Öncelikli işlevler tarım, imalat ve taşımadır.
Onlarsız toplum hayatı imkânsızdır. Onlar dünyayı bir arada tutarlar.
Bir şeyler yetiştirmek, bir şeyler yapmak ve bir şeyler kazanmak, insani ihtiyaçlar kadar ilkel ve bir o kadar da her şey kadar moderndir. Onlar fiziksel yaşamın özüdür. Onlar durakladığında, toplum hayatı da duraklar. Mevcut sistem altındaki bu mevcut dünyada işler rayından çıkmaktadır ancak temel altyapılar sağlamsa bu konuda iyileşme umabiliriz. Temel altyapıların değiştirilebileceği ve toplumsal ilerlemede kaderin bir bölümünün gasbedilebileceği düşüncesi ise bir yanılgıdır. Toplumun altyapıları; bir şeyler yetiştirmek, bir şeyler yapmak ve bir şeyler taşımak için insanlar ve araçlardır. Tarım, imalat ve ulaşım ayakta kaldığı sürece, dünya herhangi bir ekonomik veya toplumsal değişime dayanabilir. İşimize hizmet ettikçe dünyaya hizmet etmiş oluruz.
Yapılacak çok iş vardır ve iş, çalışmaktan meydana gelir. Hâlihazırda üretilmiş olan şeyler üzerine spekülasyon yapmak iş değildir. Bu yalnızca az çok kabul edilebilir bir yolsuzluktur. Ama bu, mevcudiyetin dışında kanunlaştırılamaz. Kanunlar çok az şey yapabilir. Hukuk asla yapıcı bir şey yapmaz. Kanunlar bir polis memurunun verdiği etkiden başkasını sağlayamaz. Eyalet başkentlerimizden veya Washington’dan, tasarlanmamış kanun ile bir şeyleri yapmasını beklemek zaman kaybıdır. Yoksulluğu iyileştirmek veya özel imtiyazları kaldırmak için kanunlara baktığımız sürece, yoksulluğun yayıldığını ve özel imtiyazların arttığını göreceğiz. Washington’ı ve yasaların yapamayacağı şeyleri vadeden yasa koyucuları yeterince bekledik -bu konuda diğer ülkelerde olduğu kadar fazla olmasa da- ve bunlardan bıktık.
Bütün bir ülkeyi tıpkı bizim gibi, Washington’ı tozpembe bulutların ardına kurulmuş her şeye kadir ve hâkim bir çeşit cennet olduğunu düşünerek ele alırsanız, hiç de hayra alamet olmayan bağımlı bir ruhsal hâl ile yetiştirmiş olursunuz. Mededimiz Washington değil, kendimiziz. Ancak yardımımız, bir çeşit merkezî dağıtım noktası olarak herkesin iyiliği için çaba gösterdiğimiz ve bunların koordine edildiği yer olan Washington’a gidebilir. Biz devlete yardım edebiliriz; devlet bize yardım edemez.
“İşte daha az devlet, devlette daha çok iş!” sloganı, çoğunlukla iş veya devlet adına değil, halk adına çok iyi bir slogandır. İş, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulma nedeni değildir. Bağımsızlık Bildirisi, bir iş tüzüğü ya da Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın tasarısı değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nin, toprağı, halkı, devleti ve iş faaliyetleri sadece insanların yaşamını değerli kılan tertiplerdir. Devlet, hizmetkârdır ve asla hizmetkârdan başka bir şey olmamalıdır. Halk devlete yardımcı olduğu takdirde, intikam yasası işlemeye başlar. Çünkü böyle bir ilişki doğal değildir, ahlaka aykırı ve insanlık dışıdır. İş olmadan da devlet olmadan da yaşayamayız. İş ve devlet, su ve tahıl gibi halka hizmet etmelidir, efendi olurlarsa doğal düzeni altüst ederler.
Ülkenin refahının bireyler olarak doğrudan bize bağlı olması elzemdir ve en güvenli olandır. Devletler bir şeyi karşılıksız vadedebilirler ama bunlar boş vaatlerdir, yerine getirilmez. Tıpkı Avrupa’da ve dünyanın her yerindeki bankacıların yaptığı gibi paranın dengesi ile oynanmasından fayda aldıkları sürece, para birimleriyle ipe sapa gelmez nedenlerle oynayabilirler. Her insan yüreğinin derinliklerinde bunun farkındadır ki üretimin devam etmesinin, mahsullerin teslim edilmesinin tek yolu çalışmak ve daha fazla çalışmaktır.
