Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Лев Толстой
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6862-38-8
Скачать книгу
başında, savaşın gidişatına ilişkin olarak Moskova’da yayılan söylentiler; daha da telaşlandırıcı hâle geldi. İmparator’un halka bildirisinden, ordudan ayrılarak Moskova’ya gelişinden söz ediliyordu. Bildiri ve halka çağrı 11 Temmuz’a kadar açıklanmadığı için bu konuya ve Rusya’nın durumuna ilişkin abartılı dedikodular dolaştı ortalıkta. İmparator’un ordu tehlikede olduğu için ayrıldığı, Smolensk’in düştüğü, Napolyon’un milyonluk ordusu olduğu, Rusya’nın ancak bir mucizeyle kurtulabileceği söyleniyordu.

      11 Temmuz Cumartesi günü bildiri geldi ama henüz basılmamıştı. Rostoflarda bulunan Piyer de ertesi gün, yani pazar günü öğle yemeğine geleceği ve Kont Rastopçin’den elde edebileceği bildiri ile çağrıyı getireceği konusunda söz verdi.

      Rostoflar, o pazar günü, her zaman olduğu gibi Razumovskilerin özel kilisesine ayine gittiler. Sıcak bir temmuz günüydü ve sabah saat onda Rostoflar kilisenin önünde arabadan indiklerinde sıcak havada, seyyar satıcıların bağırmalarında, açık renk yazlık elbiselerde, bulvardaki ağaçların tozlu yapraklarında, çalgı seslerinde, geçit törenine giden bir taburun askerlerinin beyaz pantolonlarında, kaldırımdan yükselen gürültülerde, kızgın güneşin parlak ışıklarında, saydam ve sıcak bir yaz günü özellikle kentlerde kuvvetle duyulan yorgunluk, memnuniyet ve sıkıntı ortalığı kaplamıştı. Moskova’nın önde gelen kimseleri, Rostofların tanıdıklarının hemen hepsi -her zaman köye giden zengin ailelerin çoğu, bir şey bekliyormuş gibi bu yıl kentte kalmıştı- Razumovskilerin kilisesindeydi. Annesinin yanında, kalabalıkta yol açan üniformalı uşağın arkasında ilerlerken kendisinden söz eden bir delikanlının gereğinden fazla yüksek sesle mırıldandığını duydu Nataşa:

      “Rostova bu, hani şu…”

      “Ne kadar zayıflamış ama yine de güzel!”

      Kuragin ve Bolkonski adlarının da geçtiğini duydu Nataşa ya da öyle sandı. Her zaman öyle sanıyordu zaten. Kendisini gören herkesin, başından geçenleri düşündüğüne inanıyordu. Her zaman olduğu gibi yüreği acılarla dolu, leylak rengi siyah dantelli ipek elbiseleriyle ancak azap ve utanç içindeki kadınların yapabildiği bir şekilde sükûnet ve ağırbaşlılıkla ilerliyordu. Güzel olduğunu biliyor ve bunda aldanmıyordu. Ama eskisi gibi hoşnut da olmuyordu bundan. Tam tersine, son zamanlarda acı duyuyordu güzelliğinden ve özellikle kentteki bu parlak ve sıcak yaz günü, daha da derinden duyuyordu bu acıyı. “Bir pazar daha, bir hafta daha…” diye söylendi kendi kendine önceki pazar burada olduğunu hatırlayarak. Hep aynı ruhsuz hayat ve eskiden o kadar iyi olan yaşam şartları. Güzel ve gencim, eskiden kötü olduğumu ama şimdi iyi bir insan hâline geldiğimi biliyorum… diye düşündü. Hayatımın en iyi yılları, evet, en iyi yılları hiçbir şeye ve hiç kimseye yaramadan geçip gidiyor… Annesinin yanında durup yakınlarındaki bir tanıdığı başıyla selamladı. Her zamanki alışkanlığıyla hanımların giyim kuşamını gözden geçirdi, yakınında duran bir hanımın; daracık yerde, eliyle kaba bir hareket yaparak haç çıkarmasını kınadı. Ama kendisi başkalarını kınadığına göre, başkalarının da kendisini kınadıklarını düşündü ve canı sıkıldı. Ve birden, ayin seslerini duyarak iğrençliğinden, eski temizliğini yeniden kaybetmiş olmasından dolayı bir dehşet duygusuna kapıldı.

      Ağırbaşlı, temiz yüzlü bir ihtiyar; dindarların ruhunu güçlendiren ve rahatlatan yüce bir huzur içinde ayini yönetiyordu. Mihrap kapıları kapandı, perde ağır ağır çekildi ve oradan esrarengiz, hafif bir ses yükseldi. Nedenini bilmediği gözyaşlarına boğuldu Nataşa, neşe dolu bir heyecan kapladı yüreğini.

      Ne yapacağımı, hayatımda nasıl hareket edeceğimi, kendimi her zaman için nasıl düzelteceğimi bana öğret!.. diye geçirdi içinden.

