Baoyu de o kadar sinirlendi ki bastonuyla eşiğe vurdu.
“Bu yaşlıların kalpleri taştan! Sorumlulukları altındaki kızlara bakacaklarına eziyet ediyorlar. Böyle devam ederse ne yapacağız?”
“Ne mi yapacağız?” dedi Qingwen. “Bu sevimsizleri defedin gitsin! İşe yaramazlara ihtiyacımız yok.”
Sheyue’nin nutkuyla utancından sessizliğe gömülen kadın cevap veremedi. Sheyue, Fangguan’a baktı. Kızın üzerinde kiraz kırmızısı, kapitone bir ceket, desenli yeşil ipekten bol bir pantolon vardı; parlak siyah saçları omuzlarına dökülüyordu. Acı acı ağlamaya başlamıştı. Sahnedeki daha bilindik hâlinden çok farklı bir görüntüsü vardı ki Sheyue bu tersliğe gülmeden duramadı.
“Şu anda Cui Yingying’e hiç benzemediğini söylemeliyim. Dayaktan sonra Reddie’ye benzedin. Artık makyaj yapmaya gerek kalmadan bu rolü oynayabilirsin! Haydi, gidip kendine çekidüzen ver.”
“Yo, gayet güzel.” diye itiraz etti Baoyu. “Gayet doğal bir hâli var. Neden çekidüzen versin ki?”
Qingwen, Fangguan’ı saçını yıkamaya götürdü. Havluyla kuruladıktan sonra gevşek bir şekilde bağladı ve giyinip Baoyu’nün odasına gitmesini söyledi.
Kısa bir süre sonra mutfaktan bir kadın gelip yemeğin hazır olduğunu bildirdi ve “Gönderelim mi?” diye sordu. Genç bir hizmetçi de Xiren’e danışmaya gitti.
“Saat kaçı vurdu? Dışarıda bu kadar patırtı olunca duyamadım.” dedi Xiren.
“Vurmadı.” dedi Qingwen. “Neden bilmem ama aptal şeyin yine tamire ihtiyacı var.” Sonra bir saat bulup getirdi. “Yarım fincan çaylık zaman var.” dedi. “Hemen hazır olacağımızı söyle.”
Kız mesajı iletmek için hemen dışarı çıktı.
“Düşündüm de Fangguan bu kadar yaramazlıkla tokadı hak etti aslında. Dün sarkacıyla oynayıp saati bozan oydu.” dedi Sheyue.
Konuşurken bir yandan da masayı hazırlıyordu. Genç hizmetçiler yemek kutularıyla içeri girdiler; Sheyue ve Qingwen kapaklarını açıp içine baktılar. Bir kâse çorba ve bildik pirinç lapasıyla yanında dört çeşit turşu vardı.
“Baoyu artık iyileşti.” dedi Qingwen. “Daha ne kadar lapa ve salamura sebze yemeye devam edecek? Neden doğru dürüst bir yemek göndermiyorlar?”
Sheyue masayı hazırlamıştı. Yemek kutusundan büyük çorba (et ve bambu filizinden yapılmıştı) kâsesini çıkarıp Baoyu denesin diye masaya koydu.
Eğilip höpürtüyle bir yudum alan Baoyu, “Ay, çok sıcak!” dedi.
Xiren güldü.
“Kutsal Buda! Birkaç gün et yemeyince çok mu özledin? Bu kadar açgözlülükle saldırırsan yanarsın tabii!”
Kâseyi aldı, nazikçe üfledi; sonra yanlarında duran Fangguan’a verdi.
“Al, sen yap. Bütün gün boş boş etrafta gezeceğine bir işe yara. Ama yavaş üfle, içine tükürme sakın!” dedi.
Fangguan dediği gibi yaptı. Oldukça iyi beceriyordu ama kapının önünde, illa içeri girip yardım etmek için ısrar ederek bekleyen ve Bahçe’nin adabını hiç bilmeyen analığı, bunu fırsat bilip işgüzarca içeri daldı ve kâseyi elinden almaya çalıştı.
