“Sammyciğim.” dedi babası.
“Vay, yıllanmış viski!” diye yanıtladı oğlu, kalemini yere koyarak. “Analığımla ilgili son havadisler ne?”
“Mrs. Weller çok iyi bir gece geçirdi ama bu sabah olağan dışı derecede ters ve keyifsiz. Tony Weller Bey tarafından doğruluğu yeminle kanıtlanmıştır, Sammy.” diye yanıtladı Mr. Weller, şalını çıkarırken.
“İyileşme yok mu?” diye sordu Sam.
“İyileşmek ne demek, bütün belirtiler kötüleşti.” diye yanıtladı Mr. Weller başını iki yana sallayarak.
“Ama sen ne işle uğraşıyorsun bakiim? Zorluklar içinde eğitim mi almaya çalışıyorsun, Sammy?”
“Şimdi bitirmiştim.” dedi Sam, azıcık utanarak. “Yazı yazıyordum.”
“Onu anladım.” diye yanıtladı Mr. Weller. “Genç bir hanıma değildir herhâlde değil mi, Sammy?”
“Öyle değil desem de bir faydası olmayacak zaten.” diye yanıtladı Sam. “Sevgililer Günü kartı yazdım.”
“Ne yazdın, ne yazdın!” diye bağırdı Mr. Weller, belli ki bu cümleden dolayı dehşete düşmüştü.
“Sevgililer Günü kartı.” diye yanıtladı Sam.
“Sammycik, Sammycik.” dedi Mr. Weller sitemkâr bir edayla. “Babanın ayıplarını gördükten sonra böyle bir işe kalkışacağını sanmazdım. Ben sana tam da bu konu hakkında onca dil dökmüşken, kendi gözünle gördükten, analığınla sen de vakit geçirdikten sonra hele. Ben de diyordum ki ‘Bu çocuk bu ahlak dersini hayatı boyunca unutamaz.’ Senin de bu işe kalkışacağını sanmazdım Sammy!” Bu düşünceler yaşlı adamcağıza ağır gelmişti. Sam’in bardağını kaldırıp hepsini içti.
“Şimdi n’oldu?” dedi Sam.
“Boş ver.” diye yanıtladı Mr. Weller: “Bu kadar yaşımı başımı almışken bir de bunca dertle uğraşmak epey zor olacak ama neyse ki ben de az çetin ceviz değilim, bu da bir teselli. Hani çiftçi hindisine seni Londra Pazarı için kesmem gerekir deyince, hindisi de öyle demiş ya, aynı o hesap.”
“Dert dediğin ne?” diye sordu Sam.
“Seni evlendirmek, Sammy. Senin kandırılmış bir kurban oluşunu görmek ve ne kadar masum olduğunu düşünmek. Ah, bunlar çok güç.” diye yanıtladı Mr. Weller. “Bunlar bir baba için sınav, ah Sammyciğim…”
“Daha neler.” dedi Sam. “Evlenecek hâlim yok, sen kafanı bunlara takma. Böyle şeyleri tasvip etmediğini bilirim. Sen piponu getirtene kadar ben de sana mektubu okutturayım. Al işte!”
Artık piponun düşüncesi mi yoksa ailenin kaderinde maalesef evlenmek olduğu ve buna bir çare olmadığı düşüncesi mi bilinmez, Mr. Weller rahatladı ve kederi dindi. Ancak sanıyoruz ki bu sonuç, iki teselli sebebinin ortalamasından oluşmuştu çünkü Mr. Weller ilk ihtimalin siparişi için zili çalarken bir yandan da ikinci ihtimali kendi kendine tekrarlayıp duruyordu. Sonra hırkasını üstünden attı, sıcaklığı tümüyle hissetmek için sırtını ateşe verirken bir yandan da şömine rafına meylederek Sam’e döndü ve tütünün rahatlatıcı etkisinden nasibini alarak yatışmış bir yüz ifadesiyle Sam’in “koyverip gitmesini” rica etti.