Bizim gibi zeki insanların ekonomik hayatın temel süreçlerini mahvetme ihtimali çok düşüktür. Çoğu insan karşılıksız bir şey alamayacağını bilir. Çoğu insan, bilmese de paranın zenginlik demek olmadığını hisseder. Herkese her şeyi vadeden ve kimseden hiçbir şey talep etmeyen sıradan teoriler, normal bir insanın içgüdüleri tarafından, onlara karşı nedenler bulamasa bile derhâl reddedilir. O kişi onların yanlış olduklarını bilir. Bu yeterlidir. Her zaman beceriksiz, çoğu zaman aptal ve birçok yönden kusurlu olan mevcut düzen, diğerlerine göre işe yarayan bu avantaja sahiptir. Şüphesiz ki bizim düzenimiz aşama aşama bir başkasıyla birleşecektir. Yeni düzen, ne olduğundan ziyade insanların ona kattıkları ile işleyecektir. Bolşevizm’in işlememesinin ve işleyememesinin sebebi ekonomik değildir. Endüstrinin özel olarak yönetilip yönetilmediği veya sosyal olarak kontrol edilip edilmediği mesele değildir; işçilerin payını “maaş” veya “kâr payı” olarak adlandırmamız mesele değildir. İnsanları yiyecek, giyecek ve barınma konusunda disipline etmek veya onların istedikleri gibi yemelerine, giyinmelerine ve yaşamalarına olanak sağlamak da mesele değildir. Bunlar sadece ayrıntılardır. Bolşevik liderlerin yetersizliği, bu tür ayrıntılardan yakınmalarından belli olmaktadır. Bolşevizm, hem doğal olmadığı için hem de ahlak dışı olduğu için başarısız olmuştur. Bizim sistemimiz ayakta duruyor. Yanlış mı? Elbette yanlış, hem de bin noktada yanlış! Peki beceriksiz mi? Tabii ki beceriksizdir. Tüm bu sebeplerden dolayı ekonomimizin yıkılması gerekir. Ama öyle olmadı. Neden mi? Belirli ekonomik ve ahlaki temellere sahip bir içgüdü olduğundan dolayı olmadı.
Ekonominin temeli iş gücüdür. İş gücü, yeryüzünün bereketli mevsimlerini insanlığa faydalı kılan insani bir unsurdur. Hasadı hasat yapan iş gücü yani insan emeğidir. İşte bu ekonominin aslı, temelidir. Her birimiz, yaratmadığımız ve yaratamadığımız ancak bize doğa tarafından bahşedilen malzemeler ile çalışıyoruz.
Ahlaki olarak esas olan, insanın kendi emeğinde olan hakkıdır. Bu, çeşitli şekillerde ifade edilmektedir. Bazen “mülkiyet hakkı” olarak adlandırılır. Bazen “Çalmayacaksın.” emrinin arkasında yerini alır. Hırsızlığı suç yapan, diğer bir kişinin kendi mülkü üzerindeki hakkıdır. Bir kişi ekmeğini kazandığında, o ekmek üzerinde hakkı doğar. Eğer başka biri bunu çalarsa bir ekmeği çalmaktan öte, kutsal olan insan hakkına saldırmış olur. Eğer üretemezsek sahip olma eylemine erişemeyiz. Ama bazıları, üretimin sadece kapitalistler için olduğunu düşünmektedir. Daha iyi üretim araçları sağladıkları için bu hâle gelen kapitalistler toplumun temelidir. Gerçekten onların kendilerine ait bir şeyleri yoktur. Yalnızca, başkalarının yararına mülkü yönetirler. Para ticareti ile bu hâle gelen kapitalistlerin, geçici olarak kötü olmaları gerekebilir. Paraları üretime gittiği takdirde hiç de kötü olmayabilirler. Üretici ile tüketici arasındaki engeller artarsa ve paralarının dağıtımı karmaşık bir hâl alırsa kötüdürler. Paralar yapılan işte daha iyi düzenlendiğinde kötülükleri ortadan kaybolacaktır. Sağlık, zenginlik ve mutluluğun kaçınılmaz olarak sadece ve sadece çalışma yoluyla güvence altına alınabileceği tam olarak anlaşıldığında, para işe daha uygun hâle gelecektir.
Çalışmak isteyen bir insanın çalışmayı başaramaması ve yaptığı işin tam karşılığını almaması için hiçbir neden yoktur. Aynı şekilde, çalışabildiği hâlde çalışmayan bir insanın da topluma yaptığı hizmetlerin tam karşılığını almaması için hiçbir neden yoktur. Ne ektiyse onu biçmelidir, dolayısı ile topluma yaptığı katkının aynısını toplumdan almasına kesinlikle müsaade edilmelidir. Hiçbir katkıda bulunmadıysa hiçbir şey almamalıdır. Aç kalma özgürlüğüne sahip olmalıdır. Her insanın hak ettiğinden daha fazlasına sahip olması gerektiği konusunda ısrarcı olursak hiçbir yere varamayız çünkü bazıları hak ettiğinden daha fazlasını almaktadır.
Genel olarak insanlığa tüm insanların eşit olması konusunda ısrar etmekten daha saçma ve daha zarar verici bir şey yoktur. Muhakkak ki herkes eşit değildir ve insanların eşit olması konusunda ısrar eden herhangi bir demokratik anlayış, ilerlemeyi engellemekten başka bir şey yapmaz. Hizmet konusunda herkes eşit olamaz. Toplum içinde, daha düşük beceriye sahip olan insanlar, daha yüksek beceriye sahip