Fangguan ve diğerleri konağa ilk geldiklerinde, dışarıda birer analıkları vardı, sonra bu kadınlar Armut Ağacı Avlusu’nda onlara eşlik ettiler. Bu kadın Rong Konağı’nda üçüncü sınıf bir hizmetçiydi, sadece çamaşır yıkıyor ve asla iç dairelere giremiyordu. Bu yüzden de evin kurallarından haberi yoktu. Aktrisler Bahçe’ye alınınca, analıkları da onlarla beraber farklı dairelere gönderildiler. Sheyue kendisini azarlayınca, bir daha Fangguan’ın sorumluluğunu alamayacağından korkmuştu çünkü bu hiç işine gelmezdi. O nedenle onlara yaranmak istemiş, Fangguan’ın kâseyi eline aldığını görünce içeri dalıvermişti.
“Onun hiç tecrübesi yok. Şimdi kâseyi düşürüverir. Ben yapayım.” dedi.
Qingwen öfkeyle bağırdı ona.
“Hemen çık buradan! Düşürüp düşürmemesi bizim sorunumuz. Senin yapmana ihtiyacımız yok. Kapıdan içeri adım atabileceğini kim söyledi?”
Sonra öfkesini genç hizmetçilere yöneltti.
“Küçük aptallar! O adabı bilmiyor olabilir. Sizin söylemeniz gerekirdi.”
“Biz engel olmaya çalıştık.” diye itiraz etti kızlar. “Söyledik ama inanmadı. Şimdi gördün mü?” dediler kadına dönüp. “Sen bizim girebileceğimiz yerlerin ancak yarısına girebilirsin. Bizim alınmadığımız yerlere bile dalıp gireceğini sanıyorsun. Seni durdurmaya kalkınca da el kol sallayıp bağırıyorsun!”
İtiş kakış odadan verandaya çıkardılar kadını. Aşağıdaki avluda yemek kutularını ve boş kâseleri geri almak için bekleyen yaşlı kadınlar onun çıktığını görünce kahkahalarla güldüler.
“Böyle içeri dalmadan önce aynada kendine bir baksaydın, kardeş!” dedi içlerinden biri.
Öfke ve utanç duyan kadın sessizce alaylarına katlanmak zorunda kaldı.
Fangguan hâlâ çorbayı üflemeye devam ediyordu. Baoyu güldü.
“Üfleyeceğim diye ciğerlerini yorma! Sen de bir tat, bakalım nasıl olmuş?” dedi.
Fangguan onun şaka yaptığını düşünerek Xiren’e ve ötekilere bakıp ürkekçe gülümsedi.
“Haydi, tatsana!” dedi Xiren. “Neden olmasın?”
“Dur, ben sana göstereyim.” dedi Sheyue ve bir yudum aldı.
Ondan cesaret alan Fangguan da bir yudum aldı.
“Tamam.” diyerek kâseyi Baoyu’ye verdi.
Baoyu yarısını içtikten sonra birkaç parça bambu filizi yedi, pirinç lapasının da yarısını bitirdi, doyduğunu söyledi. Hizmetçiler masayı topladılar. Küçük bir kız su kâsesiyle geldi. Baoyu ellerini yıkayıp ağzını çalkaladıktan sonra sıra Xiren ve diğer kıdemli hizmetçilerin yemeklerine geldi.
Baoyu, Fangguan’a göz işareti yaptı. Cin gibi olan, üstelik de genç ömrünün birkaç yılını tiyatro okulunda geçiren kız, midesi ağrıyormuş da iştahı kesilmiş numarasıyla yemek yemeyeceğini söyledi.
“İyi o zaman, madem yemiyorsun, burada kalıp Baoyu’ye eşlik edebilirsin. Pirinç lapasını burada bırakıyoruz. Acıkırsan biraz yersin.” dedi Xiren.
Diğerleriyle beraber çıkıp gitti.
O zaman Baoyu, Ouguan’la karşılaşmasını, onu korumak için nasıl yalan söylediğini ve sorularına cevap verecek durumda olmadığından, açıklama yapması için kendisine başvurmasını söylediğini anlattı.
“Kimin için adak sunuyordu?” diye sordu.
Fangguan’ın gözleri hafif kızardı ve içini çekti.
“Ah, Ouguan çılgının biri!” dedi.
“Neden?” dedi Baoyu. “O ne demek?”
“O adak ölen Diguan için. Bizim ekiptendi.”
“Bunda çılgınca bir şey yok ki.” dedi Baoyu. “Arkadaştılar demek.”
“Arkadaş mı!” dedi Fangguan. “Arkadaştan çok daha ötesiydi! Ouguan’ın tuhaf düşünceleri yüzünden