“Ben zengin bir kontun kızıyım. Ailem ben daha çok küçükken öldü ve ölmeden önce beni, abime emanet ettiler. Abimle birbirimizi çok seviyor ve birbirimize her bakımdan çok benziyorduk, bu yüzden kimseyle evlenmeden hayatlarımızın sonuna kadar beraber yaşamaya karar verdik. Evimiz hiç boş kalmazdı. Öylesine misafirperverdik ki dostlarımız ve komşularımız sık sık ziyaretimize gelirdi. Bir akşam şatomuza bir yabancı geldi ve gideceği yere henüz varamadığını söyleyerek gece bizim yanımızda konaklamak için izin istedi. Onu memnuniyetle buyur ettik. O da akşam yemeği boyunca anlattığı çeşit çeşit hikâyelerle bizi çok eğlendirdi. Abim bu yabancıyı öyle çok sevdi ki birkaç gün daha bizimle kalması için ısrar etti. O da biraz tereddüt ettikten sonra razı geldi. Geç saatlere kadar masadan kalkmadık. Misafirimize bir oda verdik. Ben de çok yorgun olduğumdan bir an önce yumuşak yatağıma uzanmak için sabırsızlanıyordum.
Hoş bir müzik sesi beni uyandırıncaya kadar azıcık uyumuş olmalıyım. Müziğin nereden geldiğini anlayamadığım için yan odada uyuyan hizmetçime seslenmek istedim ancak ne var ki o an bilinmeyen bir güç tarafından sesimin benden alındığını fark ettim. Göğsüme tonlarca ağırlık oturmuş gibi hissettim, en küçük bir ses bile çıkartamıyordum. O sırada gece lambamın ışığıyla aydınlanan odamın sıkıca sürgülü kapılarından, yabancının odama girdiğini gördüm. Yanıma geldi ve bana, beni uyandırmak için kendisine bahşedilmiş olan özel güçlerini kullanarak o güzel müziği çaldığını; bütün bunları bana olan sevgisini göstermek için yaptığını anlattı. Onun bu sihirli güçlerinden öylesine rahatsız oldum ki ona hiçbir karşılık veremedim. Bir süre benden olumlu bir cevap duyabilme düşüncesiyle sessizce durdu ancak ben sessiz kalmaya devam edince bunun intikamını alacağını ve beni cezalandıracağını söyleyerek odadan çıktı. Geceyi endişe içinde geçirip ancak sabaha doğru uyuyabildim. Uyandıktan sonra hemen abimin yanına koştum ancak onu odasında bulamadım. Hizmetçiler bana onun daha gün ağarmadan yabancıyla birlikte çıkıp gittiğini söylediler. Hemen aklıma kötü şeyler geldi. Hızlıca giyinip atımın eyerlenmesini emrettim. Hizmetçilerimden birini de yanıma alarak dörtnala ormana doğru gittim. Hizmetçim yolda atıyla beraber düştü ve atının ayağı kırıldığı için beni takip edemedi. Hiç durmadan yoluma devam ettim. Birkaç dakika sonra yabancının, boynunda tasma olan güzel bir geyikle birlikte bana doğru yaklaşmakta olduğunu gördüm. Ona abimi nerede bıraktığını ve kocaman gözlerinden yaşlar akan bu geyikle ne yapmaya çalıştığını sordum. Bana cevap vereceğine kahkahalarla gülmeye başladı. Sinirden deliye dönerek tabancamı çıkartıp o korkunç canavara doğru ateşledim. Ancak kurşun onun göğsünden sekip atımın kafasına isabet etti. Yere düştüm ve yabancı beni bilinçsiz bırakan bazı sözcükler mırıldandı.
Tekrar gözlerimi açtığımda kendimi bu yer altı mağarasındaki cam tabutun içinde buldum. Sihirbaz tekrar geldi; abimi bir geyiğe çevirdiğini, yaşadığım şatoyu ve tüm içindekileri küçültüp diğer cam sandığın içine sığdırdığını, bütün halkımı ve arkadaşlarımı da dumana dönüştürüp cam şişelere hapsettiğini söyledi. Sonra da eğer onun isteğini yerine getirirsem her şeyi tekrar eski hâline getirmesinin hiç de zor olmadığını, tek yapması gerekenin şişeleri açmak olduğunu söyledi. İlk seferinde olduğu gibi fazla bir şey söylemedim. O da ortadan kayboldu ve beni burada derin bir uykuya hapsetti. Rüyalarımdan birinde, genç bir adamın gelip beni kurtaracağını görmüştüm ve bugün gözlerimi açtığımda karşımda seni gördüm. Rüyalarım gerçek oldu. O rüyada gördüğüm diğer şeyleri de gerçekleştirmeme yardım et. İlk olarak içine şatomun hapsedildiği diğer cam sandığı, şu büyük taşın üstüne koymalıyız.” demiş.
