Babalarımızın Tanrı’sı! Sonsuz bağışlayıcılığını ve şefkatini hatırla; bizi kendinden uzaklaştırma, değersizliğimizi hoş gör; bağışlayıcılığının ve iyiliğinin sonsuzluğunda, suçlarımızı ve kabahatlerimizi de hoş gör! Yüreğimizi temizle, yeni bir ruh oluştur içimizde; sana duyduğumuz inançla güçlendir hepimizi, umutla güçlendir, birbirimize gerçek bir sevgiyle canlandır, bize ve babalarımıza verdiğin mal mülkü savunmamız için birlik olarak silahlandır bizi; haksızların yönetimi kutsal halkını boyunduruk altına almasın!
İnandığımız, umut bağladığımız Ulu Tanrı! Bağışlayıcılığına duyduğumuz inanç için utandırma bizi, koruduğunu bir işaretle göster ve bizden ve kutsal yurdumuzdan nefret edenler bunu görüp şaşırsınlar ve utansınlar ve herkes adının Tanrı olduğunu, bizim de senin kulların olduğumuzu bilsin. Bugün lütfunu göster bize ve bizi kurtar! Merhametinle, sana bağlı olanların yüreğine su serp; düşmanlarımıza vur ve sana inananların ayaklarının altına ser! Sen, sana inananların savunması, yardımı ve zaferisin. Ululuk; Baba, Oğul, Kutsal Ruh şimdi, her zaman ve sonsuza kadar senindir! Âmin!
Nataşa’nın dinî duygularla dolu olduğu o anda bu dua üzerinde büyük bir etki yaptı. Musa’nın Amelekt’i, Gedeon’un Madiam’ı, Davud’un Calud’u yenmesi ve Kudüs’ün yakılıp yıkılması konusundaki sözleri dinledi; yüreğini dolduran sevgi ve ateşle Tanrı’ya dua etti. Ama dualarında ne istediği konusunda açık seçik bir fikri yoktu. Temiz bir ruh edinilmesi, yüreklerin umutla, inançla pekiştirilmesi konusundaki isteğe bütün benliğiyle katılmıştı. Ama daha biraz önce düşmanlarının sayıca çok olmasını, onları bağışlamayı ve onlar için dua etmeyi istemişken şimdi ayaklar altında ezilmeleri için dua edemiyordu. Ama papaz tarafından diz çökerek okunan bu duanın doğruluğundan da şüphe duyamazdı. İnsanların, işledikleri günahlar yüzünden uğrayacakları cezayı ve özellikle kendi günahlarını düşünerek benliğinin derinliklerinde, dindarca ve titretici bir dehşet duydu Nataşa; herkesi ve kendisini bağışlaması, herkese ve kendisine huzur ve mutluluk vermesi için Tanrı’ya dua etti. Ve Tanrı dualarını duyuyormuş gibi geldi ona.
XIX
Rostoflardan dönerken kuyruklu yıldızı seyrettiği ve Nataşa’nın minnet dolu bakışını hatırlayarak önünde sanki yeni bir ufkun açıldığını hissettiği günden beri, yakasını hiç bırakmayan mesele; -dünyevi şeylerin boşluğu ve anlamsızlığı sorunu- Piyer’e azap vermez olmuştu artık. Önceleri her işinde kafasını meşgul eden, “Niçin? Neden?” sorusunun yerine bir başka soru geçmemişti, sorusuna bir cevap bulmuş da değildi; yerini onun çağrışımı almıştı yalnızca. Bayağılıklarını duyduğu ya da kendisine bu tür şeyler anlatıldığı insanoğlunun adiliği ya da budalalığı konusunda bir şeyler okuduğu ya da duyduğu zaman eskisi gibi dehşete düşmüyordu; her şey bu kadar kısa ömürlü ve belirsizken, insanların niçin böyle uğraşıp durduklarını sormuyordu artık. Onu, son gördüğü hâliyle hatırlıyordu ve bütün şüpheler silinip gidiyordu içinden. Aklından çıkmayan sorudan kurtulmuş olduğu için değil ama onun hayalî varlığını, hiçbir şeyin doğru ya da yanlış olmadığı bir başka ve parlak manevi etkinlik dünyasına alıp götürdüğü; yaşanmaya değer bir güzellik ve sevgi âlemine ulaştırdığı için silinip gidiyordu bütün şüpheler. Ne gibi bir iğrençlikle karşılaşırsa karşılaşsın şöyle diyordu:
“Filanca kişi devleti ve Çar’ı soysun, devlet ve Çar da onu yüksek yerlere getirip ödüllendirsin isterse! Dün bana gülümsedi o ve gelip kendisini görmemi rica etti ve ben onu seviyorum; kimse de bunu bilmeyecek!”
