İş adamları, “finansman sağlayarak” her şeyin yapabileceğine inanıyorlardı. Eğer iş ilk finansmanda başarılı olmadıysa, çözüm “yeniden finanse etmek” idi. “Yeniden finanse etme” süreci, sadece kötüden sonra iyi para gönderme oyunuydu. Çoğu durumda, yeniden finanse etme ihtiyacı kötü yönetimden kaynaklanır ve yeniden finansmanın etkisi basitçe, başarısız yöneticilere, kötü yönetimlerini biraz daha uzun süre devam ettirmeleri için fırsat vermektir.
Bu sadece kaçınılmaz sonu ertelemektir. Geçici çözüm yeniden finansman, spekülatif finansörlerin bir yöntemidir. Gerçek bir işin yapıldığı yere gitmedikçe ve her nedense paralarının gittiği bu yer kötü bir şekilde yönetilmedikçe paraları onlar için faydasızdır. Böylece, spekülatif finansörler, paralarını kullanmak için harcadıkları konusunda kendilerini kandırmış ve aslında paralarını çöpe atmış olurlar.
Finansın işten önce geldiği, bankacıların ya da finansçıların yer aldığı bir şirkete asla katılmayacağım konusunda kesinlikle kararlıydım. Dahası eğer halkın çıkarına yönetilebileceğini düşündüğüm türden bir işe başlamak mümkün olmasaydı, o zaman hiç adım atmazdım. Kendi kısa deneyimim ve çevremde olup bitenlerden gördüklerim, işin sadece para kazanma oyunu olarak fazla düşünmeye değmeyeceğinin ve herhangi bir şey başarmak isteyen bir kişinin bu oyun için kesinlikle uygun olmadığının yeterli kanıtıydı. Ayrıca, bu bana para kazanmanın bir yolu olarak görünmüyordu. Henüz yolun bu olduğunu kanıtlayamasam da gerçek işin tek temeli hizmettir.
Satış tamamlandığında, üreticinin müşterisiyle işi bitmez, aksine yeni başlıyordur. Bir otomobil söz konusu olduğunda, makinenin satışı yalnızca başlangıç için tanıtım niteliğinde bir şeydir. Makine iyi hizmet vermiyorsa satıcının bu başlangıç tanıtımını bile hiç yapmamış olması çok daha iyidir. Çünkü bu durum, reklamların en kötüsüne, memnuniyetsiz bir müşteriye sahip olunmasına neden olacaktır. Otomobilin çıktığı ilk zamanlarda, satış gerçekleştirmenin gerçek bir başarı olarak görülüp satıştan sonra alıcıyı önemsememe eğiliminden daha fazlası vardı. Bu yaklaşım, dar görüşlü, komisyoncu bir satıcı yaklaşımıdır. Bir satıcıya, komisyon usulü yalnızca sattığı şey ürün ödeme yapılırsa kendisinden daha fazla komisyon alınmayacak bir müşteri için büyük çaba göstermesi beklenemez. İşte biz, tam da bu noktada Ford için en büyük satış argümanını ortaya koyduk. Arabanın fiyatı ve kalitesi şüphesiz ki büyük pazar oluşturacaktır. Biz bunun da ötesine geçtik. Bizim arabalarımızdan birini satın alan bir kişi, o arabayı sürekli her yönüyle kullanma hakkına sahipti ve bu nedenle, herhangi bir türde bir arıza olursa makinesinin mümkün olan en kısa zamanda yeniden onarılmasını sağlamak bizim görevimizdi. Ford otomobilinin başarısında, hizmetin erken sağlanması olağanüstü bir unsurdu. O dönemin pahalı arabalarının sağladıkları servis istasyonları oldukça zayıftı. Satın alınan araba arızalandığında, üreticiye güvenme hakkınız olduğu hâlde, yerel tamirciye güvenmek zorundaydınız. Yerel tamirci, arabaların çoğunda parçalar birbirinin yerine geçemese de elinde iyi bir parça stoku bulunduran tedbirli bir kişiyse şanslıydınız. Ama eğer tamirci, yeterli otomobil bilgisine sahip ama beceriksiz bir kişiyse ve tamir için gelen her arabadan iyi bir şey yapmak için aşırı bir arzuya sahipse, o zaman hafif bir arıza bile haftalar süren bekleme süresi ve arabanın tesliminden önce kabarık bir tamir faturasının gelmesine sebep olabilirdi. Tamirciler bir süre otomobil endüstrisi için en büyük tehditti. 1910 ve 1911 gibi yakın bir tarihte bile bir otomobil sahibi, parası elinden alınması gereken zengin bir adam olarak görülüyordu. Bu durumu en baştan ve net olarak tanımıştık ve tabii ki yayılımımızın aptal, açgözlü adamlar tarafından sekteye uğramasına izin vermeyecektik.
