Mendilini ıslatacak kadar ağlayan Madam Hulot “Mösyö, yeter artık!” dedi.
“Damadım parayı babasına veriyor, hem sözlerime başlarken gidişat hakkında size söylemek istediğim de buydu. Ama ben kızımın menfaatlerini de gözetirim, gönlünüz rahat olsun.”
Aklı başından giden bahtsız kadın “Oh! Kızımı evlendirmek ve ölmek!..” dedi.
“Peki ama ya bunun çaresi?” dedi Crevel.
Madam Hulot, Crevel’e çehresini süratle değiştiren öyle umut dolu bir ifade ile baktı ki yalnız bu hareket Crevel’i yumuşatabilir, onu gülünç niyetinden vazgeçirebilirdi.
Yine hazır ol vaziyeti alan Crevel “Daha on yıl güzel kalacaksınız.” diye konuştu. “Gönlümü hoş ediniz, Matmazel Hortense evlenmiş olur. Size söylediğim gibi, Hulot bana açıktan açığa işi halletmek salahiyetini verdi, hem kızmayacak. Üç yıldır sermayelerimin gelirini arttırdım çünkü israflarım azalmıştır. Servetim dışında üç yüz bin frank kârım var, bunun hepsi size…”
“Çıkınız mösyö!” dedi Madam Hulot. “Çıkınız, hem artık bir daha gözüme de görünmeyiniz. Hortense için tasavvur edilen evlenme işinde sırrını açığa vurduğunuz alçakça hareketinizin…”
Crevel’in bir hareketine karşılık “Evet, alçakça.” diye karşılık verdi. “Alçakça hareketinizin, hiçbir zaruret olmasa… Zavallı bir kıza, güzel, masum bir kıza bu türlü bir kötülük nasıl elden gelir? Annelik, kalbimi kemiren bu zaruret olmasa demek tekrar gelip benimle konuşmayacak, bir daha evime ayak basmayacaktınız. Otuz iki yıllık evli kadınlık şerefi, doğruluğu, Mösyö Crevel’in darbeleriyle mahvolmayacaktır. Mösyö Crevel’in…”
Crevel şakacı bir eda ile “Saint Honoré Sokağı’ndaki eski ıtriyatçı, à la Reine des Roses’nin sahibi César Birotteau’nun halefi.” dedi. “Tıpkı selefim gibi eski belediye reisi muavini, millî muhafız yüzbaşısı, Legion d’honneur şövalyesi…
“Mösyö.” dedi Barones. “Mösyö Hulot yirmi yıl sebattan sonra karısından bıkmış, usanmışsa bu ancak beni alakadar eder ama mösyö, görüyorsunuz ki sadakatsizliğine esrar da karıştırmış çünkü Matmazel Josépha’nın kalbinde size halef olduğunu bilmiyordum…”
“Oh!” diye Crevel bağırdı. “Altın pahasına madam. Bu dişi yırtıcı ona iki yılda yüz bin franktan fazlaya mal oldu. Ah! Ah! Hâlâ takatiniz tükenmedi demek…”
“Artık bu kadar konuştuğumuz elverir, Mösyö Crevel. Hatırınız için bir annenin kalbinde hiçbir sızı duymadan çocuklarını öpebilmekten, kendini ailesi tarafından hürmet edilmiş, sevilmiş görmekten duyduğu saadeti tepmeyeceğim, ruhumu Tanrı’ya kirlenmemiş olarak geri götüreceğim…”
Crevel, buna benzer teşebbüslerde yeniden muvaffakiyetsizliklere uğramış iddialı kimselerin yüzüne akseden şeytani bir acılıkla “Amin!” dedi. “Sefaletin insanı ne hâle getirdiğini bilmezsiniz; utanç, şerefsizlik… Gözünüzü açmaya çalıştım, kızınızla sizi kurtarmak istemiştim!.. Demek, zamanenin müsrif baba mecazını ilk harfinden son harfine kadar heceleyip duracaksınız…”
Crevel oturarak “Gözyaşlarınız, gururunuz bana dokunuyor çünkü insanın sevdiği kadını ağlar görmesi çok kötü şey!..” dedi. “Size vadedebileceğim şey, Sevgili Adeline, ne size ne de kocanıza karşı hiçbir kötülük etmemektir ama hakkımda tahkikat yaptırmak için hiçbir zaman evime adam yollamayınız, işte bu kadar!”
“Şimdi ne yapmalı?” diye Madam Hulot bağırdı.
