yönüyle göstermeye