Bu, hikâyenin birkaç yıl ilerisine gitmekte, hizmeti bitiren finans tarafından kontrol edilmektedir çünkü doğrudan dolarla ilişkilidir.
Eğer ilk düşünce belli bir miktar para kazanmaksa ve şans yaver gitmezse faaliyeti yürüten kişinin şans elde edebilmesi için geleceğin işi, bugün para kaybetmemek amacıyla feda edilmelidir.
Ayrıca iş dünyasındaki birçok kişi, hayatlarının ve bahtlarının zor olduğunu düşünme eğilimine sahipti. Emekli olabilecekleri ve bir gelirle yaşayabilecek imkânlara sahip olma karşılığında çalışmışlar, rekabetten uzak bir hayat sürmüşlerdi. Hayat onlar için bir an önce bitirilmesi gereken bir savaştı. Anlayamadığım bir başka nokta da buydu. Çünkü benim mantığıma göre hayat, “olduğun yerde kalma” eğilimine bir başkaldırı dışında, bir savaş değildir. Eğer olduğun yerde kalmak başarıysa, insanın yapması gereken tek şey zihnin tembel tarafına ayak uydurmaktır. Fakat gelişmek başarıysa o zaman her sabah yeniden uyanmak ve bütün gün uyanık kalmak gerekir. Birileri, yönetimin her zaman aynı gideceğini düşündüğü için büyük işletmelerin isimlerinin hayalet hâline geldiğini gördüm. Bir işletmeyi mükemmel yapan, gözü kapalı bir şekilde geçmişi takip etmek değil mevcut zamandaki gelişmeler için her zaman tetikte olma hâlidir. Hayat, benim gördüğüm kadarıyla bir mekân değil, bir yolculuktur. Kendini en çok “durmuş oturmuş” hisseden bir insan bile muhtemelen öyle değildir, sadece geriye doğru sarkmaktadır. Her şey bir akış hâlinde devam eder ve öyle olması gereklidir çünkü hayat sürekli bir akış hâli içindedir. Numaraları bile aynı olan bir sokakta yaşıyor olabiliriz ama orada yaşayanlar asla aynı kişiler değildir.
Ve hayatın yanlış bir hamleyle kaybedilebilecek bir savaş olduğu yanılsamasından uyanıp nizam için büyük bir aşk fark ettim. İnsanlar yaşam alışkanlıklarının içinde kaybolurlar. Ayakkabı tamircisinin yeni moda ayakkabı tabanlama yöntemini benimsemesi nadiren görülür ve zanaatkâr da işinde nadiren yeni yöntemlere girişmek ister. Alışkanlıklar belli bir atalete yol açar. Alışılagelmişin bozulması ise zihni bir bela gibi etkiler. İşçilere daha az emek ve daha az yorularak üretim yapmayı öğretebilmek için atölye yöntemleri üzerine bir çalışma yapıldığında, buna en çok işçilerin kendileri karşı çıkmıştır. Bunun sadece onlardan daha fazlasını elde etmek için bir oyun olduğundan şüphelenseler de onları en çok rahatsız eden şey, bunlarla yaşamaya alışmış oldukları sabit alışkanlıklarına müdahale edilmesiydi. İş adamları, eski olanı çok fazla benimsedikleri için işlerini batırırlar ve kendilerini bir türlü değiştiremezler. Dünün geçmiş olduğunu bilmezler ve bu sabah geçen yılın fikirleriyle uyanan adamlar olarak görünürler. Bir insan sonunda yöntemini bulduğunu düşünmeye başladığında, beyninin bir bölümünün uyuyup uyumadığını görmek için kendisini bir incelemeye tabi tutması bir formül olarak yazılabilir. Yaşamın “sabit” olduğunu düşünen bir insan için ince bir tehlike vardır. İlerleme çarkının bir sonraki hamlesi onu fırlatıp atacaktır.
Ayrıca aptal olarak görülme korkusu da vardır. Pek çok insan aptal olarak görülmekten korkar. Kamuoyunun, ihtiyaç duyanlar üzerinde güçlü bir polis etkisi olduğunu kabul ediyorum. Belki de insanların çoğunluğunun kamuoyu tarafından kısıtlanmaya ihtiyaç duyduğu doğrudur. Kamuoyu bir kişiyi, ahlaki açıdan olmasa da o kişinin sosyal cazibesi açısından daha iyi bir duruma getirebilir. Doğruluk uğruna aptal olmak kötü bir şey değildir. İşin en iyi yanı, bu tür aptalların aptal olmadıklarını kanıtlamak için genelde uzun yaşamaları veya yapmış oldukları iş üzerinden aptal olmadıklarını kanıtlamak için uzun yaşamalarıdır. Paranın etkisi yani bir “yatırım”dan kâr elde etme baskısı ve bunun sonucu olarak işin ve dolayısıyla hizmetin ihmal edilmesi veya üstünkörü yapılması bana kendini birçok