Rapunzel daha önce hiçbir erkekle karşılaşmadığından yukarı tırmananın bir erkek olduğunu görünce çok korkmuş ancak prens onunla nazikçe konuşmaya başlamış ve ona, söylediği şarkının kalbine nasıl işlediğini, bu şarkıyı söyleyen kişiyi kendi gözleriyle görene kadar huzur bulamayacağı için geldiğini anlatmış. Rapunzel’in korkusu geçmiş. Prens, Rapunzel’e kendisiyle evlenmesini teklif ettiğinde Rapunzel onun ne kadar genç ve yakışıklı olduğunu görerek: “Kesinlikle onu yaşlı annem Gothel’dan daha fazla severim.” diye düşünerek prensin elini tutmuş. “Seninle gelmeyi yürekten isterim ancak buradan nasıl çıkacağımı bilmiyorum. Buraya her gelişinde ipekten bir ip getir ki o iplerden merdiven yapayım. Merdiven tamamlandığında onu sarkıtıp kuleden inebilirim. Sen de beni atına bindirir, buradan götürürsün.” demiş.
Yaşlı cadı kuleye gündüzleri geldiği için, prensin akşamları gelmesini kararlaştırmışlar. Rapunzel, yanlışlıkla bir gün: “Gothel anne, prens hızla yanıma çıkabiliyorken sen neden bu kadar yavaş tırmanıyorsun?” deyinceye kadar cadının olan bitenden hiç haberi olmamış.
Cadı sinirlenerek: “Neler diyorsun sen? Seni hain çocuk! Ben seni herkesten saklıyordum, sen bana ihanet ettin!” diye bağırmış.
Cadı, gözünü öfke bürümüş bir şekilde Rapunzel’i tutup büyükçe bir makasla o güzel saçlarını -kıt kıt- kesmeye başlamış. Cadı o kadar taş kalpliymiş ki Rapunzel’i büyük bir mutsuzluk duyacağı ve ızdırap çekeceği bu ıssız yerde bir başına bırakarak onu terk etmiş.
Cadı, aynı günün akşamı kuleye geri dönmüş ve saçları bir makaraya kopçalamış. Bu sırada prens kuleye gelmiş ve aşağıdan: “Rapunzel, Rapunzel! Saçlarını aşağıya sarkıt.” diye bağırmış.
Saçlar aşağıya salındıktan sonra prens tırmanmaya başlamış fakat karşısında çok sevdiği Rapunzel yerine parlayan, nefret dolu gözlerle kendisine bakmakta olan cadıyı bulmuş.
Cadı: “Aha!” diye bağırmış. Alaycı bir şekilde: “Buraya sevgilin için geldin ancak kuş artık kafesinde durmuyor ve şarkı söylemiyor; kedi, o kuşu kaptığı gibi aynı şekilde senin de gözlerini oyacak! Rapunzel senin için artık yok, bundan sonra onu hiçbir zaman göremeyeceksin.” demiş.
Prens üzüntüyle kendinden geçerek acı içinde kuleden atlamış. Cadıdan kurtulmuş fakat üzerine düştüğü dikenler gözlerini kör etmiş. Öylece, kör bir şekilde ormanda dolanıp durmaya başlamış. Dutlar ve bitki kökleri dışında hiçbir şey yemiyor, sevgilisini kaybettiği için ağlamak ve ağıt yakmak dışında hiçbir şey yapmıyormuş.
Prens, ta ki bir gün Rapunzel’in biri kız diğeri erkek olan ikiz çocukları ile yaşadığı ıssız yere gelinceye kadar birkaç yıl böyle sefil hâlde yaşamış. Önce tanıdık bir ses duyduğunu sanmış, sonra sese doğru yaklaşmış. Sevgilisini tanıyan Rapunzel, onu görünce boynuna sarılıp ağlamaya başlamış. Rapunzel’in gözyaşları prensin gözlerine değer değmez gözleri tekrar açılmış ve eskisi kadar iyi görmeye başlamış.
Sonra Rapunzel’i ve çocuklarını sarayına götürmüş; orada sonsuza dek birlikte, mutlu olarak yaşamışlar.