Bunu yaptıkları anda taş, üzerinde genç kız ve genç adamla birlikte tavandaki boşluktan yükselerek sonunda yeryüzüne çıkmış. Burada genç kız kapağı açmış; sandığın içindeki şato, evler ve çiftlikler inanılmaz bir hızla büyüyüp eski boyutlarına geri dönmüşler. Ardından genç kız ile terzi, yer altındaki mağaraya geri dönmüşler ve içi dumanla dolu cam şişeleri yüklenip yukarı çıkartmışlar. Kız, şişeleri açar açmaz içinden mavi bir duman çıkıp kendi halkına ve arkadaşlarına dönüşmüş. Boğa kılığındaki büyücüyü dövüşerek öldüren abisinin, insan hâline dönüp ormandan kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce sevinci kat kat artmış. Aynı gün, genç kız söz verdiği gibi şanslı terziyle evlenmiş.
Rapunzel
Bir zamanlar, tek dilekleri bir çocuk sahibi olmak olan bir karı koca varmış. Sonunda muratlarına ermişler, heyecanla minik bebeklerinin doğacağı günü bekliyorlarmış. Evlerinin arka penceresi, içinde birbirinden güzel sebze ve meyveler olan güzel bir bahçeye bakıyormuş. Bu güzel bahçe oldukça yüksek bir duvarla çevriliymiş ve kimse bu duvarın ötesine geçmeye cesaret edemezmiş çünkü duvarın ardında herkesin çok korktuğu, kötü kalpli bir cadı yaşarmış. Bir gün kadın, pencerede durup o bahçeye bakarken içi güzel evliya otlarıyla dolu bir saksı görmüş. Otlar öylesine taze ve yeşil görünüyormuş ki çok canı çekmiş ve birkaç gün boyunca şiddetli bir şekilde bu otlardan yemek isteğiyle dolup taşmış. Bu evliya otlarından birazcık bile yemesinin imkânsız olduğunu düşündükçe hasta düşmüş, sararıp solmuş.
Kocası, onun bu hâlinden endişelenerek: “Sevgili karıcığım, neyin var?” diye sormuş. Kadın: “Ah kocacığım, evimizin arkasındaki bahçede yetişen o güzel evliya otlarından yiyemezsem öleceğim.” demiş. Karısını çok seven adam: “Karımı kaybedeceğime gidip şu evliya otlarından biraz alabilirim. Bundan ne çıkar ki?” diye düşünmüş.
Alaca karanlık çöktüğünde adam gizlice duvara tırmanıp cadının bahçesine girmiş, bir tutam evliya otu kopartıp karısına götürmüş. Kadın hemen ottan bir salata yapmış ve iştahla yemiş. Ama ot öyle lezzetliymiş ki ertesi gün canı daha da fazla çekmiş. Kadının rahatlaması için adamın tekrar o duvarın diğer tarafına geçmesi gerekiyormuş. Gece yarısı adam tekrar bahçeye gitmiş, tam otları alıp duvara geri tırmanacakmış ki birdenbire önünde dikilen cadıyı görüp korkudan bembeyaz olmuş. Cadı, ona: “Ne cesaretle bir hırsız gibi gizlice benim bahçeme girip otlarımı çalarsın? Bu yaptığını çok kötü ödeyeceksin!” diye bağırmış.
Adam: “Lütfen biraz merhametli olun. Zorunda kalmasam yapmazdım. Karım pencereden bakarken sizin bahçenizdeki evliya otlarını görmüş ve öyle çok canı çekmiş ki! Birazcık yiyemeseydi ölecekti.” diye açıklamış.
Bunun üzerine cadı: “Eğer gerçekten dediğin gibiyse istediğin kadar evliya otu alabilirsin ama tek bir şartla. Dünyaya gelecek olan çocuğunuzu bana vereceksiniz. Ona, bir anne gibi bakacağım.” demiş.
Adam, o anki korkusuyla cadının istediği her şeye söz vermiş ancak çocukları doğduğunda cadı gerçekten gelerek evliya otu anlamına gelen Rapunzel ismini verdiği bebeği alıp götürmüş.
Rapunzel, dünyanın en güzel çocuğuymuş. On iki yaşına geldiğinde cadı onu ne merdivenleri ne de kapısı olan, ormanın ortasında bulunan bir kuleye kapatmış. Kulenin üst kısmında sadece küçük bir pencere varmış ve cadı kuleye çıkmak istediğinde kulenin altında durur: “Rapunzel, Rapunzel! Saçlarını aşağı sarkıt!” diye seslenirmiş.
Rapunzel’in altın gibi ışıl ışıl parlayan, güzel, uzun saçları varmış. Cadının sesini duyduğunda pencerenin kilidini açar, saçlarının bağını çözer, cadı tutunarak tırmanabilsin diye yirmi metre aşağıya sarkıtırmış.
Böyle birkaç yıl geçtikten