Şu ana kadar Barones, bu izahların kalbini sızlatan üçlü işkencesine katlanmıştı çünkü hem kadın hem anne hem de evli kadın olarak ızdırap duyuyordu. Gerçekten, oğlunun kaynatası ters ve tecavüzcü davrandıkça esnafın kabalığına karşı gösterdiği mukavemetten kuvvet almıştı lakin Crevel’in bıktırıcı âşık hâlinde, tahkir edilmiş güzel millî muhafız öfkesi içinde gösterdiği safdillik Madam Hulot’yu sinirlerini koparacak kadar gerdi; elleri kasıldı, gözyaşlarını salıverdi. Öyle ümitsiz bir bitkinlik hâli içindeydi ki diz çöken Crevel tarafından ellerinin öpülmesine müsaade etti.
“Tanrı’m! Ne etmeli?” dedi gözlerini silerek. “Bir ana gözleri önünde kızının mahvolmasını soğukkanlılıkla seyredebilir mi? Annesinin dizi dibindeki iffetli hayatı kadar, mümtaz tabiatıyla da kuvvetli olan bu derece harikulade bir mahlukun akıbeti ne olacak? Bazı günler, bahçede tek başına, sebebini bilmeyerek kederli kederli dolaşıyor; onu gözleri yaşlı buluyorum.”
“Yirmi bir yaşındadır…” dedi Crevel.
“Onu manastıra mı koymalı?” diye Barones sordu. “Çünkü bu tür buhranlarda din, tabiat karşısında çoğu zaman kuvvetsizdir. En dindar şekilde terbiye edilmiş kızların bile akılları başlarından gider!.. Kalkınız mösyö, görmüyor musunuz ki şimdiden sonra aramızda her şey bitmiştir. Sizden nefret ediyorum, bir annenin son ümidini de yıktınız!..”
“Ya bu ümidi kuvvetlendirirsem?” dedi Crevel.
Madam Hulot, Crevel’e sayıklayan bir eda ile baktı. Bu hâli ıtriyatçıya dokundu lakin “Sizden nefret ediyorum!” sözlerinden ötürü merhametini kalbinde sakladı. Çoğu zaman fazilet eğilip bükülmez, onun için de ince farkları göremez ve nazik vaziyetlerde yan çizmek suretiyle vakit kazanmak yollarını bilemez.
Crevel gücenmiş tavrını takınarak “Bugün Matmazel Hortense kadar güzel bir kızla drahomasız kimse evlenmez.” dedi. “Kızınız erkekler için ürkütücü güzellerden biridir; tıpkı, fazla müşteri çekmek için pahalı ihtimamları icap ettiren bir lüks atı gibi. Kolunuzda böyle bir kadınla yürüdünüz mü herkes size bakacak, peşinize düşecek, karınızı arzulayacaktır. Bu muvaffakiyet, karısının âşıklarını öldürmeyi göze almak istemeyen kimselere fazla kuşku verir çünkü ne de olsa insan bunların ancak birini öldürebilir. Bulunduğunuz vaziyet içinde, kızınızı ancak şu üç tarzda evlendirebilirsiniz: Benim yardımımla. Bu bir. Altmış yaşında, çok zengin, çocuksuz lakin çocuk isteyen bir ihtiyar bularak; bu zordur ama rastlanabilir. Joséphaları, Jenny Cadineleri alan bu kadar ihtiyar var da aynı budalalığı kanunen yapacak birine niçin rastlanmasın? Célestine’imle iki torunumuz olmasa ben Hortense’la evlenirdim. Etti iki! Sonuncu da en basitidir…”
Madam Hulot başını kaldırdı, eski ıtriyatçıya merak ve korku ile baktı.
“Paris, Fransız toprağı üzerinde yabani ağaçlar gibi biten bütün müteşebbis adamların birbirleriyle buluştukları bir şehirdir; orada yersiz yurtsuz birçok kabiliyet, her şeye hatta servet yapmaya bile yetenekli cesaretler kaynaşır. Şu hâlde, bu bekârlar… Kulunuz da vaktinde böyle idi, neler gördü neler. Du Tillet’nin nesi vardı? Yirmi yıl önce Popinot ne idi? Biroteau Baba’nın dükkânında, zengin olmak hırsından başka bir sermayeleri olmaksızın -ki bence bu hırs sermayelerin en değerlisidir- ufak tefek şeylerle haşır neşir oluyorlardı… Sermaye biter ama maneviyat tükenmez!.. Benim de neyim vardı? Zengin olmak hırsı, cesaret… Du Tillet bugün en büyük şahsiyetlerle atbaşı gidiyor. Küçük Popinot, Lombards Sokağı’nın en zengin aktarı, mebus oldu; şimdi de bakan. Şu hâlde, deyim yerindeyse ticaret, kalem veya elbise fırçası erbabından biri, Paris’te beş parasız bir genç kızla evlenebilecek biricik