Sam herhangi bir düzeltme ihtimaline karşı kalemini mürekkebe batırarak teatral bir havayla başladı:
“Çok hoş…”
“Du’ bi.” dedi Mr. Weller, zili çalarak. “Her zamankinden bir duble, canım.” dedi.
“Peki efendim.” diye yanıtladı müthiş bir hızla ortaya çıkıp ortadan kaybolan, geri dönen ve yeniden kaybolan kız.
“Burada seni tanıyor gibi görünüyorlar.” diye yorumda bulundu Sam.
“Evet.” diye yanıtladı babası. “Daha önce buralara gelirdim. Hadi devam et, Sammyciğim.”
“Çok hoş bir varlıksınız.” diye lafa yeniden girdi Sam.
“Ee, bu şiir.” diye lafa girdi babası.
“Yok, yok.” diye yanıtladı Sam.
“Aman iyi, sevindim.” dedi Mr. Weller. “Şiir dediğin şey doğal değil bir kere. Bayramlarda mübaşirler ya da ayakkabı boyacısı hatta araba tamircisi gibi düşük kesimin huyunu edinmeni istemem. Sana nasihatı olsun, asla şiire kadar düşme oğlum. Hadi, yine başla Sammyciğim.”
Mr. Weller piposununu eleştirel bir sessizlik içinde içmeye devam etti ve Sam bir kez daha lafa başlayarak şunları okudu:
“Hoş varlık, yemin olsun ki…”
“Bu olmamış.” dedi Mr. Weller, piposunu ağzından çıkararak.
“Dur, dur; ‘yemin olsun’ değil.” diye yorumda bulundu Sam, mektubu ışığa doğru tutarak. “Üstünü çizdiğimi okumuştum, ‘emin’ olacaktı o. Mürekkep lekesiymiş önündeki. ‘Emin olasın ki.’ ”
“Çok iyi.” dedi Mr. Weller. “Devam et.”
“Emin ol ki ben tümüyle… Buradaki kelime neydi unuttum yahu.” dedi Sam, başını kalemle kaşıyıp hatırlamaya çalışırken.
“Kâğıda baksana yahu.” dedi Mr. Weller.
“Bakıyorum ya zaten.” diye yanıtladı Sam. “Ama yine mürekkep lekesi olmuş; ‘u’ var, ‘l’ var bir de ‘d’ var.”
“Kuruldum mu acaba?” diye öneride bulundu Mr. Weller.
“Yok değil.” dedi Sam. “ ‘Vuruldum’, işte buldum.”
“Ama ‘kuruldum’ daha güzeldi, Sammy.” dedi Mr. Weller büyük ciddiyetle.
“Öyle mi dersin?” dedi Sam.
“Yerine başka kelime düşünemiyorum.” diye yanıtladı babası.
“Ama benimki daha anlamlı değil mi sence de?” diye sordu Sam.
“Belki de daha hassas bir kelime diyebiliriz.” dedi Mr. Weller, biraz düşündükten sonra. “Devam et bakalım Sammyciğim.”
“Sen çok hoş bir hanımsın ve ben sana tümüyle vurulduğumdan dolayı biraz kılığımdan utanır oldum.”
“Çok duygusal.” dedi yaşlı Mr. Weller, kelimelerin ağzından çıkışına izin vermek için pipoyu çekerek.
“Evet, bence çok iyi.” diye yorumda bulundu Sam, keyiflenerek.
“Senin bu yazında en çok hoşuma giden şey, içinde öyle tanrıçam, Venüsüm, cartım curtum yok. Genç bir kadına Venüsüm, meleğim demenin ne âlemi var şimdi, değil mi Sammy?”
“Ah! Sahiden de ne gereği var?” diye yanıtladı Sam.
“Yani oldu olacak ona ejderham, tek boynuzlu atım, padişahım