Bir anlık sersemlikle bir deprem göçüğünün altında kalabilirmiş gibi hissetti. Birden farkına vardı, artık özgürdü ve yerde öylece uzanıyordu. Yanında da canavarın kocaman cansız bedeni yatıyordu; kırmızı gözleri tavana çevrilmiş, göğsünde hançerin sapı. Müthiş hamle tam yerini bulmuştu.
Conan, uzun bir mücadeleden çıkmış gibi nefes nefeseydi, bütün vücudu titriyordu. Bazı eklemleri çıkmış gibi hissediyordu. Yaratığın pençelediği yerlerden kan damlıyordu; kasları ciddi anlamda darbe almış ve yaralanmıştı. Eğer canavar bir saniye daha uzun yaşamış olsaydı muhtemelen Conan’ı paramparça ederdi. Ancak Kimmeryalının olağanüstü kuvveti yerindeydi, bir anlık hamle onu kurtarmıştı. Conan’ın yerinde ufak tefek herhangi bir adam olsaydı devin yıkılan bedeni altında can verirdi.
ALTINCI BÖLÜM
BIÇAK DARBESİ
Conan eğilip canavarın göğsündeki bıçağı çıkardı. Sonra hızlı adımlarla merdivenden yukarı çıktı. Karanlığın içinde başka ne yaratıklar var tahmin bile edemiyordu ama öğrenmek de istemiyordu. Bu ani ve hızlı çarpışma, güçlü Kimmeryalı için bile fazla yorucuydu. Ay ışığı yansımaları aşağıda kaldıkça ortalık daha da kararıyordu, merdivenleri endişeli adımlarla çıktı. Kapıya ulaştığında rahatladı ve derin bir oh çekti, hemen anahtarı kilide soktu. Kapıyı yavaşça açtı, her an bir düşman veya yaratık saldırısına uğrayacağını düşünerek tedirginlikle dışarıyı kolaçan etti.
Önünde yine loş ışıkla aydınlatılmış taş bir koridor vardı ve kapının önünde yine o ince uzun silüet… “Efendim!” Cılız, titrek bir sesti. Biraz korku biraz da rahatlama hissiyle bağırmıştı. Kadın, Conan’ın yanına gitti, sonra utandı ve duraksadı.
“Kanıyorsunuz!” dedi kadın. “Yaralanmışsınız!”
“Bir bebeğin bile canını yakmayacak çizikler sadece. Senin verdiğin silah işe yaradı. Eğer o olmasaydı Taraküs’ün maymunu şu an benim kemiklerimdeki ilikten kendine ziyafet çekiyor olurdu. Şimdi ne yapacağız?”
“Beni takip et.” diye fısıldadı kadın. “Şehrin çıkışına kadar götüreceğim seni. Orada gizlice götürdüğüm bir atım var.”
Önden yürüyerek koridorda ilerlemeye başladı kadın ancak Conan koca elleriyle kadının nazik omuzuna elledi ve “Yanımdan yürü.” diye yönlendirdi onu yavaşça; güçlü koluyla kadının nazik belini kavradı. “Şimdiye kadar bana dürüst oldun bu doğru, ben de sana inanmak zorundaydım. Ancak ben bu zamana kadar kadın ya da erkek hiç kimseye güvenmediğim için hayatta kalabildim. Yani, eğer bana bir yanlış yapacak olursan tadını çıkaracak kadar yaşayamazsın bile.”
Kadın ne kanlı hançerden ne de kaslı vücudun kendi nazik bedenini sarsmasından ürktü.
“Eğer sana bir yanlışım olursa acımasızca öldür beni.” diye yanıtladı. “Senin kollarını vücudumda hissetmek, tehditkâr bir amaçla olsa bile bir rüyanın gerçekleşmesi benim için.”
Dar koridorun sonunda bir kapı vardı, kadın kapıyı açtı. Dışarıda bir başka siyahi gardiyan yerde yatıyordu. İpek, siyah bir çarşaf giyinmiş iri yarı bir adamdı ve yanında da yere düşmüş sancağı ve kılıcı vardı. Hareket etmiyordu.
“İçkisine ilaç koydum.” diye fısıldadı ve adamın vücudunun etrafından dolaşarak geçti. “Bu, mağaranın en dışındaki son gardiyandı. Daha önce buradan kimse kaçamadı, kaçmayı denemedi bile. O yüzden sadece bu siyahi gardiyanlar bekçilik ediyor. O kadar köle içinden sadece bunlar Xaltotun’un getirdiği tutsağın Kral Conan olduğunu biliyorlardı. Diğer bütün kızlar uyuduğunda avluya bakan bir camdan bütün gece uykusuz kalarak olan biteni izlerdim. Batıda bir savaş olduğunu biliyordum ve senin için çok endişeleniyordum.”