      Diyakoz kürsüye çıktı ve başparmağını ötekilerden iyice ayırarak cübbesinin altından uzun saçlarını kurtardı eliyle ve istavrozu göğsüne dayayarak yüksek ve ağır bir sesle okumaya başladı:

      “Hep birlikte dua edelim Tanrı’ya.”

      Bir birlik olarak hepimiz; sınıf ayrılığı gözetmeden, kin duymadan, kardeş sevgisiyle birleşmiş olarak dua edelim… diye düşündü Nataşa.

      “Üstümüzdeki âlem için ruhlarımızın kurtuluşu için!”

      “Üstümüzdeki melekler ve bütün cisimsiz ruhlar için…” diye dua etti Nataşa.

      Ordu için dua edilince kardeşini ve Denisof’u hatırladı. Denizde ve karada yolculuk edenlerin hepsi için dua edilince de Prens Andrey’i hatırladı; onun için, ona yaptığı fenalığı Tanrı’nın bağışlaması için dua etti. Bizi sevenlerin hepsi için dua edilince ev halkı için babası, annesi ve Sonya için; onlara karşı gösterdiği kötü davranışları ve duyduğu sevginin tüm gücünü ilk defa anlayarak dua etti. Bizden nefret edenler için dua edilince düşmanlar bulmaya çalıştı. Babasına ödünç para verenleri, onunla iş ilişkisi içinde bulunanları düşman olarak gördü; düşmanları her hatırlayışında, kendisine çok büyük kötülük yapmış olan ama kendisinden nefret edenlerden biri olmayan Anatol geldi aklına ve bir düşmanmış gibi hoşnutlukla dua etti onun için. Prens Andrey’i de Anatol’u da sakin ve net bir şekilde ancak dualarında düşünebildiğini hissetti ve onlara beslediği duyguların, Tanrı sevgisi ve korkusu karşısında silinip gittiğini kavradı.

      İmparator için Sinod için dua edince anlamasa da şüphe edemeyeceğini, Kutsal Sinod’u yine de sevdiğini, onun için dua ettiğini söyleyerek eğiliyor; daha çok haç çıkarıyordu.

      Diyakoz, duayı bitirip göğsünün çevresini atkısıyla istavrozladı ve şöyle dedi:

      “Kendimizi ve hayatımızı Tanrı Hristos’a teslim ediyoruz.”

      Nataşa, Kendimizi Tanrı’ya teslim ediyoruz! diye tekrarladı içinden. Tanrı’m, kendimi senin isteğine veriyorum… diye düşündü. Hiçbir şey istemiyorum; ne yapacağımı, irademi nasıl kullanacağımı öğret bana; beni al! Beni al! diye tekrarlıyordu sabırsızlıkla. Haç çıkarmıyordu artık ve incecik kollarını iki yanına salıvermiş, görünmez bir kuvvetin kendisini hemen almasını; bedeninden, yakınmalarından, isteklerinden, vicdan azaplarından, özlemlerinden, kusurlarından kurtarmasını bekliyordu sanki.

      Ayin sırasında kızının duygulu yüzüne, parıldayan gözlerine birkaç kere baktı Kontes; ona yardım etmesi için Tanrı’ya dua etti.

      Ayinin ortasında, herkesi şaşırtan ve Nataşa’nın iyi bildiği ayin kurallarına aykırı düşen bir şey oldu: Diyakoz yamağı, Teslis Günü, diz çökülerek duaların okunduğu iskemleyi getirdi ve mihrap kapılarının önüne koydu. Papaz leylak renginde sivri kadife külahıyla göründü, saçlarını düzeltti, güçlükle diz çöktü. Herkes, birbirinin yüzüne şaşkın şaşkın bakarak aynı hareketi yaptı. Rusya’nın düşman elinden kurtulması için hazırlanmış ve Sinod’dan henüz gelmiş bir dua okunacaktı.

      “Ey güç sahibi Tanrı, ey kurtarıcı Tanrı’mız!” diye başlayarak Rus gönlüne derin etki yapan İslav din adamlarının o saydam, yalın ve tatlı sesiyle okumaya başladı papaz:

      Ey güç sahibi Tanrı, ey kurtarıcı Tanrı’mız! Değersiz yaratıklarını lütfunla, kereminle koru bugün; şefkatle dinle bizi, esirge ve bağışla! Bütün yurdunda kargaşa çıkarmak ve dünyayı yıkıma uğratmak isteyen düşman üzerimize yürüdü; bu caniler senin yurdunu, kutsal Kudüs’ünü, sevgili Rusya’nı yakıp yıkmak, tapınaklarını kirletmek, mihraplarını yerle bir etmek, kutsallığını ayaklar altına almak için toplandılar. Tanrı’m; günahkârlar, ne zamana, ne zamana kadar övünecekler? Katilliklerini ne zamana kadar sürdürecekler?

      Ey güç sahibi