Ak Sakallı
Bir zamanlar, kızı olan bir kral varmış. Kral camdan bir dağ inşa ettirmiş ve kim bu dağı kayıp düşmeden aşarsa kızıyla evlenebileceğini ilan etmiş. Gönlünü kıza kaptırmış bir delikanlı, kraldan kızını istetmiş. Kral da: “Şu dağı düşmeden aşabilirse kızımla evlenebilir.” diye haber yollamış.
Bunun üzerine kız, delikanlıyla beraber yürümek istediğini ve düşecek olursa ona yardım edeceğini söylemiş. Gerçekten de oğlanla birlikte yürümüş ama yolun yarısına geldiklerinde ayağı kaymış. Aynı anda buz dağı açılmış ve kız içine düşüvermiş. Buz dağı hemen kapandığı için damat, onun nerede olduğunu görememiş. Oğlan o kadar çok ağlayıp sızlanmış ki! Kral da çok üzülmüş ve dağı kırdırtarak kızını çıkartabileceğini ummuş ama içine düştüğü yeri bir türlü bulamamışlar.
Bu arada kralın kızı, çok derin bir uçurumdan düşerek koskoca bir mağaraya gelmiş. Orada karşısına çok uzun, ak sakallı, yaşlı bir adam çıkmış. Kıza, hayatta kalmak isterse kendi karısı olup emredeceği her şeyi yapması gerektiğini söylemiş. Aksi takdirde onu öldürecekmiş. Kız, kendine söylenenleri yapmış.
O sabah adam, cebinden merdivenini çıkararak dağa yaslamış ve tırmanarak dağdan dışarı çıkmış. Sonra merdiveni yukarı, yani kendine çekmiş. Adamın yemeğini pişirmek, yatağını yapmak ve evi toplamak gibi işler de kıza düşmüş. Adam eve döndüğünde her defasında bir yığın altın ve gümüş getiriyormuş.
Yıllarca onun yanında yaşayan kız, zamanla çok yaşlanmış. Adam ona, “Kart Hanım” diye sesleniyormuş. O da adama, “Ak Sakallı” adını takmış. Adam bir seferinde dağdan çıktığında kadın, onun yatağını yapıp bulaşığını yıkamış. Sonra tüm kapı ve pencereleri sımsıkı kapamış, sadece içeriye ışığın sızdığı sürgülü bir pencereyi açık bırakmış.
Ak Sakallı geri döndüğünde kapıya vurarak: “Hanım, bana kapıyı aç!” diye seslenmiş. “Hayır, sana kapıyı açmam Ak Sakallı.” demiş kadın. O zaman adam şöyle seslenmiş:
Ak Sakallı eve döndü,
Ama yorgunluktan öldü.
Bulaşıkları yıka Kart Hanım,
Zaten ağrıyor her yanım.
Kadın: “Bulaşıkları çoktan yıkadım.” demiş. Adam:
Ak Sakallı eve döndü,
Ama yorgunluktan öldü.
Yatağımı yap Kart Hanım,
Zaten ağrıyor her yanım, diye yakınmış.
“Yatağını yaptım bile.” demiş kadın. Adam diretmiş:
Ak Sakallı eve döndü,
Ama yorgunluktan öldü.
Aç kapıyı be Kart Hanım,
Zaten ağrıyor her yanım.
Adam, evin etrafında dolaşmış. Derken açık bir delik görmüş ve kendi kendine: “Bakalım şu kadın içeride ne yapıyor, neden kapıyı açmak istemiyor?” diye söylenmiş. O, delikten içeri bakmak istediyse de uzun sakalı buna izin vermemiş. Bunun üzerine önce sakalını delikten aşağı sarkıtmış. O anda Kart Hanım çıkagelmiş ve deliği bir bantla öyle kapamış ki adamın sakalı içeride kalmış. Adam, canı yandığı için sızlanarak bağırmaya başlamış. Kendisini serbest bırakması için kadına yalvarmış.
Kadın, dağa çıkacağı merdiveni vermedikçe ona yardım etmeyeceğini söylemiş. Adam ister istemez merdivenin bulunduğu yeri söylemek zorunda kalmış. Bunun üzerine kadın, merdiveni çok uzun bir bez parçasıyla sürgülü pencereye sıkıştırmış. Sonra dağa yaslayarak tırmanmış ve yukarıya vardığında merdiveni de yukarı çekmiş. Hemen babasının yanına giderek başına gelenleri anlatmış.
Babası, kızını