“Bir gece karanlıkta kara gardiyanların yukarıyla birini taşıdığını gördüm ve meşalenin ışığından sen olduğunu anladım. Sonra sarayın bu tarafına geçtim ve seni mağaraların olduğu tarafa taşıdıklarını gördüm. Gece yarısından önce buraya gelme cesaretini gösteremedim. Xaltotun’un odasında bütün gece uyuşmuş bir şekilde yatmış olmalısın.”
“Ah, neyse, biz dikkatli olalım! Sarayda bu gece garip şeyler oluyor. Köleleri Xaltotun’un sık sık olduğu gibi siyah lotus uykusunda olduğunu söylediler ama şu an Taraküs de sarayda. Yolculuktan toza toprağa karışmış bir örtüye sarınmış vaziyette gizlice arka kapıdan girdi, yanında da yalnızca sinsi yaveri Arideus vardı. Nedenini anlayamıyorum ama korkuyorum.”
Dar, sarmal bir merdivene geldiler ve merdivenden çıktılar. Kızın kenara ittirdiği dar bir panelden geçtiler. Onlar geçtikten sonra kız paneli tekrar yerine kaydırdı ve panel, işlemeli duvarın bir parçası oldu. Şimdi daha ferah bir koridordalardı; halılar ve duvarlarda asılı kilimler vardı, tavandan sarkan avizeler altın rengi ışık saçıyordu.
Conan, dikkatlice kulak verdi ama sarayda hiç ses yoktu. Sarayın neresinde olduklarını ya da Xaltotun’un odasına nasıl gideceğini bilmiyordu. Kız, Conan’la koridorda ilerlerken tir tir titriyordu, nişin arasına asılmış ipek bir kilimin yanında duraksadılar. Kilimi kenara çekerek Conan’a nişin arasına geçmesini söyledi ve fısıldayarak: “Burada bekle! Şuradaki kapının arkasında gece ya da gündüz fark etmeden köleler ya da harem ağaları bekliyor olabilir. Ben önden gidip uygun mu değil mi diye kontrol edeyim.” dedi. Conan hemen yine şüpheci tavrını takındı. “Beni bir tuzağın içine mi sürüklüyorsun?”
Kız gözyaşları içinde dizlerinin üzerine yığıldı, kralın koca elini sımsıkı kavradı ve “Ah efendim! Ne olur bana güvenin artık!” dedi. Kızın sesi âciz bir tedirginlikle titriyordu. “Eğer şu an benden şüphelenirseniz kaybederiz! Neden size ihanet etmek için sizi mağaranın dışına kadar çıkarayım?”
“Peki, öyle olsun.” diye mırıldandı Conan. “Sana güveniyorum ama yine de lanet olsun ki bunca yıllık alışkanlığımı bir kenara atamıyorum. Taraküs’ün bütün askerlerini üzerime salsan da sana zarar vermem artık. Sen olmasaydın o korkunç yaratık beni zincirlere bağlı ve silahsızken bulacaktı. İstediğini yap kızım.”
Kız ellerinden öptü, kıvrakça ayağa kalktı. Koridorun sonuna doğru çift kanatlı ağır kapıdan geçmek üzere yürüdü.
Conan arkasından bakarken ona güvendiği için aptal olup olmadığını sorguluyordu, daha sonra omuzlarını silkti ve halıdaki kilimleri önüne doğru çekerken kendisini gizledi. Tutkulu genç bir kadının Conan için hayatını tehlikeye atması garip bir şey değildi, böyle şeyler daha önce de başına gelmişti. Pek çok kadın ona gezgin zamanında, krallık zamanında da hayranlık duymuştu.
Ancak hiçbir şey yapmadan orada öylece bekleyemedi. İçgüdülerini dinleyerek nişi incelemeye, başka bir çıkış olup olmadığına bakmaya başladı ve bir tane buldu. Yine kilimli duvarlardan oluşan dar, loş bir koridordu; ucundaki kapıdan hafif bir ışık yansıyordu. Kapıyı incelerken diğer tarafta başka bir kapının açılıp kapanma sesini duydu, ardından da birtakım konuşma sesleri geldi. Seslerden bir tanesi Conan’a çok tanıdık gelmişti ve bunu fark ettiğinde yüzünde sinsi bir ifade oluştu. Hiç tereddüt etmeden koridora doğru bulduğu çıkıştan süzüldü ve kapının yanına avını bekleyen sinsi bir hayvan gibi çöktü. Kapı kilitli değildi, hızlı ve dikkatli bir hamleyle kapıyı açtı; sonucunda başına neler gelebileceği umurunda bile değildi.
Duvardaki