Piyer; yine kibarlar âleminde görünüyor, çok içiyor, aynı avare ve dağınık hayatı yaşıyordu. Rostoflarda geçirdiği saatlerin dışındaki zamanı da geçirmesi gerekiyordu çünkü. Moskova’da edindiği ahbaplar, bu tür bir hayata kaçınılmaz olarak çekiyordu onu. Ama savaş alanından daha da kaygılandırıcı haberler geldiği, Nataşa’nın sağlığının düzeldiği ve artık ona karşı eskisi gibi şefkatli bir acıma duymadığı şu son zamanlarda gitgide büyüyen anlaşılmaz bir tedirginlik sardı Piyer’i. İçinde bulunduğu durumun uzun zaman süremeyeceğini, hayatını altüst edecek bir felaketin yaklaştığını hissediyor ve bunun belirtilerini her yerde sabırsızlıkla arıyordu. Farmason kardeşlerden biri, Yuhanna’nın Apokalips’inden çıkarılan ve Napolyon’a ilişkin olan bir kehaneti açıklamıştı.
Apokalips’in on üçüncü bölümünün on sekizinci ayetinde şöyle deniyordu:
Bilgelik burada. Anlayış sahibi kimse canavarın sayısını saysın: Bu bir insanın sayısıdır ve bu sayı altı yüz altmış altıdır.
Aynı bölümün beşinci ayetinde de şöyle denir: Ve onun iri lakırtılar, küfür dolu sözler söyleyen bir ağzı vardır ve ona bir saltanat verilmiştir ki kırk iki aylıktır.
Fransız alfabesi, ilk on harfin birimleri, ondan sonrakilerin onları temsil ettiği İbrani alfabesi gibi ele alınırsa harfler şu değerleri edinir:
A B C D E F G H K L M N O
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 20 30 40 50
P Q R S T U V W X Y Z
60 70 80 90 100 110 120 130 140 150 160
Bu sistem uyarınca “l’Empereur Napoleon”47 sözü rakamlara dökülünce elde edilen sayıların toplamı 666 etmektedir ve Napolyon’un, Apokalips’te haber verilen canavar olduğu meydana çıkmaktadır. Yine aynı işlem yapılınca canavarın egemenlik süresi olan quarante-deux-nün48 toplamı da 666 olmaktadır. Bundan da Napolyon’un iktidarının kırk iki yaşına geldiği 1812’de sona ereceği sonucu çıkarılmaktadır. Bu kehanet Piyer’i çok etkilemişti. Canavarın, yani Napolyon’un iktidarına neyin son vereceğini kendine sık sık soruyor ve harfleri sayıları çevirme yöntemiyle bu soruya bir cevap bulmaya çalışıyor “l’Empereur Alexandre, La nation Russe”49 yazıyor, bunların sayılarını topluyor ama sonuç 666’dan ya fazla ya da eksik çıkıyordu. Bu hesaplarla uğraşırken bir kere kendi adını da yazdı: “Comte Piyer Besuhoff.” Sayıların toplamı yine tutmadı. İmlayı değiştirerek “s” yerine “z” yazdı, bir “de” ve artık olarak “le” ekledi ama istediği sonucu yine de elde edemedi. Aranılan cevap kendi adında bulunuyorsa milliyetinin de mutlaka yazılması gerektiğini düşündü. Le Russe Besuhoff yazdı, rakamları topladı ama 671 çıktı. 5 sayı fazlaydı bu ve 5 “e” harfine, “l’Empereur Napoleon” deyimindeki “article”de bulunan ama düşmüş olan “e”ye tekabül ediyordu. “E” harfini aynı şekilde ama kurallara aykırı olarak düşürerek aradığı cevabı, toplamı 666 eden “l’Russe Besuhoff”ta buldu. Bu buluş heyecanlandırdı onu. Apokalips’te haber verilmiş olayla nasıl ve ne gibi bir ilişkiyle kendisi arasında bağ kurulmuş olduğunu bilmiyordu. Ama bu ilişkiden de hiç şüphe etmiyordu. Nataşa’ya duyduğu aşk, Deccal, Napolyon istilası, kuyruklu yıldız, 666, l’Empereur Napoleon ve l’Russe Besuhoff’un; evet, bütün bunların olgunlaşarak bir araya gelmesi, patlaması ve kendisini esiri gibi duyduğu sihirli ama bayağı Moskova kibarlar dünyasından çekip çıkarması, büyük bir sınanmaya, bir mutluluğa götürmesi gerekiyordu.
Ayinin yapıldığı pazardan bir gün önce Piyer, halka bildiriyi ve ordudan gelen son haberleri yakın dostu Kont Rastopçin’den